Sadece Hıristiyan dünyasının degil, bütün inanç sistemlerinin büyük önem atfettigi Meryem'i alısılageldik kalıpları dısında yepyeni bir bakısla görüp yasamaya var mısınız? O zaman feminist felsefenin, psikanaliz ve edebiyat kuramcılıgının en önemli isimlerinden Luce Irigaray'a kulak vermenin tam sırası. Pinhan Yayınları'ndan çıkan
Meryem'in Esrarı baslıklı inceleme, çok yakından bilindigi var sayılan bir kisilige sıra dısı bir yorum getiriyor. El attıgı her alanda Batı'nın eril kültür kodlarını sorgulayan Irigaray, kadını ikincil, edilgin bir konuma hapseden bir sistemde bu kez çok temel bir figüre atfedilen geleneksel kalıpları yerle bir ediyor. Kutsallıgı, ilahi olanla bagı nefs/nefes kavramı eslinde ele alan Irigaray, Meryem'e giden yolda öncelikle yaradılıs hikâyesine geri gelerek Havva ile Adem'in neye talip oldukları ve neyi kaybettikleri meselesini ele alıyor. "Dünyevi nefislerini beslemek, onu adım adım aska, anlayısa, düsünceye, söze dönüstürmek yerine; kadın ve erkek o yasak meyveyi yemek istediler. Üstelik altından kalkamadıkları, onları asan bir ilme sahip olmak adına yedikleri bir meyve. Nefis kültürü uyanısa, içimizdeki kutsallıga yol açar. Baskasının ilmini sahiplenmek için kendi kisiliginden çıkmak ise, insana o kutsal kaynagı kaybettirir ve onu seytansı yapar."
TANRI İLE SÖZ ALIŞVERİŞİ
Kadının tam da doga, nefs ve nefes ile özel bir bagı oldugu için günah azmettiricisi olarak gösterildigini ifade eden Irigaray, bu açıdan ergenlik çagında Meryem'e Basmelek Cebrail tarafından verilen müjdenin Tanrı ile Meryem arasında bir söz alısverisi oldugunu, ancak geleneksel yorumların bu özel kadının mucizeye, bedenen ve ruhen yaptıgı katkıyı görmezden geldigini anlatıyor. Irigaray ardından Meryem özelinde kadına, kendi dogal kudretini anımsatacak olan kendi yaklasımına geçiyor: "Meryem'in 'duyuru'ya 'evet' demesi bir liderin kaprisine basit bir boyun egmeden ibaret olsaydı, ne 'vücut bulma' mümkün olurdu ne de insanlıgın bagıslanması. Muhtemelen, henüz zamanı gelmedi... Bu yüzden hâlâ bedeni ruhtan ayırt etmeye devam ediyoruz; bu da gerek kendimizin gerek yasadıgımız evrenin kutsallasmasına engel oluyor."
SUKUNETİN ANLATTIĞI KUTSİYET
Uygarlık tarihinde ataerkilligin boyutunu, aydınlanmacı eril aklı sorguladıktan sonra, kadına bu kodlardan bagımsız disil bir kimlik tanımı getirmek isteyen Irigaray, disil simgesellik yaratmak adına Meryem'i bastan sona yeniden yorumluyor. Bu açıdan incelemenin en dikkat çekici bölümlerinden biri de Irigaray'ın mitolojik öykülere de göndermede bulunarak ele aldıgı 'Meryem'in sukûneti'. Batı kültüründe konusmanın susmaya yeglendigini ve Meryem'in sukûnetinin de olumsuz bir sekilde yorumlandıgını anımsatan felsefeci, "Bu sessizligin nedeni, kendi mahremiyetini ifsa etmemek, kendisine olan sevgisini korumak olabilir. Dudakları birlestirmek, tıpkı elleri ve göz kapaklarını birlestirmek gibi içe dalıs yapmaktır. Kendine dönebilmek için, insanın, iki yanını birlestirmesidir" diyor. Farklı bir bireyle iliskiye girmenin kendi içimizde bütünlük saglamaktan geçtigini ve Meryem'in tam da bu en zor olan bütünlesmeyi, tamamlanmayı basardıgını anlatan Irigaray, bu noktada Yunan mitolojisine dönerek yer altı tanrısı Hades tarafından kaçırıp evlendirildikten sonra agzının sekli bozulan ve dudaklarını bir kez daha birlestiremeyen Persephone'yi anımsatıyor. Meryem'in sukûneti bu açıdan bakıldıgında bir söz eksikligi olmadıgı gibi, henüz olmamıs seylerin gizemini de içinde barındırıyor. Irigaray'ın elestirdigi noktalardan biri de Meryem'in anneligine vurgu yaparak, görünür olan ogul Isa Mesih'e büyük deger atfederken bu seçilmis kadının kendi içinde geçirdigi dönüsümün anlatılmaya deger bulunmamıs olması. Meryem'e sadece kutsala bir vesile olarak bakılmasının büyük haksızlık oldugunu vurgulayan Irigaray, ilahiyatçıların düstügü bu yanlısın Meryem'i hakkıyla gören ve ondan ilham alan sanatçılar tarafından telafi edildigi görüsünde. Gerçekten de resimden, edebiyata, müzikten sinemaya pek çok farklı alanda Meryem figürü yaratıcılıgın en çok sınandıgı ilham konuları arasında. Irigaray'ın bu noktadaki saptaması hayli çarpıcı: "Hiçbir konu sanatçıları, ilahiyattan uzak tutulan bu kadın kadar heyecanlandırıp ilham vermedi. Bu yüzden Hıristiyanlıgın en dogru yayılma sekli sanat oldu." Meryem'i Hint mitolojisindeki Shiva'nın eslikçi tanrısı Porvati ile eslestiren felsefeci, dagların kadını Porvati gibi Meryem'in de açık havada, rüzgârlı tepelerde 'nefes'in simgesi olarak göründügünün altını çiziyor. Meryem, kendi aldıgı nefes kadar, hayat verdigi ve ayrı bir birey olan oglu Isa Mesih'e duydugu sevgi, sefkat ve saygı ile de insanlar arası iliskiler açısından benzersiz bir örnek teskil ediyor. Bu açıdan Luce Irigaray, Meryem'de insanlık için bir rol model görüyor. "Kendi içinde olanı, içine geleni islemek, onun var olmasına izin vermek ve onu dönüstürerek konuklamak... Kendilerine sadık kaldıklarında, kadınlar bunu yapmaya daha yatkınlar. Günümüzde insanlıgın, gelecegi ve varlıgını sürdürebilmesi için en çok ihtiyaç duydugu sey." Halkın da kendini öteden beri bu azize kadına çok yakın bir bagla ait hissedisi, belli ki Meryem'in simgeledigi içsel kudretle yakından baglantılı. Bu kudreti, hepimizin içinde var olan ilahi özü bulmak için bu kitap sıcacık bir ilham kaynagı. Sadece biraz tenhalasmak, sessizlikte kendimizi anımsamak ve Meryem'in acılı gülümseyisinden, sefkatli bakıslarından feyz almak gerekiyor. Sonrasında neler çıkar içimizden, onu da yalnız Allah bilir!
MERYEM'İN ESRARI
Luce Irigaray Çeviren: Feyan Yıldırım İnceleme Pinhan Yayıncılık 48 s., 5 TL