George Orwell'in en meşhur edebi kahramanı Winston Smith, 20. yüzyılın en meşhur distopya romanı 1984'de bütünüyle açık bir hayat yaşamak zorunda hissediyordu kendini. Muhalefete, değişime ve yeniliğe bütünüyle kapalı olmanın en iyi yolu, her şeye bütünüyle açık olduğu görüntüsü veren bir toplum inşa etmekten geçiyordu. Özel ve kamusal hayat arasındaki farkın buharlaşıp yok olduğu bu hayatta merkezi gücün sesi, gündelik hayatın sesini bastırıyordu. Dil, hakikati iktidara doğru bükme işlevini üstlenirken, insanların hayallerini daha onlar telaffuz edildiği sırada siliveriyordu. Özgürlük denilen şey köleliktir gerçekte diyordu mesela ve özgürlük arayanları köle durumuna düşürüveriyordu. Dave Eggers'ın benim Orwell'e bir nazire olarak okuduğum romanı Çember'in dünyasının kalbinde ise benzer tuhaflıkta bir düşünce, sır tutmak yalan söylemektir düşüncesi var. Bir pazar sabahı. Arabaya atladınız, Arnavutköy'de güzel bir mekana gidip Boğaz manzarası eşliğinde kahvaltıya oturdunuz. Gazete okuyup üzerine bir kahve ile cila yaptınız. Akşam oldu. Sabah güneş doğdu, ofiste arkadaşlarınızla konuşuyorsunuz. Biri size "Dün Arnavutköy'de kahvaltıya gittiğinizi neden sosyal medyada paylaşmadınız?" diye çıkışıveriyor. Gerçekten de, neden Instagram'a kahvaltınızın bir fotoğrafını koymamıştınız? Twitter'da neden mekana dair bir yorumunuz yoktu? Neden Swarm ile girişte kayıt yapıp oradaki deneyimlerinizi Snapchat ile hikayeleştirmemiştiniz? Eggers'ın kitabındaki dünyada bunun tek bir anlamı olabilir. siz bir şey saklıyordunuz.
İFŞA DÜZENİ
Her şeyimizi ifşa etmek üzerine kurulu bir teknolojik düzende, gündelik hayatımızı ifşa etmemek, gizlemek, suç işlemiş olmanın bir itirafına dönüşebilir pekala. Eggers'ın Türkçeye Handan Balkara'nın çevirdiği bu fevkalade romanının kahramanı Mae Holland, California'daki en havalı şirketlerden birinde çalışacağı için heyecanlı, başına geleceklerden habersiz, bile isteye kendini devasa bir teknoloji alemine teslim ediyor. Önceki işlerine kıyasla ayrıcalıklarla dolu bir yer burası. Son teknolojiye sahip cihazlarla, şahane bir maaş ve lunapark tadında bir çalışma ortamıyla şımartılır halde buluyor kendisini Mae. Farklı sosyal medya platformlarına kullanıcıların tek bir ortam üzerinden, basit bir kimlik doğrulama işleminin ardından bağlanmasını mümkün kılarak zengin olan bu Facebook ile Google benzeri şirkette yükselmenin yolu, çalışan kişinin mümkün olduğunca çok şirket kültürüyle bütünleşmesi. Devasa şirket kampusünden ne kadar az ayrılırsanız o kadar iyi. Sağlığınızı düşünen yiyecekler, keyfinizi yerine getiren sosyalleşme imkanları, üretkenliğinizi artıran kariyer hedefleri önünüzde dururken yalnız kalmayı neden isteyesiniz ki zaten? Velakin kahramanımız Mae tam da bunu istiyor, arada kafa dinlemeyi, doğada tek başına birkaç saatin tadını çıkarabilmeyi, iç dünyasını her saniye değişen 'like' ve 'retweet' ve 'follow'lara teslim etmeyip kendi iç sesini duyabilmeyi. Ancak tüm bunlar, William Golding'in Sineklerin Tanrısı romanını akla getiren bir linç atmosferinde onun bir suçlu olarak damgalanmasına yol açıyor. İnsanların hayatını kolaylaştırmak için kurulmuş şirketin tarihinde travmatik bir deneyim, bir eski büyük yarayı sarmaya yönelik bir intikam duygusu olduğunu idrak eden Mae yavaş yavaş Çember'in kalbine doğru ilerliyor. Her şeyi belirleyen şeyin merkezi devlet ideolojisi olduğu Orwell'in 1984'ünün, Ministry of Knowledge adıyla bir propaganda bakanlığı kurmuş Britanya'dan çıkması şaşırtıcı değildi. Her şeyi belirleyen şeyin sosyal medya olduğu Eggers'ın Çember'inin, kendisi de Silikon Vadisi'nde Salon adlı internet sitesi için çalışmış birinin elinden çıkması da şaşırtıcı değil hiç.
İLGİNÇ İKİLEMLERLE KAPLI
Eggers, propaganda bakanlıklarına, sürekli gözetim ve kontrol mekanizmalarına ihtiyaç kalmayan bir dünyanın resmini büyük bir canlılıkla çizmiş burada. Kendi kendimizin gözetmeni ve kontrol memuru olduğumuz sosyal medya çağının sıkıntılarını anlatırken, bir yandan da bu dünyanın güzelliklerini sevgiyle resmetmiş. Çember bu nedenle sosyal medya alemine uzak birinin yazacağı gibi ahlakçı, tepeden ve basmakalıp bir roman olmamış, bu dünyanın kalbinden gelen birinin yazacağı gibi ilginç ikilemlerle kaplı, sürekli bir heyecan ve şaşırma duygusuyla okunan bir roman olmuş.