"Duy beni yazılmış ve yazılacak olan bütün hikayelerin kadın kahramanları.
Bütün o yaşanmış ve yazılmış olan,
Bütün o yaşanmamış ve yazılmamış olan
Hikâyelerin kadın kahramanları...
Dünyanın çevresinde döndüğü asıl güneş, çağların gerçek sahibi, gerçek yazıcısı tarihin,
bir anda en güçlü hükümdarları yerle bir kılan en güçlü kumandanları köle, en zelil köleleri hükümdar kılan,
tutsakları en derin aydınlıkta hür, hür olanı en koyu karanlıkta tutsak kılan,
hükümsüzü birden bire hükümlüye çeviren,
hükümlüyü birden hükümsüz eden."
Nazan Bekiroğlu dizelerinde hakkını verir hikayelerin kadın kahramanlarına... Yazın hayatının gölgede kalmış kahramanlarıdır onlar. Oysa erkek egemen olarak tarif edilebilecek edebiyat dünyasında kadın karakterler belki de sadece kadın olmaları sebebiyle bir adım öne çıkar, okuru kalbinden yakalar ve eser boyunca sürükler. Çoğu zaman erkek yazarlar tarafından şekillendirilerek edebiyat kanonuna dahil edilen bu kadın karakterlerin çoğunun ortak özelliği güçlü, dediğim dedik ve tutkulu olmaları. Kimi aşklarıyla öne çıkıyor, kimisi iki arada bir derede kalma halini muazzam şekilde betimliyor. Ancak her halûkarda gerek kitap sayfaları aracılığıyla gerek beyazperdedeki yansımalarıyla toplumsal hafızamıza imzalarını atıyor, hayatı algılayış biçimimizi değiştiriyorlar. İşte yerli ve yabancı kadın karakterler...
Halit Ziya Uşaklıgil
Aşk-ı Memnu - Bihter
(1899)
Roman tarihine adını yazdıran yasak aşkın romanı Aşk-ı Memnu. Romanda Bihter maddi kaygıların da etkisiyle yaptığı evlilikte bir süre sonra gerçek bir mutsuzluğun ve duygusal boşluğun içine düşer. Bu ruh haline bir de aynı çatı altında yaşadığı yasak aşk da eklenince karşımıza acıları, hırsları ve gelgitleriyle yalnız başına mücadele eden öfkeli ve öfkeli olduğu kadar da kederli bir kadının hikâyesi çıkar. Yaşanılan toplumsal dönüşümü anlatma kaygısı taşımasa da altı çizilen yaşam pratikleri ve alışkanlıkları doğrultusunda dönüşümün dinamiklerini bize satır aralarında veren bu hikâyenin yalnız, kederli kahramanı Bihter de döneme bakma açısından önemli bir yerde durmaktadır.
Halide Edip Adıvar
Han
(1912)
Halide Edip Adıvar, Handan romanında, bir yandan 20. yüzyıl başlarında Osmanlı aydınlarının savrulmuşluğunu anlatırken, diğer yandan Handan üzerinden dönemin kadın-erkek ilişkilerini irdeler. Handan edebiyat eleştirmenlerince Türk edebiyatında kadın psikolojisini anlatan ilk eser olarak tanımlanıyor. Handan 2. Abdülhamit döneminde yetişen, güzel terbiye alan, bilgi peşinde koşan, genç yaşlarında dahi kalbine hislerine yenik düşmeyerek aklıyla hareket eden bir karakterdir. Kitabı okurken acaba daha az şüphe duyup sevdiğine güvenseydi hayatta daha başarılı ve mutlu olur muydu diye düşünmemek elden gelmez ve Handan kadın psikolojisinin edebiyatta sahneye çıkışı olarak hafızalarımızda yer eder.
Reşat Nuri Güntekin
Çalıkuşu - Feride
(1922)
Reşat Nuri Güntekin'in yarattığı Feride karakteri yaratılmak istenen Cumhuriyet kadınının edebiyatta vücut bulmuş halidir adeta. Batı eğitimi almış, ayakları üzerinde duran, tek başına Anadolu'ya gidip öğretmenlik yapabilme ülküsünü taşıyan, hem hayatla hem de taşranın karanlık yüzüyle mücadele edebilecek cesarette bir kadındır.
