Dışarda gürül gürül akan bir dünya/Bir ben uyumadım diyor Ahmet Arif. İşte o uyumayanlar arasında Yusuf Atılgan'ın kahramanları da vardır. Akan dünyaya karşı öylece durmuş, hayatı dinliyorlardır. Gürültüye kendi ritimlerini katmak gibi bir dertleri yoktur. Zaten dünyanın geri kalanı bir şarkı tutturmuş, onlara ses çıkaracak yer bırakmamışlardır. Paylarına düşen sadece dinlemektir. Yusuf Atılgan'ın Bütün Öyküleri'ni okurken tüm kahramanların en büyük becerisinin dinlemek olduğunu görüyoruz. Yazar, dünyanın en iyi dinleyicilerini bir araya toplamış, adeta bir dinleyici orkestrası kurmuştur. Orkestra diyorum, çünkü Atılgan'ın kahramanlarının içinde gürül gürül akan bir dünya vardır. Yanaşmaya korktukları dünyaları, kendi içlerinde son ses akıtıyor, bu gürültüye dayanamayarak çıldırma noktasına bile gelebiliyorlar. Ancak çıldırma noktaları da sessizdir. Atılgan tüm ötelenmiş, kendini 'farklı' hisseden yıllar sonra Oğuz Atay'ın tanımlamasıyla 'tutunamayanları' sessizce çıldırtır. Ya da tüm sessizce çıldıranların üzerine ışık tutar ve öyküleri boyunca onlara kahraman olma fırsatı verir.
AYNI EVDE İKİ YABANCI
Bütün Öyküleri'n ilk kahramanı Evdeki'dir. Evlenme çağına gelmiş hatta geçmiş, küçük bir kasabada yaşayan ve kasabanın tüm kendine has akışını reddeden, evden dışarı çıkmayan, görücüye gelenleri görmezden gelen bir kızdır o. Ona Ayşe ya da Zeynep diyemiyorum. Çünkü yazar, kahramanını isimsiz bırakıyor. Belki de tüm 'evdeki'lere kahramana kendi ismini verme fırsatı veriyor, kim bilir... Annesiyle aynı evde yaşamaktadır. Ancak iki yabancıdan farkları yoktur. İşte tam da bu yabancılaşmanın öyküsüdür Evdeki. Anne, kasabanın akışına dâhil olmuş, hayatını geçirdiği insanlarla aynı şarkıyı söylemeyi kabullenmiştir. Kızını şikâyet için bile kocakarılara giderek, kalıplaşmış düzene ne kadar sağlam köklerle bağlı olduğunu açıkça gösterir. Kızının asıl isyanı ise burada başlar:
"Yakınacak benden, içini dökecek, rahatlayacak. Bense hep burada kalacağım, kendi kendimle. İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum."
BOYUN EĞEN SESSİZLİK
Evin tüm sessizliğini musluktan damlayan şıp şıp şıp sesi bozar. Bu Evdeki'nin aynı zamanda monoton, kalıplaşmış hayata isyanının, kasabadan çıkma isteğiyle dolup taşan yüreğinin de sesidir. Ancak tam akıp gürleyecek cesareti de yoktur sessiz kalıp boyun eğecek hali de. Tıpkı musluk gibidir, ne kendi olabiliyordur ne de kasabanın istediği gibi biri. Okuyucu Evdeki'ni hep evde mi kalacak, o kapıdan çıkacak mı diye merak ederek okuyor. Ancak yazar, genç kızın kaderinin değişmeyeceğine dair şu sinyalleri vererek bitiriyor öyküyü: Dışarıdan ayak sesleri geliyor. Bir sarhoş bağırıyor. "Uyyy, koca çarıklı Allah, uy!' Neden tam burada bağırdı bu adam? Korkuyorum. Öyle bitkin, öyle çelimsizim ki. Şimdi insanlar bana ne isterlerse yapabilirler. Sarhoş pencereyi açıp yanıma uzanabilir. Ama gelmiyor. Sesi uzaklaştı. Köprüye varmıştır. Ne dediği anlaşılmıyor. Yalnız, sıkıntılı, adamın içini kurutan uzak bir 'Uyyy!' sesi duyuluyor."
