İki İstanbul beyefendisi, aynı gün kol kola girip zarif adımlarla uzaklaştılar...
Bavullarında sanki çocukluğum da vardı...
'Mahmut Hoca'ydı biri...
Beni en çok güldürüp en çok ağlatan öğretmenimdi.
'Neşeli Günler'imin 'Kazım Efendi'siydi.
Turşuyu limonla mı yapardı, sirkeyle mi, hâlâ karıştırır dururum.
Diğeri; gerçek anlamda bir hayat rehberiydi, bugünün uyduruk 'yaşam koçlarından' değil. Hayattan keyif almak, aldığı keyfi en güzel sözlerle size aktarmak için dünyaya gelmiş, mimariden sanata ve yemeğe uzanan müthiş bir gurmeliğin adıydı... Bayram olsa da ekrana çıkıp sohbet etse diye beklediğim adamdı.
Konuşmanın sanat olduğunu öğrendiğim kişi, sofra adabının kitaplarda yazanlardan ibaret olmadığını beynime nakış gibi işleyen aile büyüğümdü.
Sadece sanatlarıyla değil, duruşlarıyla da saygı duyulan iki İstanbul efendisi...
Sanki sözleşmiş gibi aynı gün çıktılar yola...
Şimdi cennetin kapısında 'Lütfen önden sen buyur üstadım' diyorlardır birbirlerine...
Münir Özkul ve Aydın Boysan'dan geriye ne mi kaldı peki?
Tıpkı Özkul'un unutulmaz tiradındaki gibi; hoş bir seda...