Hani, 80'lerin tanıdık bir televizyon klişesi vardı: "Lütfen alıcılarınızın ayarlarıyla oynamayın" diye... İşte bu nazik uyarıyla okumanızı salık vereceğimiz bir kitap var elimizde. Gerçekle hayalin, rüyayla 'hakikat'in el ele verdiği, iç içe geçtiği bir kitap Kontemporari İbrahim Efendi'nin Rüyaları.
Sabah yazarı İbrahim Altay'ın dördüncü kitabı. İlk olarak 2012'de yayımlanan, sokağın sert kurallarına göğüs geren evsizlerin dünyasına, gazeteciden öte halden anlayan bir 'ahbap', bir kader ortağı olarak sızdığı Evsiz kitabıyla her yönüyle farklı bir yazar olduğunun sinyallerini vermişti Altay.
Kontemporari İbrahim Efendi'nin Rüyaları'nda ise bu kez mitoloji, tarih ve hatta tasavvuf okumalarını mizahla harmanladığı bir dille; başka bir elde yazının çıkmaz sokaklarında kaybolabilecek pek çok dünya gerçeğini usta bir kurguyla, su gibi akan bir üslupla okuyucuya sunuyor Altay.
HAFİYELİKTEN YAZARLIĞA
Efendim, Dahiliye Nezareti'nde görevli başarılı baş hafiyemiz İbrahim Efendi, padişah kendisini sarayda kurduğu hafiye teşkilatının başına geçirmek istediği anda hayat yorgunluğunu bahane edip, geri kalan ömrünü sanata, ilme ve meftunu olduğu yazarlığa vakfetmek istediğini söylüyor ve onayı alıyor.
Kahramanımız İbrahim Efendi, kitabın bölümlerini kendi üslubuyla şöyle özetliyor: "İlk kısımda Dünya ahvalini tetkik ettim. İkinci kısımda milletimizin bilinmeyen tarihine dair bazı sırları açıkladım. Son bölümde şahsen tanımakla müşerref olduğum eşhasın tercüme-i halini kayda geçirdim."
İşte tam bu noktadan sonra, merhum Filibeli Ahmet Hilmi, meşhur Âmak-ı Hayal romanında nasıl okuyucuyu rüyadan gerçeğe, hayalden hakikate götürüp tasavvuf ve insan olmanın sırlı iklimlerinde, bulutlar üzerinde bir yolculuğa çıkarıyorsa, İbrahim Efendi de göz açıp kapayıncaya kadar Dünya tarihinin bilinen, az bilinen pek çok durağına, dönemecine uğruyor, bizi de götürüyor. 'Uğruyor' diyoruz çünkü, İbrahim Efendi bizzat anlattığı her olayın içinde. "Eflatun Efendi ve Aristotales Beyler ve şürekası" ile hasbıhal edip bizi felsefenin köklerine götürüyor mesela. Bu şenlikli ekiple mağara duvarlarına kurt, tavşan, baykuş gibi hayvanların suretlerinin aksettirilip, daha sonra Eflatun'a "Mağara ve Gölgeler" nazariyesini yazmaya ilham verecek gece kendisi bizzat orada...
ZEUS'LA HERA'NIN DÜĞÜNÜ
Zamandan zamana, âlemden aleme akan bu İbrahim Efendi, Zeus ve Hera'nın düğününde de bizzat onur konuğu... Hatta şöyle anlatıyor o geceyi: "Hera'ya meftun olan bazı kendini bilmezlerin düğünü basıp gelini kaçırmasından korkan Zeus, hepimizi bir adaya toplamıştı. Zifaf günlerinde kendisini rahatsız etmeyelim diye de her birimiz için onar cariye ayarlamıştı. Şubat ayının ortalarıydı. Hatta sanırım 14'üydü..."
Ama adı üstünde, kendisi 'kontemporari'... O yüzden içinden geçtiği her tarihi olaya bugünün algısıyla bakıyor. Yer yer, kült olmuş ekran karakteri 'Heredot Cevdet' tadı alıyoruz. Misal, yine Zeus ve Hera'nın düğün gecesine ilişkin şu anekdot: "Nefsimizi işret alemlerine öylesine kaptırmışız ki, bir süre sonra düğüne katılan herkes kendisini, hâşâ, tanrı ilan etmeye başladı. Hikâyeler uydurup tabiat olaylarını aralarında paylaştılar. Biri kendisini şimşek tanrısı ilan etti, öbürü rüzgâr... Cemiyet içindeki gönül işlerini tanzim etmek için dahi bir post vardı fakat fakire bir vazife kalmadı."
İbrahim Efendi mitolojiyle başlıyor ama orada kalmıyor tabii ki. Şamanizmin anlam dünyasına da giriyor, Endülüs'e de açılıyor. Tasavvufun ordinaryüsü İbn Arabi hazretleriyle de tanışıyor. İbn Batuta'yı "başka memleketlerde neler olduğunu araştırması için görevlendiren" de bizzat kendisi... İslam âleminde tıp, mimari ve daha birçok sahada kaleme alınan eserin de tanığı. Tekkede çile de dolduruyor kahramanımız.
Dünya, İslam ve Türk tarihine dair pek çok meselenin, olayın içinden geçerek, tanıklık ederek, bu satırlara sığdıramayacağımız pek çok detayın hakkını vererek yakın tarihe de uğrayarak noktalıyor kitabı İbrahim Efendi. 80 darbesi döneminin alengirli dünyasına da bizzat şahit oluyor: "(...) Kenan Evren, vaktiyle kudretli bir paşa idi. Bendeniz kendisini vurarak, adım adım yaklaşmakta olan darbeye mani olacağım endişesiyle ile peşime hafiyeler taktı. Fakir-i pür taksir, yani bendeniz, memlekette barınamayıp Almanya nam memlekete hicret etmek zorunda kaldım."
Ezcümle, Kontemporari İbrahim Efendi, bir nevi sırtını hakikate yaslamış 'rüyaname'sinde size, tarihi bilgiyi çıtası yüksek bir mizah duygusuyla hafif hafif, sıkmadan, akıcı bir üslupla enjekte ediyor. Doğrusunu söylemek gerekirse eli de çok hafif İbrahim Efendi'nin...