30 Ağustos akşamı Zafer Bayramı coşkusunu doyasıya yaşamak için eşimle birlikte göğsümüzde ay-yıldızlı rozetlerimizle İstanbul Valiliği'nin resepsiyonuna gittik.
İyi ki de gitmişiz. Yoksa o şahane klibi kaçıracaktık.
Valilik tek kelime ile 'harika' bir 30 Ağustos klibi hazırlamış. 7 dakika içinde o büyük destan, Mustafa Kemal Atatürk'ün ağzından öyle güzel anlatılmış, öyle duygulu karelerle bezenmişti ki kalbimizden taşan gururla birlikte gözlerimizden akan yaşlara engel olamadık.
Keşke o klip televizyonlarda da yayınlansa da birkaç yüz şanslı davetlinin 'ayrıcalığı' olmaktan çıksa diye geçirdim içimden.
30 Ağustos'un ardından 'Şunlar Atatürk'ün ismini andı, bunlar anmadı" garabeti sürerken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu zaferi bize hediye edenlerin nasıl sade ama görkemli, duygulu ama hamasetten uzak anılacağını gösteren İstanbul Valisi Ali Yerlikaya ve ekibini içtenlikle kutluyorum.
Resepsiyonda canımı sıkan tek konuya gelince...
Vali Yerlikaya, konuşmasını yapmak üzere anonsla sahneye geldi. Mikrofonun başında bir süre bekledi. Sonunda dayanamayıp uyarmak zorunda kaldı: "Değerli misafirlerimiz, biraz sessiz olabilir miyiz lütfen? Merak etmeyin sadece 5 dakikanızı alacağım..." Davetin ev sahibi, şehrin en büyük mülki ve idari amiri sahneye gelip bekliyor, bekliyor ve sonunda çeneye dalanları uyarmak zorunda kalıyor. Devlete, makama, bayrağa saygıyı, 'çene esaretinden' kurtarmak için de bir İstiklal Savaşı mı versek ne?