Teju Cole'un kelimelerini okurken onları bir görsel sanatçının yazdığını hissederiz. Bir fotoğraf gibi kurduğu sahnelerde görsellik her zaman anlatının merkezindedir. Hayata bir fotoğraf sergisini gezip gördükleri üzerine yazan bir eleştirmen gibi bakar Cole. Olayların ilk bakışta nasıl göründüğünü inceler, sonra arkalarında yatan başka anlamlara yoğunlaşır. 2017'nin başında ölen sanat eleştirmeni John Berger gibi Cole da görme biçimlerini yazarlığının kalbine yerleştirir. Nijeryalı bir ailenin oğlu olarak Michigan'da doğsa da, küçük yaşta Lagos'a giden ve 17 yaşında Amerika'ya geri dönene kadar burada yaşayan Cole için ikinci önemli konu, sahip olduğu bu gezgin kimliğidir. Kendisi gibi kültürler arasında gezmiş yazarlar, mesela bir sömürge adası olan Trinidad'dan Londra'ya gelip burada Britanya'nın baş savunucusu haline gelen VS Naipaul gibi isimler, bu yüzden ilgisini çeker. Chinua Achebe ve Frantz Fanon'un sömürgecilik analizinden çok şey vardır yazdıklarında. Ama New York Times Magazine'de fotoğraf eleştirileri yazan Cole bunlara sanat eleştirmenliğini de ekler. Deniz Koç'un Türkçeye çevirdiği Hırsıza Her Gün Bayram, Cole'un ilk romanı ama 2007 tarihli kitabın yeniden yayımlanıp konuşulması, 2012'de çıkan ikinci romanı Açık Şehir'in olağanüstü bir başarıya ulaşmasından sonra gerçekleşti. Açık Şehir, Julius adlı bir psikiyatri öğrencisinin Manhattan'da geçirdiği başıboş günler ve sonra Belçika'ya yaptığı seyahat üzerineydi. Romanın verdiği şimdiki zaman hissi benzersizdi, Julius'un tefekkür anları, tanıştığı kişilerle girdiği tartışmalar, şehir ve hayatının geleceği üzerine aklında kurdukları pek çok okurda "insan gerçekten de bir ofiste çalışmıyorsa ve bir şehirde kafasında düşüncelerle dolaşıyorsa hayat ona böyle görünür" duygusunu yaratmıştı.
HER SAYFA ÇOK GERÇEKÇİ
Hırsıza Her Gün Bayram daha az başarılı bir romansa şayet, bu Açık Şehir'in bir nevi taslağı olmasından ileri geliyor. Cole, 2006 yılında, 13 yıl aradan sonra Lagos'u ziyaret etmek istemiş ve burada yaşadıklarını blog tutarak anlatmıştı. O malzemeyi sonra elden geçirerek romanlaştırıyor burada. Her sayfa, seyahat etmenin maddi zorlukları ve detaylarıyla dolu ve bu yüzden de çok gerçekçi. Her şey anlatıcının New York'taki Nijerya konsolosluğuna gitmesiyle başlıyor zaten ve bu tatsız ofisin insanın keyfini kaçıran yapısı bütün kitaba damgasını vuruyor. Konsolosluğun kirli halısı, sıra numarası alıp bekleyen insanların sıkıntısı, duvardaki televizyonun çıkardığı sesler... Tüm bunları kahramanımızın zihni dikkatle kaydediyor. Lagos'ta bir öfke patlaması yaşamaktan korkuyor. New York'tan sonra burada ülkesinden nefret etmekten, arasından geldiği insanlara tepeden bakan kişilerden biri olmaktan. Stratejiler geliştiriyor: Manhattan'da yürüdüğü gibi sokaklarda yürüyemeyeceğini, etrafa sert bakışlar atıp göğsünü gererek, kendisine bir serseri havası vererek yürümesi gerektiğini düşünüyor. Bir ay boyunca kaldığı akraba evinde aklı çocukluk yıllarına ve askeri okulda geçirdiği günlere gidiyor. Bir yandan buradan kaçmayı nasıl da istediğini hatırlıyor, bir yandan da ülkesini küçümseyen biri olmaktan korkuyor. Velakin sürekli olarak Lagos'daki tuhaflıklar gözüne batıyor: rüşvet her yerde ama şehri yabancı yatırımcılara ideal bir alan olarak sunma çabası da öyle. Ceza yasasındaki maddeden adını alan 419 fenomeni de onu şaşırtan şeylerden bir başkası. İnsanlardan hesap bilgilerini paylaşmalarını isteyen sahte e-posta tuzaklarının merkezinin Lagos olduğunu öğrenmek onun için hem bir şaşkınlık hem bir merak kaynağına dönüşüyor. Onunla 'danfo' adlı minibüslere biniyor, kitap okuyan bir kıza bakıyor ve bir sanatçının çektiği fotoğraflara bakarak olacağı gibi şehri dikkatle çerçevelenmiş karelerle keşfediyoruz. Korsan albüm satışlarının zirvede olduğu bu şehirde anlatıcımızın, Teju Cole gibi hayatını sanatıyla kazanmak isteyen birinin bir geleceği olabilir mi? Hırsıza Her Gün Bayram'ın kalbindeki sorulardan biri bu ve anlatıcımız bu sorunun duymak istemediği cevabını kitabın karanlık finaline yaklaştıkça adım adım idrak etmek zorunda buluyor kendisini.