Türk edebiyatının usta kalemi, aynı dönemde dünya sahnesinde var olduğumuz için talihin bize iltimas geçtiğini düşündüğüm Selim İleri, yakın dönemde yaptığımız bir söyleşide şöyle diyordu:
"20-25 yıllık bir geçmişi ele alırsak edebiyatta geçmişten bütünüyle kopulmuş bir noktaya gelinmişti.
Yazarlar da, okur da güncel olanla ilgileniyordu. Bunun bir zincir olduğu, yazarların ve eserlerin de o zincirin birer halkası olduğu idraki kaybolmuştu. Türkçenin lezzetine varabilmek için bizim eski eserlerimiz çok önemli.
Türkçeyi doğru kullanmak isteyen yazar adayları ve okurlar için de bu eserler çok kıymetli..." İleri, Türkçe'nin gürül gürül akmakta olan bir edebiyatı olduğunu vurguluyor, okurun ve yazar adaylarının bu menbaı sonsuz ırmaktan kana kana içmelerini salık veriyordu.
Tanpınarların, Gürpınarların, Haşimlerin, Uşaklıgillerin, Karayların; içine doğup büyüdüğümüz bu güzel lisanla, edebiyatın, anlatımın sınırlarını zorlayan ve çizen nicelerinin eserlerini es geçmememiz gerektiğini öğütlüyordu. Çünkü edebiyat da pek çok alan gibi zincir zincir ilerleyen bir sanat dalıydı.
AYNI CÜMLEYE TAKILIP KALMAK
İşte elimizde öyle bir ilk roman var ki, sözcük dağarcığıyla, ruhun en derinine inen tespitleri ve fonuna çaktırmadan, ince ince yerleştirdiği -ancak hakiki edebiyat müptelaların duyacağı bir sesle- musikisiyle bizi Türk edebiyatının yukarıda saydığımız ustalarının lezzetli üslubuna, zengin dünyasına götürüyor.
Hodbinler, yazar Saruhan Doğan'ın ilk romanı.
Ama, Türkçe edebiyatın zengin mirasının üzerine kurulmuş bir bugün romanı... Lisanımızın zenginliğini öyle ustaca kullanıyorki Doğan, bir süre sonra neyi anlattığından çok nasıl anlattığına odaklanıyorsunuz.
Altı çizilecek satırlar alıp başını gidiyor!
Müthiş bir senfoniyi nasıl defalarca dinlemekten sıkılmıyorsanız, aynı paragrafa, aynı cümleye takılıp, defalarca okuma isteği geçiyor içinizden...
Bir uzun cümle zanaatkarıyla karşı karşıyayız:
"(...) Dimağı bu müphem idrakin vecd hali ile bulanıklaşırken ruhu karşısında duran güzelliğe doğru bir arzu ve vuslat çağıltısıyla akıyor, saadet hülyasıyla kamaşan gözleri elmastan birer cihan gibi parlıyor, mai gökyüzünün ve mai suların hiç son bulmayacak bir hazan mevsimini haber veren sükutlarının şefkat dolu tecellisiyle Taci o güne kadar hakikat bildiği alemden uzağa, bir rüya ülkesine uzanıyor, o güne kadar tahayyül edemeyeceği şiddette bir hissedişle hassas kalbinin pare pare titrediğini sadece aşıklara mahsus bir kabullenişle fark ediyordu. (...)" Hayran olduğu yazara içtenlikle bağlı, onun gibi keskin ve derin bir duyuşa sahip olmak için kalemini ince ince bileyen bir yazar romanın ana kahramanı. Yani roman içinde roman, alem içinde alem var Hodbinler'de.
İşin her türlü ustalığını, okuru elde tutacak numaraları ve söz sanatını iyi bilen usta bir zanaatkâr olan yazarımızın okurun gözü önünde kurguladığı romanının; zaafları, hülyaları, güçsüzlükleri, yetersizlikleriyle sayfalar arasında sürüklenen, acı çeken kahramanlarını şekillendirişine tanık oluyoruz. Okuduğu yatılı okul, oradaki ya da civarındaki karakterler üzerine kuruyor kitabı, romanın roman kahramanı yazar!
ZARİF BİR MİZAH
Kahramanların çocukluktan ilk gençliğe, yetişkinliğe değin yaşadıkları, hayat karşısında gösterdikleri tutumları çiziyor ana hattı. Yatılı okul yemekhanesinden ilk aşklara, kıskançlıklara varan iç içe geçmiş, bazen kesişen, bazen uzaklardan birbirlerine el sallayan hikayeler bunlar. Kahramanlarının çektikleri dünyevi acılardan ortaya çıkan trajedisi bol bir komediye götürüyor okuru, zaman zaman roman.
Yani ego denen vahşi atın, zaafların insanı hangi insanlık hallerine kadar sürükleyebileceğini, zarif ve dengeli bir mizahla okuyoruz Doğan'ın kaleminden.
Ezcümle, Hodbinler Türk edebiyatının zengin geleneğine selam duran, ustaca işlenmiş kurgusuyla ve zengin sözcük dağarcığıyla bir ilk romandan öte bir ilgiyi hak ediyor.
Roman, sadeleştirmek adına vaktiyle budanan Türkçenin hem sözcük hem de ruh ve anlayış açısından sonsuz deryasına götürüyor okuru.