Viet Thanh Nguyen 1971 yılında Vietnam'da doğdu. Bugün Amerikan vatandaşı. Doğduğu topraklardan çok uzakta yaşamasının nedeni bir mülteci ailesine mensup olması. O henüz dört yaşındayken ailesi Vietnam'dan göçmek zorunda kalmış. Başarılı bir akademisyen aynı zamanda. Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde İngiliz ve Amerikan Çalışmaları ve Etnisite profesörü ve Aerol Arnold İngiliz Dili Kürsüsü başkanlığını sürdürüyor. İlk romanı Sempatizan'la (Kafka Kitap 2017) 2016 yılında Pulitzer Edebiyat Ödülü ve Carnegie Madalyası başta olmak üzere birçok ödül aldı.
Kafka Kitap bu kez, Nguyen'in son 20 yılda kaleme aldığı sekiz öyküden (Kara Gözlü Kadınlar, Öteki Adam, Savaş Yılları, Organ Nakli, Beni İstemen Çok Hoşuma Gider, Amerikalılar, Kendinden Başka Biri, Anavatan) oluşan Mülteciler adlı öykü kitabını yayımladı. Sekiz öykünün de merkezinde anavatanlarından kopmuş, dağılmış insanlar var. Kimi Amerika'ya kaçarken bindiği küçük teknede tacize uğradığı için evinden çıkmayan ve yolculukta yitirdiği ağabeyinin hayaletiyle konuşan bir yazar, kimi bunadığı için kendisini eski sevgilisiyle karıştıran kocasına bakan bir kadın, kimi de cinsel kimliğini ABD'de keşfeden ve bunun tadını çıkarmaya çalışan genç bir erkek... Fakat her satıra göçmen olmanın, başka bir vatanda yabancı olmanın kekremsi tadı sinmiş. Sonuçta bir başka memlekete göçerken, geride bir hayat bırakıyor insan. O ana kadar öğrendikleri ve öğrenmedikleriyle geliyor yeni bir ülkeye. Ve tutunmaya çalışıyor, yeni bir vatan edinmeye... Pek kolay değil elbette yeni bir hayata sahip olmak... Herkesin yöntemi farklı, kimi hiç geriye bakmıyor kimi de önceki yaşamını bazen bir yük bazen de bir madalyaymışçasına hep taşıyor, hikayelerine sahip çıkıyor. Kolay değil bir başka ülkede kabul görmek: kendi kültürünü hem yaşatıp hem de yeni tanıştığın kültür yapısıyla uyumlu olmak. Bu durumu öykülerinden birinde şöyle özetliyor Viet Thanh Nguyen: "Mülkiyetin her şey olduğu bir ülkede, bizim sadece hikayelerimiz vardı."
DOLAMBAÇSIZ BİR DİL
Viet Thanh Nguyen, dolambaçsız, sade bir dil kullanıyor. Ajitasyona başvurmuyor, olabildiğince mesafeli duruyor mevzuya. Mültecilerin yaşadığı reddedilme, asimilasyon, aşağılanma gibi durumları olabildiğince nesnel bir şekilde kaleme alıyor. Bu yalın dil okuyanı, mülteci gerçeğinin içine çekiyor ama üzülmek tek yol değil. Meselenin üzerinde düşünmeye itiyor, zorluyor insanı. Öyle ya geldiğimiz noktada hâlâ milyonlarca insan evinden yurdundan oluyor, bir başka ülkede ayakta kalmak, yaşamak için savaş veriyor. Küçücük teknelerde sonu çoğunlukla ölümle biten umut yolculuklarına çıkıyor. Bu tür tehlikeleri aştılar diyelim bu kez sınır kapılarında bekleyip, savaştan uzak olanların karar vermesini, onları içeriye, vatanlarına almalarını bekliyor. Ve diyelim ki başardılar bir başka ülkeye gitmeyi, bu kez onları zorlu bir hayat bekliyor... Hem kendi değerlerine sahip çıkacak hem de asimile olmadan bu yeni topluma adapte olmaya çalışacaklar. Büyük ihtimalle çok ağır işlerde herkesten ucuza çalışacak, yeni vatanlarında doğan çocukları onların çektiklerini çekmesin diye canlarını dişlerine takacak ve hep sıla özlemiyle yaşayacaklar...
HERKES MÜLTECİ OLABİLİR
Oysa ki hiçbirimizin kurulu hayatı garanti değil. Vatan topraklarından çıktığımız anda, ne aldığımız eğitimin, ne başımızı soktuğumuz küçük dairemizin ne de banka kredisiyle aldığımız arabanın hükmü kalmıyor. Birdenbire vatanından uzakta, tutunacak dalı kalmamış biri olmak günümüz dünyasında hiç zor değil. Bu gerçeği hiç ama hiç unutmamak gerekiyor mülteciler söz konusu olduğunda.
Tıpkı Viet Thanh Nguyen'in Kara Gözlü Kadınlar adlı öyküsündeki yaşlı kadının bir gece yarısı sohbetinde kızına dediği gibi: "Savaş olmasaydı, biz de şimdi Koreliler gibi olurduk. Saygon Seul olurdu; baban hayatta olurdu; sen evlenip çoluk çocuğa karışmış olurdun; bense manikürcü değil, emekli bir ev hanımı olurdum. Günlerimi arkadaşlarıma ev gezmesine giderek ve onları evimde ağırlayarak geçirirdim, öldüğümde de cenazeme yüz kişi gelirdi. Burada cenazeyi ayarlamak sana kalacaksa, yirmi kişi gelse şanslı sayarım kendimi. Beni her şeyden çok bu korkutuyor..."