"Yeki bûd yeki nebûd. Arşta kuşlar, arzda küheylanlar muteber iken, Konstantiniyye'de cevval mi cevval, Deli Hamza nam bir babayiğit yaşarmış"... (Bir varmış bir yokmuş gökyüzünde kuşlar, yeryüzünde küheylanlar var iken, Konstantiniyye'de cevval mi cevval Deli Hamza adlı bir babayiğit yaşarmış.) Sırlıçeşme'nin hikâyesi böyle başlar böyle biter. Nice cenkte kılıç savurmuş, nice keferenin kellesini uçurmuş yeniçeri Deli Hamza, kah kuzeyden güneye, kah doğudan batıya hakikatin peşinde dolanıp durur. Şehre tekrar döndüğünde ise hakikati bulduğunu ve elindeki enfiye kutusuna sakladığını söyler. Ulema ise Hamza'nın hal ve tavrından epeyce huzursuzlanıp, marazlanır. Lafı uzatmayalım, Hamza'nın bu hakikat arayışı Allah'a şirk koştuğu düşünülerek onu evvela padişahın karşısına, ardından zindana, sonra ise bir kaçış esaretine doğru sürükler. En sonunda ise sabık yeniçerinin yolu Dersaadet'in dip köşe bir yerine, yemyeşil bir ormanın tam ortasına düşer. Kendine kurduğu ufak bir kulübede hayatını idame ettiren Hamza'ya zamanla şehrin temaşasından kurtulma ümidiyle gelenler de katılır ve koca imparatorluğun başkentinin unutulmuş, gözden uzak bir bölgesi Hamza'nın gayretleriyle bir köy halini alır. Hamza'nın bir anda köye dönüşen ormanının alamet-i farikası ise bir çeşme olur. Bulduğunu iddia ettiği yaşamın sırrını ise enfiye kutusunun içinde gizli bir yere gömer ve yaptırdığı çeşmenin kitabesine iki satırlık bir beyit bırakarak gayba karışır: Sırrı bulduk, sırlı gömdük, sırra yazdık, sırla okuna... Deli Hamza'dan sonra üç asır boyunca kendini devlet idaresinden sakınmayı, gözden uzak olmayı başarmış olan Sırlıçeşme, Balkan Harbi'nden sonra tesadüfen keşfedilir ve bürokrasinin ilgisine ilk kez mazhar olur. Bu andan itibaren köy ilk olarak kasabaya dönüşür, daha sonra Mimar Hagop Efendi'nin çizdiği nitelikli evlere kavuşur zaman geçtikçe de giderek normalleşir. Ama kuruluş öyküsünden mi şehrin dışına konumlanmasından mı, çeşmenin sırrından mıdır bilinmez esrarını hep korur. Bu ufak kasabanın ve insanlarının öyküsünü Sadık'tan dinlemek de bize düşer... Tıpkı onun Köse Hişam'dan dinlediği gibi... Sadık, Köse Hişam, bunlar kim mi? Bunlar Sırlıçeşme'nin esaslı masal anlatıcıları, ama siz bir de Fikret'i tanıyın...
DÖRT BAŞI MAMUR BİR ROMAN
Sırlıçeşme, sıradan bir köy/kasaba romanı olmanın ötesinde... Evet, roman bir kasaba ortamında karşınıza çıkabilecek türlü enteresan karakteri, olayı son derece keyifli ve akıcı bir üslupla ele alıyor ama esas mahareti anlatısının omurgasını dostluk kavramı üzerine inşa etmesinden geliyor. Belirttiğim gibi, romanda Sırlıçeşme'nin ve insanının öyküsünü burada doğmuş büyümüş ve şimdi de buranın romanını yazan Sadık'tan dinliyoruz. Sadık yeri geliyor bizi ilkokul yıllarına, yeri geliyor ergenlik zamanlarına, yeri geliyor futbol turnuvasına götürüyor ama her serüvenin değişmez tek bir ismi oluyor, o da Fikret! Sadık'ın en yakın dostu, babasını görmemiş, hemşire annesiyle Sırlıçeşme'ye sığınmış, kitap kurdu, yaşıtlarından hayli olgun, incelikli bir tip olarak çizilen Fikret'in hayatının evveliyatını ve sonrasını öğrenmek de bir süre sonra romanın sürükleyici unsuru haline geliyor. Keza Sadık ile Fikret'in biraz Hercule Poirot ile Yüzbaşı Arthur Haggins'i biraz da Selim Işık ile Turgut Özben'i andıran ilişkileri de bazen okuyanı tebessüm ettiriyor bazen de hüzne gark ediyor. Sadık ve Fikret'in birlikte geçen çocukluk, gençlik, yetişkinlik günlerine aileleri, arkadaşları, öğretmenleri, sevdikleri, sevmedikleri, akranları, akrabaları birçok insan hatta ve hatta İstanbul ile Ankara dahi giriyor ama bir şekilde dostlukları baki kalıyor. Yazar Ayhan Koç'un aslında tek yaptığı kasabada geçen bir dostluk romanı yazmak da değil. Bu büyüme hikayesinin paralelinde yürüttüğü Türkiye siyasi ve sosyal hayatının panoraması da hikayenin renk skalasını fazlasıyla genişletiyor. Öyle ki kahramanlarımız büyüdükçe tarih sahnesine çıkan aktörler ve olaylar da birbir kendini gösteriyor; Kenan Evren, Turgut Özal, Madımak Katliamı gibi... 2017 Everest Yayınları İlk Roman Ödülü sahibi Sırlıçeşme, dört başı mamur bir roman. Kasaba hayatının sıradanlığı ve aslında o sıradanlığı her gün kırma arzusu, böylesi bir ortamda kurulan aile yapıları ve gelişen sosyal ilişkiler hikayenin temelini kuruyor. Bununla beraber hikayenin bütününe yayılan gizemli, samimi ve kafi miktardaki mizahi üslup çok da kısa sayılmayacak bir romanın adeta bir çırpıda okunmasını sağlıyor. Son kertede ise bizlere yazar Ayhan Koç'un sıradaki eserlerini beklemek düşüyor...