Bilirsiniz, sadece 'hayatıma dokunan' kişiler için veda ve taziye yazıları yazarım. Onun ötesi bana pek samimiyetsiz gelir.
Geçen hafta gazeteci ağabeyimiz Nahit Duru'yu da yitirdik.
Onunla 80'li yılların sonunda eski Güneş gazetesinde birlikte çalışma 'ayrıcalığına' erişmiştim. Onun ne denli mütevazı ve şakacı olduğunu gösteren anım, hâlâ ilk günkü tazeliğini koruyor.
Genç bir muhabirken, ziyaretime gelen bir dostuma çay servisi yapılması için gazetenin çay ocağını aradım. Karşımdaki kişiye, "Ben Yüksel, misafirim var, iki çay alabilir miyim?" dedim.
10 dakika sonra 'Yazı İşleri Müdürü' Nahit Duru ağabeyim, dudağında müstehzi bir gülümseme, elinde çay askısı ile gelip, masama iki çay bıraktı. Meğer çay ocağı yerine dahili hattan yanlışlıkla onu aramışım. Nasıl utanmıştım, anlatamam... O günden sonra şirket içindeki tüm telefon konuşmalarıma "Merhaba ben Yüksel Aytuğ. Kiminle görüşüyorum?" diye başlarım...
Nurlar içinde yat ağabeyciğim...