Taşrayla, İstanbullu kimliğiyle ve kendiyle savaşı kadar başına bela olan güzelliği sebebiyle erkeklerle de mücadele etmektedir Feride ve bu sebeple de edebiyat tarihimize unutulmaz bir iz bırakır.
Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna- Maria Puder
(1943)
Maria Puder ile Raif Efendi'nin aralarında geçen aşk hikâyesini anlatır Kürk Mantolu Madonna adlı romanında Sabahattin Ali. Romanın kadın karakteri Maria Puder'in kendisi bir kişi olarak görünmeden önce yaptığı resimle Raif Efendi'nin ve de okurun karşısına çıkar.
Raif, Maria'yı yani Kürk Mantolu Madonna'yı tutkulu bir aşkla sevmektedir ve tüm yaşamında sadece onunla olduğu zaman diliminde ruhen yaşamıştır. Maria Puder, Berlin'deki Atlantik adındaki barda şarkı söylemektedir.
Orada çalıştığı yıllar boyunca erkekler hakkında edindiği bilgi ve tecrübelere dayanarak hepsinin güvenilmez olduğunda karar kılmıştır. Kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, kimseyi sevemeyen biridir. Kimseyle çok yakınlaşmaktan hoşlanmaz.
Raif Efendi'nin ona âşık olduğuna inanması ve hislerine karşılık vermesi oldukça uzun sürmüştür. Hem Raif Efendi hem de Maria Puder yıllardır aradıkları kişiyi bulduklarını düşünmüş ve aşka inanmaya başlamışlardır. Maria Puder o zamana kadar Raif Efendi'nin tanıdığı, bildiği kadınların çok dışında bir profil çizer. Kendini inşa eden bir birey olarak kadındır.
Romanın ilerleyen sayfalarında modern Batı uygarlığında bile bir kadının kendini inşa etmesinin, özgür bir birey olabilmesinin ne denli zor olduğu anlatılır. Cumhuriyet'in ilk dönem romanlarında kadınların özgürleşmesi meselesi zaman zaman değinilen bir konu olmakla beraber karakterler, Türk ve Müslüman kadınlar olduğundan ancak fedakâr eş, öğretmen, yoldaş, anne gibi toplumsal rollerle sınırlı tutulurlar.
Sabahattin Ali konuya daha evrensel bir düzeyde girmiş, romanını bu gerilim üzerine oturtmuştur. Ve son analizde, kuşkusuz romanın çoksatanlar listesinden hiç inmemesinin en önemli sebeplerinden biri de Maria Puder'dir.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Huzur-Nuran
(1948)
Tanpınar'ın klasikleşen romanı Huzur'da Nuran genç yaşta kocasından boşanmış bir çocuğuyla birlikte İstanbul'da annesiyle yaşamaktadır. Kültürlü, güzel ve olgun bir kadındır. Aldatılmış olmanın hayal kırıklığıyla birlikte karamsardır. Mümtaz'la tanıştıktan sona ondan etkilenir ancak çocuğu ve çevresel etkiler sebebiyle aşkından vazgeçer.
Nuran hüzünlü bir karakterdir. Nuran'ın yaşadıkları onu değiştirmiştir ve belki de Nuran karakterinin yüreğimize hitap eden yanı budur. Mümtaz'a onun kendisine beslediği kadar coşkulu bir aşkla bağlı değildir. Roman boyunca çok az cümle sarf eder, güçlü ama sessizdir. Nuran'ın hayatında özel olarak kendisine ait herhangi bir şeyi yoktur, hayatı ve kaderi bile kuşaklar öncesinin ölüleri ve şarkıları tarafından çizilmiştir.
Suat Derviş
Fosforlu Cevriye
(1968)
Fosforlu Cevriye'yi bilmeyen var mıdır? O Yeşilçam'ın gözbebeklerinden biri olarak bilinir ancak edebiyat dünyamızda da yeri büyüktür.
