Eğik Ağaçlar, Bölüşmek, Derin Yara, Evlerinin Önü, Beyaz Bir Kıyı derken, şimdi de Tek Kalan Fincan ile karşımızda Sevinç Çokum. Bu yıl, 10'uncusu düzenlenen İstanbul Edebiyat Festivali'nin onur konuğu olan Çokum'un son kitabı, içindeki 45 kısa öyküyle yazarın yarım asıra yaklaşan yazın hayatına atıfta bulunuyor gibi adeta. Eserlerinde görmeye alıştığımız geleneksel değerler, milli motifler, ahlakî hassasiyetler Tek Kalan Fincan'da da çıkıyor karşımıza; abartıdan uzak, kucaklayıcı, sade bir dil ile yine... Kitapta İstanbul'a dair hasretine değinirken, Fas'tayken yaşadıklarını anlattığı Beyaz Bir Kıyı'daki o içten teşbihi geliyor aklıma: "Tabağın bir yanına oturtulmuş limon sarısı enginar, bana İstanbul kadar yakın gelmişti..."
Türk edebiyatına pek çok değerli eser kazandıran Çokum, Tek Kalan Fincan ile bana bir zaman tünelinde yol arkadaşlığı ediyor. Öykülerini okurken içselleştirmeden duramıyorum. "Yürürken ayakkabıları gıcırdayan eski zaman adamlarını hatırlıyorum. O ayakkabılar özenle, el emeğiyle yapılıp tabanları kösele olduğundan gıcırdardı. Şimdi yeniyetme bir yazar gıcırdayan bir ayakkabıdan söz etse yanlış olur. Çünkü o gıcırdayan ayakkabılar artık yapılmıyor" derken 'Bir Beyoğlu Günü'nde, kendimi sorgulamadım değil. "Ne yapalım, biz de eskilerden aldığımız duyumlarla zenginleştiriyoruz anlatılarımızı" deyip geçiştirdim sonra kendimi.
NEREDE KALDI O GÜNLER?
Bir yanda kırılan oluklarımızdan ötürü camın mermerine asice vuran yağmur kulağımı çınlatadururken, aynı kulakta son 40 yılın en sıcak kışını yaşayacağımızı iddia eden uzmanların sesi... Tam o sırada sayfa 44'te yerkürece yaşadığımız iklim değişikliğine zarifçe değiniyor Sevinç Çokum. "İstanbul'un eskilerine sorun! Böyle sel, baskın yaşanır mıydı hiç? Çünkü dereler alır götürürdü suları; derelerin üzerinde de ev mev olmazdı tabii. İstanbul'da dereler yok edilmemiş, yola ve yerleşim alanına çevrilmemişti; dere dereliğini biliyordu." Cânım Dolapdere, Büyükdere, Ihlamurderesi ve pek çoğu da böylelikle bu hatıratta yerini aldı...
YILDIZLAR DA YOK ÜSTELİK...
Sonra yıldızların altında almaya çalışıyoruz soluğu, bir tanışından aktarıyor Çokum, "Şehrin ışıkları yıldızları engelliyor. Artık gökyüzünde yalnızca uyduları görüyor, uyduları yıldız sanıyoruz..." Gerçekten gönlü kırılıyor ama insanın. Yıldızlara bu kadar hasret kalmak mübah mı bize? Kozmopolitliğiyle övünen bir metropolün, yıldızlara da bir o kadar uzak kalışı diyorum yani, hak mı?
Göğü delen binalar, atmosferle boy ölçüşmeye kalkan kendini bilmez aydınlatma sistemleri... Neyse... İstanbul'da net ve bir hayli fazla olduğunu hatırladığım yıldızlı gecenin, en son 1998'de dedemin ölüm haberini aldığım güne denk geldiğini anımsıyor, üzülüyorum. Ve Sevinç Hanım tünelde yürürken yeniden konuşmaya başlıyor, "Halk arasında eski bir inanç vardır. Yaşlı ninelerimiz, bir yıldız kaydı mı birinin bu dünyadan ayrıldığını söylerdi. Hani inanasım gelmese de yıldızların şöyle kocaman bir kavis çizip belirsizlikte kaybolması yine de bana hüzün ve korku veriyor." "Bana da..." deyip, yeniden hatırlıyorum dedemi...
İNSAN VE EŞYA
Kitaba adını veren Tek Kalan Fincan öyküsünde de, diğer eşi kırılmış fincanları, insanın eşyayla olan bağı üzerinden öyle yumuşak anlatıyor ki Sevinç Çokum: ...bazen bir yerden bir yere taşınırken onları, belki eksikliklerini fark ederek gazete kâğıtlarına sarıp taşımışızdır. Kardeşlerini kaybetmiş, başka bir tabağa eş olmuş fincan ve tabaklar gün gün birikir. Çatlağı var diye uğursuz sayılıp atılan, kırıldığında "Cana gelecek olan mala gelsin!" denilen, sayısız fincan ve tabak... 2001'de yayımlanan Gece Kuşu Uzun Öter'de, "Bir kahve içimlik dahi birbirimizi göremedik. Artık böyle oldu. Artık bayramdan bayrama üç beş hatır cümlesini telefona sığdırıyoruz" dediği o insanla insan arasındaki ilişkiyi geride bırakmış gibiydi çoktan Çokum... Demesi gibi Rainer M. Rilke'nin: "Sizinle insanlar arasında bir ortaklık kurulamıyor mu, nesnelere yakın olmayı deneyin. Nesneler sizi terk etmeyecektir. Henüz geceler durmaktadır yerinde; ağaçlarda esen, bir sürü ülkeyi gezip dolaşan rüzgarlar yerinde durmaktadır."
TEK KALAN FİNCAN
Sevinç Çokum
Anlatı
149 s., 12 TL