Dünyanın en düz, en serüvensiz yaşayan insanlarından biriysen nasıl olur da "Sana her zaman söylüyorum, senin yüzünde gülmek var/ bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa" diyebilirsin? Çocukken Şehzade Camii'nde kira ile bindiğin bisikletleri, Saraçhanebaşı'ndaki tatlı erik hırsızlıklarını, yağmurlu havalarda sinema kapılarında beklemeyi, Yenikapı'daki kum-kömür iskelesinden denize girmeyi unutmuş olamazsın Edip. En çok da Kapalıçarşı'daki dükkânın asma katında kendinle ve kaleminle baş başa kalmayı, esnaflığa tercih edişini: Sandalbedesteni sokak, numara 32. Bir de kaçıp kaçıp, 'o güzelim, o sessiz' Millet Kütüphanesi'ne gitmelerin, eski sanat ciltlerine dalışların var... İçindeki şiirin yolculuğu öylesine sürekli, öylesine molasız ve öylesine uzun ki... Mısralar! İşte dünyanın en büyük sergüzeşti ve bir Edip ki, usanmayan bir seyyah bu uğurda...
BIKTIĞI ŞİİR: MASA DA MASAYMIŞ HA!
İlk şiirin İstanbul Dergisi'nde yayımlanıyor, henüz Ahmet Hamdi Tanpınar seni Tünel'deki Narmanlı Yurdu'na davet etmemiş, kocaman bir çay fincanıyla kahve de sunmamış daha ve yüzünde hiçbir bıkkınlık ifadesi olmadan şiirlerini de okumamış ve dememiş: Bu şiirler çok güzel, hepsi de çok güzel; ama hiçbiri şiir değil... Kendine giden yolun kapısını biraz daha aralamış Tanpınar, kendini aramanın belki... Sıra geliyor ilk şiir kitabına: İkindi Üstü ve yaşamın boyunca kurtulamadığın 'Masa da Masaymış Ha'nın içinde bulunduğu bir başka şiir kitabın, Dirlik Düzenlik... Soyut, somut ne var koyarsan masanın üstüne ve böyle güzel yazarsan kurtulman olanaksız: Adam yaşama sevinci içinde/masaya anahtarlarını koydu /bakır kâseye çiçekleri / ... / Pencereden gelen ışığı koydu/ bisiklet sesini, çıkrık sesini/ ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu. Ahmet Muhip Dıranas da Fahriye Abla'dan bıkmıştı yani ne var? Şöyle demişti sana, "Her şairin, bıktığı bir şiiri vardır."
ÖNCE KÂĞIT, SONRA DAKTİLO
Sıradan bir uğraş olmayan şiirin düzenli ve sürekli bir çalışmayla elde edilebileceği düşüncesine oldukça yabancı olduğunu söylesen de, genellikle öğle saatlerinde biten şiir çalışmaların bende şu kronolojiyi canlandırıyor: Siyah iplik, beyazından ayrılıyor ve fecir ağarmakta. Sığınağın saydığın cam önlerinden birinde güneşin doğuşunu izliyorsun, yüzünü yıkamak için henüz acelen yok. Gün, ilk ayıltını savuracak kadar kuvvetli. Belki bir çay demliyorsun, aç karnına miden bulanmasın diye ufak bir ekmek atıyorsun ağzına... Beyaz kalan boşlukları da, kalemin kararttığı siyahlıkla puslanmış kâğıtlarına -saman kâğıt kullanmadığını söylemişti kızıngöz atıp yeniden başlıyorsun. Önce kalem, sonra daktilo çünkü... Ve işte bitti: Gecem avurtlarım gibi çöktü/ ve çöktüm/ sabahım, sabahlarım/ kabından taşan sütler gibi büyüdü. Sonra, 'kafanda sözcüklere dönüşmemiş bir ses akımıyla' yeni bir şiire başlıyorsun ve birkaç dizeyi yazdıktan sonra onları, içinde bulunduğun ruh haline yaklaştırarak istediğin sesi elde etmeye çalışıyorsun. Adında ne vardı Edip? Sanki çok çabuk eskimenin, yer yer anlaşılmazlığın, gereksiz bir aceleciliğin, bıkmışlığın, o ateşsiz cehennemlerle eşleşmenin, uzaklar uzaklar uzaklarla çiftleşip, anlamını kendinin bile bilmediğin bir takım ülkelere sahip çıkmanın yanları mı dersin?
YENİ YALNIZLIKLAR BULMALI
İçinde, dışında kalan tüm kalabalığa rağmen şairane bir yalnızlık vardı. Zaman zaman tüm soğumalarına ve uzaklaşma dürtülerine rağmen insanın insandan başka dayanağı olmadığını biliyordun; çünkü yalnızlık dediğin şey, kendini ayırmadan çok, kendine yönelip, kendini daha yakından inceleme yetisi olmalıydı: Bir kişi bile değilim yalnızlıktan/ gözlerim ormanlara asılı/ ağaçlar, kırlar ve şehirler geçiyor kaputumdan. Yalnızlıktan korkmuyordun, korksaydın Erdal Öz'e şöyle demezdin mektubunda, "Eskittiğimiz yalnızlıklar işe yaramıyor, yeni yalnızlıklar bulmalı, bulmalı ki insanın anlatacak şeyleri olsun." Mektuplar! Çirkin burunlu Cyrano'nun güzel ruhuyla demesi gibi: Her şair, cebinde mektup taşır.
FAZLA ŞİİRDEN ÖLDÜ EDİP CANSEVER
Denizi çok severdi Edip Cansever, 'gözleri, bir balığın onu tutma denizlerinde'ydi. En nihayetinde arkadaşı balıkçı Nuri ile Reisin Teknesi adını verdikleri yeni yol arkadaşlarıyla Hayırsızada açıklarında, çapari yapıp balık avlamaya başlamıştı. Bir kaçıştı belki açık, mavi deniz... Yeni şiirleri kovalamanın yolu, kıyılardan kaçmaktan geçiyordu bazen. Şiir! Eski Roma tanrılarından İanus'un başı gibi, bir yüzü başlangıçta, bir yüzü sonda... Hep şiir yazdı Edip, uslu bir usanmazlık içinde, yalnızca şiir. "Hiçbir zaman çok büyük arkadaş olmadık. Ama her zaman, herkesten daha iyi arkadaş olduk" diyen Cemal Süreya'ya şu dizeleri yazdırtacak kadar: Yeşil ipek gömleğinin yakası/ büyük zamana düşer/ her şeyin fazlası zararlıdır ya/ fazla şiirden öldü Edip Cansever.