Yaratıcısı burjuva bir Osmanlı çocuğu olarak başladığı hayatına solcu, toplumsal gerçekçi bir yazar, bir aydın olarak devam etmeye çalışmış Suat Derviş'in ta kendisidir.
Fosforlu Cevriye de onun bu duyarlıkla yarattığı İstanbullu bir sokak çocuğu, bir sokak kadınıdır.
Bir yıldızdan dünyaya düştüğünü zanneden, yüreği saf, ağzı bozuk bu sokak kızı edebiyatımızın halen zihinlerde yaşayan en canlı kahramanlarındandır.
Sevgi Soysal
Tante Rosa
(1968)
Tante Rosa, Sevgi Soysal'ın, sinemaya da uyarlanan en özgün eserlerinden biridir. Bir roman bütünlüğüne sahip olacak şekilde birbirine ustalıkla bağlanmış 14 hikayenin ana konusu kadınlık ikilemleridir. Sevgi Soysal'ın, o kendine özgü ironisiyle anlattığı Tante Rosa, yaşamın kurallarına ve sınırlandırmalarına başkaldıran, ancak kadınlığına hapsolduğu için hep yenilen biridir. O, "Bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır."
Tante Rosa 60'lı yıllardan sonra çizilen kadın karakterler gibi sadece siyah ve beyazdan ibaret değildir. Zaafları, korkuları, öfkeleri, hevesleri ve yalnızlıkları vardır. Bu yüzden de birer parodiden öte ve gerçektirler.
Şule Yüksel Şenler
Huzur Sokağı-Feyza
(1969)
Huzur Sokağı, 1970'lerin başında yayımlanmış, günümüzde de okunmaya devam eden yüzlerce baskı yapmış önemli bir roman. Yazarı 1938 doğumlu Şule Yüksel Şenler İslami kadın hareketi açısından çok etkili bir isim. Tek bir kuşağı değil, en az üç kuşağı etkilemiş, birçok kişiye hem başı örtülü, hem de üniversite okuyabilen, "hidayete ermesine" vesile olan, erkek yanında olmasa bile tek başına imanı ile ayakta durabilen Feyza'nın hikâyesini anlatıyor. Feyza ile Bilal'in aşkı bundan tam 43 yıl önce Huzur Sokağı'nda başladı. Bilal, dinine düşkün, iyi ahlakıyla bilinen, yakışıklı bir üniversite öğrencisi; Feyza ise gelenekleriyle yaşayan mahalleye sonradan gelen, Bilal'in tam tersi bir hayat süren, güzel kızdı. Farklı yaşam tarzları, aşklarına engel olamadı ama bu aşk tamamına da eremedi; hiç kavuşamadı Feyza ile Bilal. Öylesine güçlü, çarpıcı ve ibret dolu bir aşktı ki bu, birçoklarına ilham oldu. Feyza da edebiyatımızdaki kadın karakterler listesine en üst sıralardan yerleşmiş oldu.
Esmahan Aykol
Kitapçı Dükkanı - Kati Hirschel
(2003)
İstanbul'a yerleşen ve Tünel'de salt polisiye kitaplar satan bir kitabevinin sahibesi olan Kati Hirşel'le tanıştırıyor bizi serinin ilk kitabı olan Kitapçı Dükkanı'nda Esmahan Akyol. Son yılların en önemli kadın dedektif kahramanı demek yanlış olmaz Kati Hirşel için. Alman asıllıdır Kati ama Türk gibi hissedip, Türk gibi yaşamaktadır. Çok iyi bir polisiye okuru olan Kati, içindeki amatör dedektifin sesine kulak vererek geçmişin izini sürmeye, işin içine giren sayısız kişi yüzünden Arapsaçına dönen ilişkiler yumağını çözmeye karar verir. Soluk soluğa okunacak bir serüvene atılır.
Beyazperdede başrol kadınlarda
Sinemamızın ilk roman uyarlaması 1919'da Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Mürebbiye romanıyla gerçekleşse de, sinemacıların edebiyat uyarlamalarına asıl yönelişi 1950'lerde gerçekleşti.
