Benim kuşağımdaki pek çok okur için Alberto Manguel'in ismi, okuma fiiliyle özdeşleşmiş vaziyette. Bizim için Manguel, okumanın tarihini yazmış adamdır her şeyden önce. YKY'nin yayımladığı Okumanın Tarihi'nde okuma işinin kendisinin sosyolojik, kültürel, edebi tarihini yazma işine girişmiş, yüksek sesle kitap okunan bir kültürden nasıl sayfaları içimizden, sessiz okuduğumuz bir döneme geçtiğimizi anlatan kitabıyla pek çok kişiye "Bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti" dedirtmiştir kesinlikle. Öğrencilik yıllarında Buenos Aires'te büyük ve kör yazar Jorge Luis Borges'e kitap okuyan Manguel, tıpkı ustası gibi kitapların anlattıkları kadar kitap kavramının kendisine odaklandı, bir nevi arkeolojisini yapmaya girişti. Kurmaca dışı çalışmalarıyla 19. asır Türk edebiyatının, Türkiye'nin beş eski kültürel başkentinin, romanlarıyla Türkiye'nin ruhunun kitabını yazan Ahmet Hamdi Tanpınar'ı Manguel'in kaleminden yeni bir kitapta okuyacağımız haberi de bu sebeple, duyulur duyulmaz büyük bir heyecana sebebiyet verdi. Manguel, üstadın benzersiz kitabı Beş Şehir'in sayfalarını çevirerek Erzurum'da, Ankara'da, Bursa'da, İstanbul'da ve Konya'da dolaşacak, bize Tanpınar'ın izinde çıktığı bu yolculuktaki maceralarını aktaracaktı. Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu'nun Türkçeye kazandırdığı kitabın kapağında Manguel, bir ağacın gölgesinde, tükenmez kalemiyle yazıyor. Muhtemelen az sonra okuyacağımız cümleleri yazıyor. Arka planda Osmanlı ve Selçuklu mimarisine büyük yer ayırdığı kitabın kahramanlarından bir yapı, sessizce hakkında yazılmayı, Manguel ve bizler tarafından okunmayı bekliyor. Manguel kitap boyunca hem Tanpınar'ı okumuş hem de onun keskin bakışıyla bir şehirde okuduklarının karşılıklarını gerçek hayatta keşfetmeye çalışmış. Listeler çıkarmış, Tanpınar'ın gezdiği, önemsediği yerleri gezmeyi kafasına koymuş. Velakin bu seyahatte zihni onu, Tanpınar'dan başka yerlere, kendisinin ve ailesinin geçmişine götürüvermiş. Manguel'in Türk hayranı büyükbabasının 20. yüzyılın ilk yıllarında, 16 yaşındayken İstanbul'a geldiğini öğreniyoruz. Moskova yakınlarında ufak bir kasabada yaşayan bu genç adam, Çar'ın ordusuna alınmak istemediği için ülkesinden kaçmış. "Büyükbabam Karadeniz'den gelen bir gemiyle Boğaz'a girerken belki de güneş batıyordu. Bu hiç unutmadığı bir manzara oldu," diye hayal ediyor kitabın bir yerinde Manguel. "Gemi suyun iki yanındaki camileri ve saraylarıyla İstanbul'a yaklaşırken, güvertede ayakta duran büyükbabam, önce bütün şehrin korkunç bir yangınla yandığını düşündü. Sonra birisi ona hemen önlerindeki Altın Boynuz halicine bu adın alev alev günbatımları nedeniyle verildiğini söyledi."
PATİKALARDA TEK SIRA YÜRÜMEK
Manguel'in kitabının en iyi yerleri de, burada olduğu gibi, kendi kişisel tarihinin hayalimsi görüntüleriyle beş şehirde karşılaştığı bölümler. Hocası Yahya Kemal, bu beş eski şehrin dünyasında yalnızca Türkiye'nin ruhunun değil, kendi yazar kişiliğinin anahtarını da bulacağını bir büyük sır gibi Tanpınar'ın kulağına fısıldamıştı. Herhalde bu yüzden, Türkiye'nin siyaseti, tarihi ve kültürü hakkındaki yegane bilgisinin okuduğu birkaç kitaptan ibaret olduğunu en baştan kabullenen Manguel, bu
şehirlerde gezerken Türkiye kültürüne dair en sıradan lakırdıları turistik bir perspektifle tekrarlarken asıl ilginç iç görülere kendi aile geçmişine odaklanırken ulaşıyor. Örneğin Erzurum'da yürüyüşlerini anlattığı bölümde aniden çocukken yürümeyi sevmeme nedenleri üzerine yazdıkları: "Kıvrılıp kitaplarımı okumanın aksine, tatmin duygusu hemen gelmezdi. Okurken maceraya derhal atılırsın; yürürken, oraya gidene kadar beklemen gerekir. Ve sonra hiçbir şey olmayabilir." Gençlik yıllarında ise bu durum değişmiş: "Falanca zirveye çıkmaktan, laf olsun diye filanca göle ulaşmaktan konuşurduk, ama aslında pek umurumuzda değildi. Umurumuzda olan, gözler yerde, kimin yaptığını bilmediğimiz patikalarda tek sıra yürümekti." 68 yaşındaki yazarın Tanpınar'ın İzinde Beş Şehir'de yaptığı da, bu şehirlerde hem kendinin hem ülkesinin hem de dilinin ruhunu arayan Tanpınar'dan oldukça farklı olarak, bir gençlik mutluluğuyla hiç tanımadığı bir ülkenin sokaklarında kaybolmak ve bazen Tanpınar'ın izinde, bazen de kimsenin peşinde olmadan, amaçsızca yürümek.