KÜMESİN ÖTESİNDEKİ DÜNYA
Kümesin Ötesi öyküsü, dört tavuk ve bir horozun daracık bir avludaki günlük hayatını konu alıyor. Kahramanların hayvanlar dünyasından olması kaderlerini Yusuf Atılgan'ın diğer kahramanlarından ayrı kılmıyor. Köy, kasaba ve şehirlerin sınırlandırdığı hayatları bu sefer bir kümes kısıtlıyor. Sahi, kim insanları köy, kasaba, şehir diye sınırlandırmıştı? Peki, insanlar niye hayvanları kümes, ahır, kulübeye sokarak hapsetmişlerdi? Hepsi kontrol altında tutabilmek için miydi? Kasabadan şehre gitmek kasabadakilere ihanet midir? Ya da kümesten çıkmak istese bir tavuk, köpeğe yem olur muydu? 'Sürüden ayrılanı kurt kapar' sözüyle mi kabullenmiştik hayallerin hayal olarak kalmasını... Atılgan'ın 'başka'larının bu soruları kendilerine defalarca sorduklarından şüphe etmiyoruz. Ancak korkularının sorularına cevap aramak için yola çıkmalarına engel olduğunu da görüyoruz.
ÖZGÜRLÜK UMUDU
Evdeki'nin kahramanıyla buradaki tavuğun hayalleri birbirine benzer. Tek fark cesarettir. İşte diğer öyküde bulamadığımız cesaret burada karşımıza çıkar: "Horoz bu dört duvar arasında hoşnut. Yiyip içip üstümüze atlamak yetiyor ona. Ama ben her zamandan çok şimdi kocaman avluların özlemini duyuyorum. Duvarların ardında, o uçsuz bucaksız dünyada daha iyi tavuklar arasında, daha anlayışlı horozlarla geçecek günlerin özlemiyle doluyum. Bıktım buradan. Kaçacağım." Kendinde var olanı fark eder tavuk: kanatlarını. Onları kullanarak kümesin dışına çıkmayı başarır. Başka avlular görür, başka ağaçları. Bir köpeğin saldırısıyla ilk macerasını yaralı atlatır. Dönüp dolaşıp tekrar kümese konur. Ancak özgürlüğün tadını almıştır bir kere. Tekrar kaçmak için kanatlarının uzamasını bekler.
YENİ NESİL İÇİN ATILGAN
Can Yayınları, Türk edebiyatının usta ismi Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam, Anayurt Oteli, Bütün Öyküleri, Canistan ve Ekmek Elden Süt Memeden kitaplarını yeni kuşakların da tanıması için yeniden bastı. Yusuf Atılgan Bütün Öyküleri; Kasabadan, Köyden, Kentten, Eylemci ve Ekmek Elden Süt Memeden başlıklarıyla beş bölümden oluşuyor. Bodur Minareden Öte genel başlığı altında 14 öykü bulunuyor. Sayfalar ilerledikçe karşınıza çıkan kahramanlar hep aynı derdi paylaşıyor. Yaşadıkları toplumun standart yaptırımlarını, tekdüzeliğini reddediyorlar. Korkuları, hayalleri, umutları, kaygıları da ortak. Onları birbirinden ayıran tek nokta ise cesur olup olmamaları. Ya toplumun düzenine boyun eğip hayatlarını bir çemberin içinde geçirecekler ya da cesaret gösterip o çemberden çıkacaklar. Can Yayınları'nın yeni nesil için bastığı bu eserler, gençlerin henüz yolun başındayken kendilerini keşfedip, yeteneklerinin farkına vararak dünyada özgün ve mutlu olarak var olabilmelerine de yardım edecektir. Bu vesile ile yıllar önce okuduğum öyküleri tekrar okuma fırsatı buldum. Bazı kitapları yaş ilerledikçe tekrar okumak kazandığımız hayat tecrübelerini de kullanmamıza imkân veriyor. Özgürlük, toplum, kısıtlanma, merak, cesaret, kadın, erkek, ilişkiler, farklılıklar gibi kavramları tekrar gözden geçirmenizi sağlayacak bu eserleri başucunuzdan ayırmayın.