Yeşilçam'da 1950'lerden sonra Kerime Nadir romanlarının uyarlamaları ilk örneklerini vermeye başladı. Nadir'in romanlarındaki kadınlar beyazperdede hakimiyetlerini ilan etti. Klasik klişelerle dolu bu romanlarda zengin kız-fakir oğlan aşkı en çok işlenen konulardandı.
Uyarlamaları sık yapılan bir başka yazar da Reşat Nuri Güntekin. Özellikle Çalıkuşu defalarca dizilere konu oldu. Osman F. Seden, Çalıkuşu'nu 1966'da beyazperdeye aktardı, 1986'da TV dizisi olarak yeniden çekti. İlkinde Feride'yi Türkan Şoray canlandırdı, ikincisinde ise Aydan Şener bu rolle yıldız oldu. Son yıllarda ise dizi uyarlamasıyla tekrar hatırlanan Çalıkuşu'nda başrol Fahriye Evcen'indi.
Suat Derviş'in ilk kez 1968'de roman olarak okuyucuyla buluşan Fosforlu Cevriye'sini, çoğu kişi belki Şoray ile Kadir İnanır'ın başrollerini paylaştığı filmden tanır. 1972'de Derviş tarafından senaryolaştırılıp Devlet Tiyatroları'nda yerini aldı.
Sevgi Soysal'ın Tante Rosa'sı beyaz perdeye aktarılan bir başka eser. Roman Işıl Özgentürk tarafından Seni Seviyorum Rosa ismiyle sinemaya da uyarlandı.
Roman uyarlamaları denince yakın zamandan aklımıza düşen önemli eser kuşkusuz Aşk-ı Memnu. 1975'te TRT'de yayınlanan ilk yerli dizi Aşk-ı Memnu'nun yönetmeni Halit Refiğ idi. Müjde Ar, Salih Güney, Itır Esen gibi isimlerin rol aldığı bu macera altı bölüm sürdü. Ancak 2008'de yayınlanan ve 79 bölüm boyunca tüm Türkiye'yi ihtiras ve entrikaya sürükleyen son model Aşk-ı Memnu edebiyat uyarlamaları arasında en efsane örnekler arasında girdi.
Güçlü ve aşık kadınlar
Batı edebiyatında kadın karakter denince akla ilk olarak ağabeyini gömebilmek için iktidardaki erkeğe karşı tek başına mücadele veren Antigone geliyor. Sofokles'in yarattığı Antigone, Lady Macbeth, Jeanne d'Arc'ın öncülü, çağının en önemli kadın karakteri.
Peki, boyun eğmeyen bu güçlü kadınları kimler takip ediyor? Elbette aşkları için her şeyi göze alabilen kadınlar. Mesela Tolstoy'un kaleme aldığı Anna Karenina. Anna Karenina'nın ana teması, her şeyden önce Rus ailesi. Aşkın peşine takılmasına karşın, iyilik timsali kocasının yaklaşımıyla bir tür vicdan hesaplaşmasına baskısına yiğitçe göğüs geriyor, ama sevdiği adamla onu suçlu hissettiren kocası arasında kalmanın bedelini epeyce ağır ödüyor. Anna Karenina şüphesiz o dönemin Rusya'sının toplumsal değerlerini de okuyucuya aktaran bir araç ve unutulmaz bir kadın figürü.
Ya Madame Bovary? Romanda doyumsuz tutkuların ağında mutluluk hayalleri kuran Emma Bovary, gördüğü bayağılık ve ihanetle yıkılıyor. Yaşayamayacağı bir aşk için şöhretini ve gururunu ayaklar altına alıyor. Sonunda aşk acılarıyla kıvranarak pişmanlık içinde hayatına son veriyor.
Kadın kahramanlardan bahsedip Mrs. Dalloway'i anmamak olmaz elbette. Clarissa Daloway'in bir gününü anlatan romanda Clarissa özgürlüğüne düşkün bir kadındır. Fakat bu özgür ruhlu kadın, diğer yandan, aristokrat yaşama özenmektedir. Bu sıkışmışlık içinde var oluş mücadelesi veren Mrs. Dalloway adını edebiyat tarihine altın harflerle yazdırır.