1980'li yılların başında Türkiye'de etkili olan feminist hareket, günümüze kadar gücünü artırarak geldi. Duygu Asena tarafından kaleme alınan ve 1988 yılında yasaklanan "Kadının Adı Yok" isimli romanın yarattığı etki, feminizmi toplumun geniş kitleleri ile tanıştırdı ve çok da tartışıldı.
Cinsiyet faşizmi yaptıklarını iddia edenler de oldu, kadının tek çıkış yolu olduğunu savunanlar da…
En çok tartışılan konu ise feministlerin LGBT örgütleri ile birlikte hareket etmeleri oldu. 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi de feminist dayatmaların gölgesinde hazırlandığı iddiasıyla eleştirildi.
Bu eleştiriler göz önünde bulundurularak geçtiğimiz Mart ayında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Türkiye resmen İstanbul Sözleşmesi'nden çıktı.
Mesele burada da bitmedi, aksine daha da alevlendi. Bu tartışmaya Sabah gazetesindeki köşesinde önemli bir katkı veren Sosyolog-Yazar Hilal Kaplan'ın geçtiğimiz günlerde önemli bir kitabı yayınlandı.
Turkuvaz Kitap'tan çıkan "Ailenin Adı yok Ya da Neden Feminist Değilim" adlı kitapta geçmişten geleceğe Türkiye'deki feminist hareket anlatılıyor.
Türkiye'deki sadece seküler kesimleri değil muhafazakar kadınları da ikiye bölen bu mesele hakkında, eleştirileri göze alarak cesur bir kitap kaleme alan Hilal Kaplan ile bu meseleyi tüm yönleri ile konuştuk.. İşte sohbetimizden bazı başlıklar…
EŞCİNSEL TEORİ İLE FEMİNİZM İTTİFAKI
-Feminist derneklerin son dönemde LGBT oluşumları ile birlikte hareket ettiklerini görüyoruz. Burada ortaklığı nasıl görüyorsunuz?
Zaten bugün bizim bu cinsi sapkınlığı LGBT olarak adlandırmamızdan tutun, cinsiyetin bir hakikati olmadığına dair hayatımıza giren tüm düşüncelerin kaynağı öncelikle feminizmden doğmuştur. Bugün eşcinsel teori denen alana baktığınızda iki söylemin büyük ölçüde nasıl el ele gittiğini ve birbirini tamamladığını görebilirsiniz.
Bu noktada şunu da belirteyim. Bir Müslüman olarak "benim derdim günahkârla değil, günahladır". Zira hepimiz günahkârız. Ancak bir yandan tüm vatandaşlarımızın huzur ve güven içinde yaşama hakkını savunurken, diğer yandan da eşcinselliğin bayraklaştırılarak siyasetin merkezine konulması gayretine itiraz etmeliyiz.
Bugün Batı'da okullarda erken yaşta cinsel eğitim dersi veriliyor ve bu eşcinsel siyasetinin uydurduğu onlarca cinsel kimlik çocuklara öğretilip kendilerini de bu anlayışa göre tanımlamaları teşvik ediliyor. Geleceğimize sahip çıkma derdi olan herkesin partizanlığı bir kenara bırakıp bu aciliyet arz eden meselede ortaklaşması lazım.
MÜSLÜMAN KADIN FEMİNİST OLAMAZ
-Müslüman kadın neden feminist olamaz?
Çünkü feminizm de diğer ideolojiler gibi insan ürünüdür. Müslüman olmak demek, müteâli bir hakikate, yani "izzet ve şeref bakımından en yüce ve kusursuz" olana inanmak demektir. Dolayısıyla feminizm de diğer ideolojiler gibi bir hakikat arayışı olsa da eksiktir ve insan ürünü olması hasebiyle müteâl olanla arasında uzlaştırılamaz farklılıklar vardır. Bu diğer ideolojiler için de geçerlidir; örneğin liberal Müslüman ya da sosyalist Müslüman da olmaz. Allah'ın bize verdiği isim olan Müslüman, başına herhangi bir sıfat yerleştirip, o sıfata göre tanımlanamayacak kadar ağır bir anlam taşır.
SORUMLU HİSSETTİM
-Zor bir konu tercih etmişsiniz. Bazı kadın derneklerinin eleştirilerinin hedefi haline gelebilirsiniz? Bundan çekinmiyor musunuz?
Hayır. Esas böylesi hayati meselede eli kâlem tutan biri olarak çaba göstermemiş olsaydım, Allah'a vereceğim hesaptan korkardım.
Kaldı ki kayda değer tüm düşünceler, karşıtlarının oklarını üzerine çeker. Bu, onların ne kadar dönüştürücü güce sahip olduğunun da kanıtıdır. Dolayısıyla çekinmek bir yana umarım her açıdan tepki alırız ki düşüncelerimizin makes bulma ihtimali güçlensin.
FEMİNİST VE EŞCİNSEL SÖYLEM SÖZLEŞMEDE ETKİLİ
-İstanbul sözleşmesinin aileyi tehdit ettiği konusu çok yazıldı, çizildi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kitapta daha detaylı anlattım elbette ama kısaca söylemek gerekirse aile kurumunu ne tek bir sözleşme ifsad edebilir ne de kadınlarımızı tek bir sözleşme ihya edebilir. Kaldı ki sözleşme yürürlüğe girdikten bu yana kadın cinayetlerinin ki katına çıktığını da unutmayalım.
Ayrıca sözleşmenin temelini oluşturan anlam dünyasının bugün hegemonik hale getirilen küresel feminist-eşcinsel söylemden neşet ettiğini görmek ve buna birlikte karşı çıkmak durumdayız. Bir de sözleşme paralelinde yasalaşan 6284 nolu kanun sebebiyle ortaya konan bazı uygulamaların da aile birliğinin köküne kibrit suyu döktüğünü, sözleşmeden çıkılmasıyla birlikte bu tür endişelerin de bertaraf edildiğine şahit olduk.
YASALAR TEK BİR BAKIŞ AÇISI İLE HAZIRLANIYOR
-"Erkeğin de çok sorunları var ama yasalar hep kadınları koruyor" şeklinde bir eleştiri de var. Bu eleştiriler hakkında ne söylemek istersiniz?
Bu konu pek çok faktörü içinde barındırıyor.
Ancak tek bir bakış açısından üzerinden hareket edilerek uygulamalar ortaya konduğu için maalesef toplumsal bir yara olarak karşımıza çıkıyor. Mesela süresiz nafaka meselesinde çok kısa süre evli kalıp ömür boyu naf aka ödemek zorunda kalan erkeklerin talebi var. Bu konuda iki tarafın da hakkını hukukunu gözeten öneriler var. Bunların değerlendirilmesi gerekiyor. Kadını beyanı esastır meselesinde soruşturma aşamasında bunun dikkate alınması tabi ki önemli bir etken. Soruşturma aşamasının sonrasında da bunun göz önünde bulundurularak haksız yere hapıs yatan erkekler de var. İftira attığını kabul etmesine rağmen bazı hapis cezalarının değişmediğine de şahit olduk maalesef. Önümüzdeki yargı paketlerinde bunların göz önünde bulundurulması gerekir. Kitapta, erken evlilik mağdurlarından, süresiz nafaka meselesine kadar her biri için hukukçulardan da görüş alarak kendi çözüm önerilerimi anlatmaya çalıştım.