Selim İleri kitaba yazdığı önsözde "çağdaş hikayeciliğin 'gizli' büyük ustası" diyor onun için. İç hastalıkları uzmanı, psikiyatr, yazar ve ressam Fikret Ürgüp bahsettiğimiz... Everest Yayınları, Bütün Eserleri serisinin ikinci kitabı olarak bu kez usta hikayecinin Cevapsız Kalan Telgraf kitabını yayımladı. Yazarın, iki yakın dostu, Türk edebiyatında kendi alanlarında çığır açmış Sait Fait Abasıyanık ve Ahmed Hamdi Tanpınar'a ilişkin görüşlerini, anılarını, sıkı kişilik ve edebi analizlerini ihtiva eden kitap bir yönüyle bir 'iç dünya tahkikatı'. Ürgüp'ün psikiyatri uzmanlığından gelen bir içe bakışla kaleme aldığı kitap Sait Faik ve Tanpınar'ın dünyalarıyla ilgili gözden kaçan ya da üzerine fazla düşülmemiş detayları açıyor. İki yazarın iç dünyasında katman katman ilerleyerek derin bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Bu arada Ürgüp'ün Sait Faik'e dostluk dışında doktorluk da ettiğinin altını çizelim. Ürgüp, Sait Faik'i dış görünüşünden başlayarak ruh dünyasına inen bir yaklaşımla ele alıyor. Kişiliğini meydana getiren hamurun muhteviyatına götürüyor bizi: "Kırışıklı yüzü soluktur. Burnunun kenarındaki ve göz kapaklarındaki kızartılara rağmen soluktur. Halbuki dudakları, bilhassa ortadan ayrık olan alt dudağı kıpkırmızıdır. Her an yeni bir lezzete susamıştır, dudakları. Herkesler, başkalarıyla karşılaştıkça veya kendi kendileriyle baş başa kalınca başka türlü kalıplara girerler, ama onun kadar değişeni yoktur. Yalnızken başka, üç kişinin yanında iken başka, kalabalık içinde bambaşka görünür. Aslında değişmediği halde. İnsanı, kendini yalnız sanırken seyretmek çok ayıp bir şey. Maalesef ben bu ayıba alışmışım. İşte, yukarıdan bizim apartmanın balkonundan bakıyorum: O, Şık Sineması'nın önünde gidiyor, duruyor, birisiyle konuşuyor, ona bir şey veriyor, uzaklaşıyor, bir vitrine bakarken yan gözle de etrafını kolluyor. Karşıya geçecek, ortada, polisin yanında kalıyor, çiğnenmek içten değil, ama çiğnenmez, o kadar bırakmış ki kendini, o kadar rahat ki. Mesela balıklar hiç çarpışırlar mı?" Ürgüp, Sait Faik'in edebi dünyasını anlamanın da yine onun yaşamını anlamaktan geçtiğini söylüyor ve aslında eserlerinin tamamının biyografisinin parçaları olduğunu savunuyor: "Bir gün yine rastlamıştım. Beyoğlu Caddesi'nde. Canım sıkılıyordu, konuşmak istiyordum. Onun da canını sıkmak istedim. Ellerine baktım, lekeler vardı: Hişt, Hişt diye bir hikaye yazmış, Ankara Caddesi'nde şuna buna okumuş, dudak bükmüşler, o da şaşırmış. O akşam bir arkadaşımla bana okudu: 'Yahu, ben mi aldanıyorum, onlar mı dalga geçiyor?' dedi. Hikaye realizmle sürrealizm karışığı, her şeyi yerinde, muvaffak olmuş bir sanat eseri idi. Zannedersem Mülkiye mecmuası da ve Vatan'da basılmış. İşte o hikaye, gerçeğin içinde gerçekten daha öteye bazı şeyler bulunduğunu hissettiriyordu. Halbuki ondan, alışılmış kuru realiteyi bekliyorlardı. İnsan niçin bir yerden olsun, aynı şeyleri tekrarlasın. İnsan namuslu bir şekilde kendi hayatını yaşamak istedikçe her an değişerek, her an başka türlü olacaktır. İşte o da yalnız kendine benzeyen, kendini inkar etmeden yaşayan bir insan ve bir sanatçıdır. Herkesin anladığı gibi yazdı. Bundan sonra isteyen anlasın istemeyen anlamasın."
ABSÜRT DUYGUSU VE HUMOR
Ve Tanpınar... Ürgüp'ün, dostu Tanpınar'da en çok altını çizdiği detay, ondaki absürt duygusu ve humor. Üstelik tespitleri hem Tanpınar'ın edebiyatından ve bir fotoğraftaki bakışından: "Benim mesleğim insanın konuşması kadar, görünüşüne, yüz ifadesine, davranışlarına bakıp mana çıkarmaktır. Tanpınar da bakıp görmesini bilirdi. Birbirimize bakışlarımız aramızdaki bağları kuvvetlendirmişti. Her ne ise! Önümde benim resim sergimde çekilmiş olan bir fotoğraf var. Tanpınar, ressam Sabri Berkel ve ben. Sabri Berkel bana bir şey soruyor olacak. Fotoğrafta onunla beraber profilden görünüyoruz. Yüzlerimizden pek mana çıkmıyor. Hamdi karşıdan bakıyor ve konuşmayı öyle bir dikkatle, ilgiyle ve kendine mahsus humorla dinliyor ki, gözünden hiçbir şey kaçmadığı belli. Sevimli bir şeytana benziyor. Söylediğim gibi, bakmasını bildiği görülüyor, dinlemesini de çok iyi bildiği gibi. Şair mizacı, kendini dinlemek değil sadece, çevresiyle ve öteki insanlarla son derece ilgili. Dalga geçmenin tam aksi uyanık bir bakış var. Kaşları şüpheci ince bir şaka, tatlı sert bir tenkit veya özel bir buluş çıkmak üzere olan dudaklarında inanmakla ciddiye almamak arasındaki tereddüt var. Yüzünün sağ tarafında onun, şeytani diyeceğim 'abes' (absürt) ifadesi var. Bu yüzden, çoğu zaman olayları ve sözleri ciddiye almaz görünür, kendisiyle alay eden bir hali olurdu..." Ürgüp'ün Cevapsız Kalan Telgraf'ında, Türk edebiyatına en okkalı harflerle damgasını vurmuş, ünleri ülke sınırlarını aşmış iki ustanın; Sait Faik ve Tanpınar'ın zihninizde 'cevapsız kalmış' pek çok kişisel ve edebi sırrının karşılığını bulacaksınız.