Derin
konuların kaderidir; piyasaya dönük, basmakalıp eserlerle sulandırılır, kendi özlerinden uzaklaştırılırlar. Bu açıdan en talihsiz alanlardan biri de son yılların 'yükselen değer'i Mevlevilik. Gün geçmiyor ki Mevlana ve Şems'e dair ve fakat onlarla zerre kadar ilgisi olmayan kitaplar ortalığı kaplamasın. İşte bu kirliliğin ve sahteliğin ortasında Mevleviliği mesele edinen temiz ve yoğun bir emeğin ürününü okumak isterseniz Alberto Fabio Ambrosio'nun Bir Mevlevinin Hayatı sizi bekliyor olacak. Türk tarihi ve Osmanlı sufizmi alanında uzmanlaşan ve halen İstanbul'da yaşayan Dominiken rahip Alberto Fabio Ambrosio, daha önce de Dervişler 'adlı kitabıyla Türkçede okurlarla buluşmuştu. Kitap Yayınevi'nden çıkan bu son ve kapsamlı çalışma ise Mevlâna'nın önde gelen yorumcularından Ankaravî İsmail Rusûhî Efendi'nin hayat hikâyesi ve eserleri üzerinden 17. yüzyılda Mevlevilik tarikatının temel felsefesi ile dervişlerin adap ve ayinlerini ele alıyor. Ayşe Meral'in atıf yapılan özgün eserlere kadar dayanan yetkin çevirisi ise eseri bir okuma keyfine dönüştürüyor. Rahip Ambrosio'nun yoğunlaştığı söz konusu yüzyıl, sufilerle vaizleri karşı karşıya getiren Sufi adaplarının 'helal' olup olmadığı şeklindeki tartışmalarının yoğun olarak gündeme geldiği imparatorluğun duraklama ve gerileme dönemleri. Mevleviliği coğrafi ve siyasi bağlam içinde dönemin Osmanlısında vuku bulmakta olan tarihi olaylara koşut olarak ele alan çalışma, yazarının deyimiyle 'tarihsel bir perspektifte mistik bir antropoloji araştırması.' Dolayısıyla aslında karşımızda Mevlevilik üzerinden Osmanlı idaresi ve toplumsal yaşamını, köklü bir geleneğin iç dinamiklerini anlatan bir eser var.
Medrese ve tekkenin ihtilafı
Mevleviliğin tarihçesini, İstanbul, Konya ve Bursa merkezleri ekseninde ayrıntılarıyla sunan eser, 16. ve 17. yüzyılda hakim olan dini hiyerarşinin karmaşık yapısını ve bunun doğal sonucu olarak giderek belirginleşen vaiz-sufi ayrımını gözler önüne seriyor. Şeyhülislam ve onun temsil ettiği dini elit, ardından kadı ve müftüler ile vaizlerin geldiği sıralamada tarikat üyelerinin konumu ise resmi dinin iktidarı ile inananların kesiştiği zorlu ara evrede kalmış. Ambrosio bu ara seviyeyi "Bir anlamda doktrinler ve dini adaplar bu toplumsal ve dini sınıfların çatışma ve yüzleşme alanı haline gelmiştir" diyerek yorumlamış. Vaiz ve sufiler arasındaki tartışmanın geçirdiği kritik evreleri Kadızadeliler ve Sufiler içerisinden sivrilen önemli kişiliklerin çıkışları üzerinden ayrıntılarıyla sunan yazar, sufi raksın; saraydaki kadınların sultanlar üzerindeki etkileri, ahlâkın gerilemesi, kahve tüketimi gibi bir dizi örnekle birlikte siyasi ve dini yozlaşmanın işareti olarak yorumlanmaya başladığına dikkat çekiyor. Eserin yoğunlaştığı isim olan Galata tekkesinin şeyhi Ankaravî, karmaşık dönemi temsili açısından özel öneme sahip. Ankaravî'nin 'Minhâcü'l-fukarâ' adlı eseri aracılığıyla siyasi iktidara doğrudan eleştiride bulunmadan ve herhangi bir polemiğe girmeden Mevlevi adaplarının bir yorumunu sunduğunu belirten yazar, anadili Farsça olan Mevleviliğe yöneltilen Şiilik suçlamaları karşısında Ankaravî'nin özellikle İbn Arabî'ye atıfta bulunarak Mevleviliğin Sünni İslam'a uygun olduğu vurgusunu öne çıkardığını ifade ediyor. Sema neden yasaklanmıştır sorusuna geldiğinde ise Alberto Fabio Ambrosio, giderek krize dönüşen bir ihtilafın gerisindeki temel noktaya, sufilerin sahip oldukları insan tasavvuruna dikkat çekmiş: "Sema ve sufi raksı kul ve kişilik konusunda bizlere farklı bir görüş sunar. Antropolojik açıdan sufi raksı, raks eden bir bedendir ve bu tanım insana belirli bir İslam görüşünde sahip olmadığı bir statü kazandırır." Bu noktada yazar, sufilerin Kuran'daki namazdan farklı ibadet eden ve bedeni sahneleyen bu ihtiyacının İslam'da var olmayan beşeri kişilik statüsü talebi gibi anlaşılması sıkıntısını anımsatarak, kuşkucuların sufilere "Hiçbir doktriner iddiaları yoksa Kuran ve sünnet tarafından öngörülmemiş ibadet şekillerini neden kullandıkları," sorusunu yönelttiklerini vurguluyor. Rahip Ambrosio'ya göre giderek derinleşen bu tartışmanın sonunda toplum iki dini antropoloji arasında bölünmüştür. Yazar bu alanları homo islamicus (İslami insan) ve homo islamicus ve suficus (İslami ve sufi insan) olarak tanımlar.
Halk nezdinde muhafaza ediliyor
Semaya karşı 1666'da alınan yasaklayıcı tavrın, 1925'te tekke ve zaviyelerin kapatılması kararıyla perçinlendiği anımsandığında, sufiliğin iktidar açısından toplum ahengini bozabilme tehlikesinin siyasi algıda devralınmış bir miras olduğu ortaya çıkıyor. Ama bir yanıyla da Mevlevilik ve derviş kültürü, bir iç damar olarak halk nezdinde anılarda muhafaza ediliyor. Tarihi layıkıyla anlamadan gelecek inşa etmenin imkânsızlığı düşünülürse, Alberto Fabio Ambrosio'nunki gibi bilimsel çalışmaların değeri daha iyi anlaşılır. Hele de farklı bir dini gelenekten gelen yazarın Oryantalist bakış açısına zerre kadar itibar etmeden, Osmanlı'yı yaşandığı haliyle 'içerden' paylaşma başarısı hepimizi kendi kültürümüze neden yabancılaştırıldığımız noktasında düşündürtecek boyutlarda. Yazık ki okul sıralarında tarihin resmi anlatımıyla boşa geçirilen yıllardan sonra her şeyi özel okuma ve karşılaşmalarla telafi etmek durumunda kaldık. Ve ne mutlu ki artık Rahip Ambrosio'nunki gibi kaynaklar mevcut. Yararlanalım bu pınardan. Bütünlüklü olmanın yolu kendini her şeyinle tanımaktan geçiyor ne de olsa.
Bir mevlevinin hayatı
Alberto Fabio Ambrosio Çeviri: Ayşe Meral Kitap Yayınevi Din 348 s., 25 TL