S ekiz milyara yakın insanın düşe kalka, yuvarlana gide, ağlaya kahrola, güle oynaya yaşadığı bu yerkürede birkaç mütedeyyin genç var. Aslında oldukça fazlalar, ama kendi aralarında biraz birazlar... Umutlar, hayal kırıklıkları, yaklaşmakta olan 'en uzun ay' ve artık gelmiş olan 28 Şubat...
90'lı yılların İslâmcı gençliğini, Gezegenin Tamahkâr Çocukları'yla aktarıyor bize Mustafa Akar. Bitirim abilerle de karşılaşıyoruz üstelik: Necip Fazıl çıkıyor birden, "Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!", Sezai Karakoç geçiyor taş kemerin altından, "Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır!", Edip Cansever'le 'bir dedikodu gibi gelişiyor kış', 'dağların kokusundan fabrikalar acıkıyor' İsmet Özel'le.
İşte böylesi seneleri çocukların...
GARDENYA, KARIÇALI, ZAMBAK
"Mutluluk aklıma hep limandan ayrılan bir gemi silüeti getiriyor.
Gemi, motorunu çalıştırıp uzak denizlere hareket ediyor ve işte mutluluk dediğimiz şey de geminin limandan çıkana kadar geçirdiği o kısacık süre" diyor Zindan, arkadaşı Necati'ye. İşte onuncu sayfada yakalanıyorum öyküye. 25. Saat'i getiriyor aklıma bir de. Filmde Monty (Edward Norton) bir nehrin kenarında, geçen römorka bakıp şöyle diyor: "Hayat bu olabilir mi dersin? Bir römorkta çalışmak...
Her sabah nehirde olmak" ve fonda Terence Blanchard'ın film için bestelediği müthiş müzik!
İşte şimdi kaleci Necati giriyor devreye: saksıgüzelleri, küpeçiçekleri, akşamsefaları. Bağda bahçede görse tanımaz ama hayatının bir kısmını çiçek adlarını ezberlemeye vakfetmiş. Ülkenin kalkınmasını tartışırken, en nihayetinde Anadol pikabının kaputunun eşeklere yem olacağını söyleyen arkadaşına, "Ölürüm de Şahin almam!" diye karşılık verecek tok gözlü Necati... Necati'yi nasıl sakinleştiririz dersiniz? Sayarak: Gardenya, karıçalı, zambak...
ŞAİR PİA, VEFAKÂR ESER
Şiir yazan ve bir iş yerinde çaycılık yaparak geçimini sağlayan anasız-babasız Hatice Pia'yla tanışıyorum.
Zindan, onun Rilke'den medet dilendiğini iddia diyor. "Belki öyle değildi" diyorum içimden, Rilke'nin genç şair Franz Kappus'a yazdığı mektuplardan birini düşünüyorum, "...çünkü yaratıcı kişinin başlı başına bir dünya oluşturması, aradıklarının tümünü kendi içinde ve kendisiyle bağlantı kurduğu doğada bulması gerekir." Belki bu yüzden, eline geçen adres defterindeki tüm telefonları arayıp, hikâyesi en iyi olanı bulmak gibi bir fikri vardı Pia'nın...
Sonra Eser abi var... 80'li yılların hızlı solcularından.
Yedi sene içeride yatıp çıktıktan sonra, "Benim bu topraklara bir borcum var" deyip de, Anadolu'yu il il, ilçe ilçe dolaşarak, bu topraklarda ayak basmadığı hiçbir pafta kalsın istemeyen Eser abi.
KİMLER, KİMLER
Kimler yoktu ki Gezegenin Tamahkâr Çocukları'nda?
Sevdiği kızı alamayınca ölmeyi dahi beceremeyip morgdan son anda çıkarılan deli Berat... Bir gün gelir bulutların renginin neden beyaz olduğuna kafayı takar, bir gün gelir Cem Karaca'yla inletir ortalığı, bir gün gelir söğüt ağacı sanır kendini.
Sonra ailesini küçük yaşta kaybedince, akrabaları tarafından da istenmeyen siyasetçi Haydar. Okulu bitiremediğinden fırıncılık yapan, "O ekmeklerle beraber teker teker yandım piştim ben, hangi dünyanın hangi derdi beni yakacak merak ederim" diyen Haydar...
Necip Fazıl'ın dizinin dibinde yetişmiş, fındık ağaçlarının ve ineklerin verimini artırmak için İnek Kola diye bir icadın peşinde olan kimyager Selami de var daha... Ve daha birçok tamahkâr...
Dört şiir kitabı ve bir deneme kitabı var
Mustafa Akar, 1980'de Giresun'da doğdu. Şiir ve yazılarıyla daha çok Dergâh ve İtibar dergilerinde yer aldı. Küçük Bir Gökada, Tenezzül, Tüm Nefesliler, Berhayat adlı dört şiir kitabı, Ev Hali adlı bir deneme kitabı bulunuyor ve önümüzdeki dönemde Gezegenin Tamahkâr Çocukları'ndaki öykülerden birini romanlaştırmayı düşünüyor. Aslında Mustafa Kutlu'nun ifadesiyle 'uzun hikaye'leştirmeyi... Halen Lacivert ve SabitFikir dergilerinin genel yayın yönetmenliğini yürütüyor.