Büyük zincir kitapçıların önce 'Çok Satanlar' reyonuna uğrayanlardan mısınız? Hayatınız farkındalık eserleriyle mi geçiyor? Esasında hiç de okumayla bellenmeyecek şeyleri öğreteceği vaadiyle başarının anahtarını sunan kişisel gelişim palavralarıyla mı?.. Ha pardon, sadece onlar değil... Ünlü romancıların son kurguları; Ayşe Kulin'in
Tutsak Güneş'i misal... Şöhretli provokatörlerin ne minvalde olduğunu oturduğunuz yerden tahmin edeceğiniz son numaraları ya da; Yılmaz Özdil'in
Kadın'ı gibi... Edebiyatı, TV dizilerinden keşfediyor da olabilirsiniz;
Poyraz Karayel etkisiyle Oğuz Atay'ın
Tutunamayanlar'ı o zaman veya
Kiralık Aşk'ın gücüyle Jane Austen'ın
Gurur ve Önyargı'sı... Bin yılın klasikleri ya da son sekiz-on senenin 'Çok Satanlar' raflarının demirbaşları mı yoksa; Antoine de Saint-Exupery'nin
Küçük Prens'i ve de Sabahattin Ali'nin
Kürk Mantolu Madonna'sı belki... Ama yani yıllardır fırsat bulup da hâlâ daha yanlarına birer çentik atamadınız mı? Evet, 'Bestseller' reyonları bunlarla dolu. Ama hazır Kitap Fuarı haftası gelmişken, gelin sürüden ayrılıp daha farklı sayfaları karıştıralım.
MATEMATİK KİTABI OKUNUR MU?
Matematik, bütün öğrenim hayatım boyunca kâbusum oldu. Ne kadar uzak, o kadar iyi. O yüzden de gün gelip kitap ekine bir matematik kitabını yazacağım (hem de hevesle!), ölsem aklıma gelmezdi. Kaynak Yayınları'nın bastığı K. Atatürk imzalı
Geometri adlı kitap, 1936-37 yılının kış aylarında, Dolmabahçe Sarayı'nda yazılmış. Ölümünden yaklaşık bir buçuk yıl önce, bizzat Atatürk tarafından, elleriyle... Türk Dil Kurumu Başuzmanı Agop Dilâçar anlatıyor: "1936 sonbaharında bir gün Atatürk beni Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman'ı yanına katarak Beyoğlu'ndaki Haşet Kitabevi'ne gönderip uygun gördüğümüz Fransızca geometri kitaplarından birer tane aldırttı. Bunlar Atatürk'le birlikte gözden geçirildikten sonra, yazılacak geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu yapıt üzerinde çalıştı. Elinizdeki kitapçık bu emeğin ürünüdür."
'CANSIZ BİR TEKERLEME'
"Geometri, eski terimle 'hendese', eğitim örgütümüzde önemli bir yer tuttuğu halde, bunun terim düzeni çok ağdalı ve çapraşıktı" diyor Dilâçar. "Arapça ile Farsça okul programından kaldırılmış, fakat Arapça üzerine kurulmuş olan terimler kalmıştı. Örneğin, 'müselles-i mütesâviyül adlâ'yı çözümlemeli olarak hangi öğrenci anlayabilirdi? 'Müselles'in kökü 'selâse'; 'mütesâvi'nin kökü 'sivâ'; 'adlâ'nın tekili de 'dıl'dır. Eğitimde bir gerçek var: Anlayış yolunun açık olması, bir ipucu bulunması gerekir. 'Müselles-i mütesâviyül adlâ' bu nitelikte değildi; bir külçe gibi anlayış yolunu tıkayan, öğrencinin eline hiçbir ipucu vermeyen, cansız bir tekerlemeydi. Atatürk, öğrencideki bu anlayış yolunun tıkanıklığını açmak için bu terimi anadili öğelerinden yapılı 'eşkenar üçgen'e çevirdi." Böyle daha neler neler... 'Zaviye'nin açı, 'taksim'in bölü, 'hat'ın çizgi olduğunu zaten biliyorsunuz, tamam. 'Kaide'nin taban, 'müselles'in üçgen, 'murabba'nın kare olduğuna da hâkimsiniz diyelim, aferin. 'Amûdi'nin dikey, 'ehram'ın piramit olduğunu da tahmin ettiniz, güzel... Ama gelin de 'kaim şibih münharif'in ne olduğunu söyleyin bakalım. Hadi 'Zaviyetanı mütebadiletanı dahiletan'ı çözün şimdi. 'Zaviye' ile 'dahil'den mi gittiniz, bravo, cevap iç tersaçılar. 'Kutri zu kesiriladla' peki? Köşegen. Ama böyle ömür mü geçer Allah aşkına? Zaten çoğumuzun başına belâ matematiğin, hele bir de bu haliyle boğuşmak... Çoluk çocuğa yazık günah değil mi?
PÜRÜZLÜ YA, PÜRÜZMA!
Neyse ki 'müseddes'ten altıgene, 'muhammes'ten beşgene, 'münharif'ten dörtgene, 'münhani'den eğriye, 'mesahai sathiyye'den alana filan geçmişiz bu kitapla da, hayat biraz anlaşılır olmuş. Gerçi bugünün geniş açılı üçgeni olan, eskinin 'müsellesi münfericüzzaviye'sine Atatürk 'oput üçgen' adını takmış... Bugün benzer denen 'mümasil'e 'imsel', benzerlik demek olan 'mümaselet'e ise 'imsiy' demiş. Prizma diye bildiğimiz 'menşur'a 'pürüzma'yı uygun bulmuş. "Yuvarlanmasına pürüz olan kenarları vardır; ondan dolayıdır ki, buna silindire göre pürüzma denmiştir" diye de açıklamış hatta! Ama pek çok terimi bugün aynen kullanıyoruz: Yüzey, düzey, dikey, kesit, teğet, çember, açı, açıortay, üçgen, dörtgen, eşkenar, ikizkenar, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, toplam, orantı, türev ve daha onlarcası...
MİNARE İLE KUYU
Geometri, bir matematik kitabı değil de bir hayat bilgisi ve tarih kitabı gibi de okunabilir doğrusu: "Canlı veya cansız, yaradılmış veya yapılmış her şey bir 'Cisim'dir. Misal: İnsan, hayvan, ağaç, toprak (su, ay), taş, masa, sıra, iskemle, kitap, kalem, kâğıt." "Cisimde üç 'Boyut' yahut 'Direget' vardır: Uzunluk, genişlik ve yükseklik. Cisimlerde yükseklik olduğu gibi derinlik te vardır. Misal: Minarede yükseklik vardır. Kuyuda derinlik vardır." "Küp, içi boş olan ve içine bir şey alan cisimdir. Su küpü, pekmez küpü dediğimiz zaman içine su veya pekmez doldurulan ve onları alabilecek boşluk kendinde bulunan bir cisim anlarız. Küpe göre daha küçük olan kupa ve kap da vardır. Küp, kap ve kupa türlü şekillerde olabilir. Yüzleri ve tabanları kare olan bir dikey pürüzmaya 'Kareküp' veya sadece 'Küp' denir." Pürüzma, evet. Çünkü pürüzlü!