Başlık bağıra bağıra "Ben bilimkurgu içeriğiyim" diyor. Haklısınız. Ama; Yazılmamış Bir Tarih isimli kitabın içerisinde bilim var, kurgu yok. Geçmişte yaşayanların bizden teknolojik ve fiziksel olarak daha ileri seviyede olabileceğine ikna olmaya hazır mısınız? Gazetecilikte 'haberi satmak' diye bir tabir kullanılır. Hemen aklınıza günümüzdeki internet başlıkları gelmesin. (Yukarıdaki başlığı atıp bunu söylememi ciddiye almamış olabilirsiniz. Ama başlığı abartmadığıma sizi ikna edeceğim.) Haberi satmak kesinlikle içeriği çarpıtmak değil. Bir olayı özüne sadık kalarak en güncel, en farklı, en ilginç, en dramatik, en komik veya en merak edilen hale dönüştürmekten bahsediyorum. Ya da toplumun refleksini habere en iyi şekilde yansıtmaktan. Akademisyen Halit Kakınç da Yazılmamış Bir Tarih isimli kitabında bunu en doğru şekilde yapmayı başarmış. Yani kitabını en çok ilgi uyandıran hale dönüştürmüş. Sonuçta yazar Halit Kakınç aynı zamanda bir gazeteci. Destek Yayınları'ndan çıkan kitap geçmişte binlerce yıllık yolculuğa çıkarıyor sizi. Detayları ele almaya en çok merak edilenlerden başlayacağım.
UÇAN ARABALAR VARDI
Bilim söz konusu olduğunda, acaba sıkıcı mı sorusu akıllara gelebilir. Elimizdeki kitap için en son sıkıcı sıfatı kullanılabilir. Sıkmıyor, hatta akıp gidiyor. Bilimsel içerikler bile gazetecinin sadeleştirme süzgecinden geçmiş halde sunuluyor. Çok kolay okunuyor. Okura sık sık "Yok artık canım" dedirtiyor. Merakınızı sürekli canlı tutuyor. Eş dost ortamında anlatacak yeni hikayeler kazandırıyor, ya da sosyal medyada paylaşabileceğiniz ilgi çekici anekdotlar. Yazarın deyimiyle Sınır-Bilim araştırması olan kitap gözünüzün önünde bilim kurgu sahnelerini ya da efsaneleri canlandırıyor. Aslında kitap bilimsel yöntemlerden kopmuyor. Yazılı belgelere, arkeolojiye, dil bilimine, coğrafyaya dayanıyor. Ama anlatılanların ilginçliği nedeniyle okuyucu olarak ister istemez hayal gücünüze bolca danışıyorsunuz. Kitap, tam da son zamanlarda bolca duyduğunuz "Günümüz çocukları çok zeki" tezine karşı çıkmaya başladığım günlerde geldi elime. Dijital bir hayata doğan neslin geçmişteki yaşıtlarına göre aslında hiç de daha zeki olmadıklarını düşünüyorum, bir süredir. Buna biz yetişkinler de dahiliz bence. Fantastik tarih dizilerinde anlatıldığı gibi atalarımızın çok da ilkel olmadıklarını düşünüyorum yani. Kitap da bu tezin altını çiziyor. Bazı bölümleri zihnimde bir yere oturtmakta zorlansam da, kitap geçmişe daha farklı bir gözle bakmamı sağladı. Gelelim esas meselelere. "Başlıkta okuyucuyu kandırdık mı?" Şimdi sıkı durun. Kitap bir zamanlar tekno-nükleer savaşların olup olmadığını sorguluyor. Günümüzden 4 bin yıl önce yaşamış medeniyetlerin nasıl yok oldukları bu tezle ele alınıyor. İkna olursunuz ya da inanmazsınız. Sonuçta yazar Halit Kakınç ele aldığı her başlıkta bilimsel verileri ortaya koyuyor. Peki "Kitap bize hangi yazılmamış tarihi anlatıyor?" Kayıp Kıta Mu, Sodom ve Gomora, Atlantis, Lemurya... Daha önce duyduğunuz veya hiç bilmediğiniz medeniyetler ele alınıyor kitapta. Bu medeniyetlerin yaşamış olabilecekleri hayatı gözler önüne seriyor. Anlatınlar arasında uçan arabalar, rüzgar hızıyla hareket eden taşıtlar, kozmik yön bulucu araçlar, günümüzde bile olmayan silahlar... Var da var. Geçmişte yaşayanların böylesi bir teknolojiye sahip olabileceklerine ikna olursanız, nükleer yokoluşlar da mantıksız gelmiyor. Bu arada kitap ayrıca 5 metrelik, tek gözlü veya dört kollu devlerden de bolca hatta fotoğraflarıyla bahsediyor.
ATATÜRK'ÜN MERAKI NEYDİ?
Yazının başında belirttiğimiz gibi yazar Halit Kakınç'ın gazeteci kimliği sayfalara yansımış. Örneğin böylesi hikayeleri daha da ilginç kılan detaylara da başvuruyor, Atatürk'ün Kayıp Kıta Mu merakını anlatmakla başlıyor işe mesela. Yazar Türkleri yakından ilgilendiren birçok detaya da yer veriyor Yazılmamış Bir Tarih'te. Kitabın son bölümü Nemrut Dağı'na ayrılmış. Her ne kadar daha önceden hakkında fikir sahibi olduğum bazı konularda düşüncelerimi değiştiremese de Yazılmamış Bir Tarih kitabını kolay okunan, özellikle meraklısını memnun edecek bir kitap.