Osmanlı İmparatorluğu'na damgasını vurmuş padişahlar arasında en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz II. Abdülhamid. Atalarından devraldığı tahtta en uzun oturanlardan biriydi. 33 yıl süren yönetimi İttihatçılar tarafından kesilmeseydi belki de Kanuni Süleyman'a yaklaşacaktı.
Bu yıl ölümünün 100. yıldönümü. Birçok etkinlikle anılıyor. Dünyanın dört bir yanına dağılmış hanedan üyeleri bu vesileyle Türkiye'ye geldi. Hatıraları, düşünceleri, eylemleri, izlediği politikalar, bıraktığı miras, hataları, kişiliği; tarihçiler, akademisyenler ve bilim adamları tarafından ele alındı. Dizisi ise ilgiyle izleniyor.
Osmanlı tarihinde onun kadar övülen ve bir o kadar da eleştirilen padişah olmamıştır. II. Abdülhamid, 1876'da emperyal bir imparatorluğun başına geçtiğinde, dünya büyük sarsıntılar yaşamaktaydı. Hem imparatorluğun hem de Avrupa'nın her anlamda dönüşümler yaşadığı; siyasi, ekonomik, kültürel, toplumsal çalkantıların art arda sıralandığı bir dönemde tahta oturdu.
Saltanatında; yeni resmi ideolojisiyle, siyasi rejimiyle, modernleşme projeleriyle, dış politikasıyla, devlet ve toplum büyük dönüşümler yaşadı. Daha sonra tahta çıkacak kardeşi 5'inci Mehmed ve son olarak Vahdeddin'le imparatorluk tarihe karışacaktı. "II. Abdülhamid, Osmanlı'nın yıkılışını geciktirmiştir" denmesi boşuna değildir, bu yüzden imparatorluğun son büyük padişahı olarak anılmaktadır.
AVRUPA TURUNA ÇIKTI
Şehzadeliğinde padişah amcası Abdülaziz'le büyük bir Avrupa turuna çıkmıştır. Batılı hayat tarzını, geleneklerini, protokol yöntemlerini görme fırsatı bulmuştu. Yeni gelişen teknolojileri, buluşları yerinde incelemişti. Hepsinden önemlisi uluslararası diplomasinin incelikleri hakkında fikir sahibi olmuştu. Bütün bu gözlemler ileride devlet sorumluluğunu yüklendiğinde Sultan'ın çok işine yarayacaktı.
Osmanlı'nın büyük toprak kayıpları yaşadığı bir dönemde başa geçen Abdülhamid, Türk-Rus savaşını kucağında bulmuştu, Yunanistan'la savaş da kaçınılmazdı. Dünyayı sarsan ekonomik kriz zaten büyük borca girmiş imparatorluğu derinden sarsmıştı. Mali disiplini sağlayıp; büyük imar, eğitim ve kültür hamlelerini hayata geçirmiştir.
Klasik müziğe, operaya çok düşkündü. Resme ve çiniciliğe meraklıydı. Özellikle marangozluğu dillere destandı. Yıldız Sarayı'ndaki kütüphanesinde onlarca kitap vardı. Cinayet ve polisiyeye düşkündü.
Abdülhamid Han, iyi derecede Fransızca, Arapça ve Farsçaya hakimdi, yabancı devlet adamlarıyla ve diplomatlarla espriler yaparak sohbet ettiği de bilinmektedir. Dış politikada atalarının izini takip etmiştir. Avrupa'nın dengelerinin boşluklarını tespit etmiş ve bunlardan yararlanmıştır. Diplomatik zekası elçilerin ve devlet adamlarının dikkatinden kaçmamıştır. (Bu konuda daha fazla bilgi için tarihçi Feroze A. K. Yasamee'nin Abdülhamid'in Dış Politikası/Düvel-i Muazzama Karşısında Osmanlı kitabı.)
Bir başka husus da Cumhuriyet dönemini ziyadesiyle etkilemesidir. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran siyasi ve askeri kadrolar, Abdülhamid'in kurdurduğu okullardan yetişmiştir. Değerli tarihçi Prof. Dr. Kemal Karpat'ın değerlendirmesi her şeyi özetlemektedir: "Bugünkü Türkiye'yi kuracak temeller, Sultan Abdülhamid'in iktidar döneminde atılmıştır. Onun zamanında kurulan meslek okulları, ilkokul sisteminin yaygınlaşması, yapılan kara ve demiryolları, kurulan işletmeler ve daha birçok eser, Osmanlı Devleti'ne gerçek manada çağdaş medeniyeti getirmiştir. Bu, doğmakta olan Osmanlı-Müslüman milletinin maddi temelini oluşturmuştur ki, bu temel olmaksızın Cumhuriyet kurulamazdı."
Haydarpaşa ile Sirkeci garları, askeri binalar, üniversiteler, camiler, hastaneler, medreseler, çeşmeler, köprüler ve sayısız imar faaliyeti Abdülhamid'in kalkınmaya verdiği önceliği göstermektedir.
En çok eleştirilen yanı siyasi tarafıydı. Kanuni Esasi'nin kabul edilmesi, Meclis'in kurulması, Birinci Meşruiyet'in ilanı onun dönemindedir. Ancak Meclis'in feshedilip, hafiye sisteminin kurulması da onun dönemindedir. O dönemin aydınları tarafından baskı rejimi kurmakla çok yerildi.
Şehzadeliği sırasında önce amcası sonra da abisinin padişahlıktan azledilmesini görmesinin onda derin bir etki yaptığı aşikardır. Annesini, dedesini ve babasını veremden yitirmesi de sağlığı konusunda hassas olduğunu göstermektedir.
SAVAŞIN BİTİŞİNİ GÖREMEDİ
Vehimli biri olması ve Yıldız Sarayı'na çekilmesi son yıllarında yaşadığı zorluklardır. 1909'da tahttan indirilip Selanik'e sürgün giden Abdülhamid, Balkan Savaşı patlayınca Beylerbeyi Sarayı'na yerleşmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın başladığını görmüş, o yıl yani 1918 Şubat'ında vefat etmiştir. Cenazesi büyük bir törenle kaldırıldı. İstanbul sokaklara döküldü.
Savaş yılları boyunca onu tahttan indiren İttihatçıların başta Enver Paşa olmak üzere sık sık görüşlerine başvurduğunu biliyoruz. Özel doktoru Atıf Hüseyin Bey'in sohbetlerinden tuttuğu günlüğü sayesinde çeşitli meseleler hakkındaki düşünceleri kitap haline getirilmiştir.
Özetle; Abdülhamid bizimdir, bizler de onların devamıyız. Bu tartışma götürmez bir gerçektir. İmparatorluk ömrünü tamamlamış yerine cumhuriyet gelmiştir.
Prof. Şükrü Hanioğlu geçen pazar gazetemizdeki yazısında önemli bir uyarı yaptı: II. Abdülhamid'in tarihselleştirilmesi alanında ciddi yol alınmış durumdadır. Buna karşılık onu yaşadığı dönemin tarihi bağlamından çıkartan imaj düzeltimi ise başka bir uca savrulma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Okuyarak, tartışarak ve bugünden o dönemi sübjektif yargılarla değil kendi bağlamında ele alarak değerlendirmeliyiz. İlber Ortaylı'nın dediği gibi; tarih yakasına yapışılıp hesaplaşılacak bir şey değildir.