Osmanlı'nın Kuzey Afrika'daki toprağı Trablusgarp'ı (Libya sınırları içinde) İtalyanlara kaptırmamak için verdiği mücadele Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş sürecinin de önemli bir parçası kabul edilir.
Trablusgarp Savaşı zamanı Osmanlı'nın düzenli ordusunun hatta yeterli sayıda askerinin bile olmadığı bir dönem. Ayşe Övür, Sahra 1911 adlı romanında kimin kimin tarafında yer aldığının belli olmadığı böyle bir ortamda, Sahra Çölü'nün çetin şartlarında vatan savunması ile birlikte nasıl yaşam mücadelesi verildiğini anlatıyor.
Tarihin bir dönemine ayna tutan romanın iki kahramanından ilki Rusların Kafkasya'yı işgal etmesiyle Anadolu'ya kaçmak zorunda kalan bir ailenin çocuğu olan gönüllü asker Seferbey. Seferbey, aynı zamanda Çerkeslerin lideri. Çerkesler sıradan savaşçılar değil; Erdek köylerine hakim olan Rumlarla yaptıkları çatışmalar dönemin İstanbul gazetelerine manşet olmuş hatta Meclis'te tartışmalara neden olmuş bir çete...
Romanın diğer kahramanı ise asker ve gazeteci kimliğine sahip Yüzbaşı Nazım Bey. Seferbey ve Nazım Bey'in yeni görevi, Osmanlı işgalinden kurtarma vaadiyle geldikleri Kuzey Afrika'daki amaçlarının bölgeyi sömürmek olduğu anlaşılan İtalyanlara karşı Trablusgarp'ı savunmak.
Birbirini tanıyan, birçok kez aynı cephede bulunmuş, hatta birbirinin hayatını kurtarmış Seferbey ve Nazım Bey'in bu kez de İtalyanlara karşı yolları kesişiyor. Uzun ama inançlı serüvenleri İstanbul'dan İzmir'e vardıkları gemi yolculuğuyla başlıyor. Buradan da İngiliz gemisiyle İskenderiye'ye uzanan bir yolculuğa çıkıyorlar. Bu tedirgin, tehlikeli gemi yolculuklarının sonunda kendilerini çölde buluyorlar. İngilizlerin cirit attığı, İtalyanların topla tüfekle ara ara saldırdıkları bir ortamda ikilinin çöl yolculuğu da çetin geçiyor. Sahra Çölü'nün zor şartlarında hayatta kalmaya çalışıyorlar.
TARİHİ DETAYLAR VAR
Trablusgarp'a varan ikili burada da kimi zaman İngilizler kimi zaman İtalyanlar kimi zaman da yerel halktan kaynaklı birçok tehlikeyle karşılaşıyorlar. Öte yandan kıtlığın, yoksulluğun hüküm sürdüğü savaş ortamında ülkesini korumak isteyenler de var ve onlar Seferbey ve Nazım Bey'e yardım ediyor. Romanda iki kahramana bir öğretmen, bir doktor ve küçük bir çocuğun hayatları pahasına verdiği destek büyük bir ustalıkla okura aktarılıyor.
Yazar Övür, romanında önemli tarihi detayları da okura anımsatıyor. Bu hatırlatmalardan birisi Mustafa Kemal Atatürk'e dair. O dönem genç bir subay olan Mustafa Kemal, Trablusgarp Komutanı Neşet Bey'e bir mektup göndererek Balkanlar'da çok yakında çıkması beklenen savaş ile ilgili bilgi veriyor.
ÖZLEM VE HASRET
Seferbey ve Nazım Bey'in mücadelesinin merak uyandıran bir kurguyla anlatıldığı kitapta, ikilinin geçmişleri, ailelerine duydukları özlem ve hasretleri de ayrı bir tat olarak karşımıza çıkıyor. Bu tarifsiz duyguların ikilinin peşini mücadeleleri boyunca bırakmadığını Sefer Bey'in şu sözlerinden anlıyoruz:
"Ruslar Kafkasya'yı işgal edince kaçmak zorunda kalan ailem, bundan tam kırk yıl önce Batum'dan bir İngiliz gemisi ile Karadeniz'e açılmış. Yolda annem ve teyzem ölünce cesetleri suya gömülmüş. Eminönü Limanı'na vardığımızda karaya ayak basabilen sadece on iki yaşındaki ablam ve benmişim. Şimdi tam kırk yıl sonra Eminönü'nden kalkan bir başka İngiliz gemisiyle bilmediğim topraklara doğru vuruşmaya gidiyorum." Hüzünlü bir kurgusu olan roman sürprizlere de gebe. Toprak savunması, savaş, yaşam, mücadele derken romanın kahramanlarının özel hayatları da ön plana çıkıyor... Ayşe Övür ilk kitabında, sürükleyici, merak uyandırıcı bir kurguyla, İstanbul-Trablusgarp coğrafyasında tarih serüvenine çıkarıyor okuru.