Bir Babalar Günü'nde; her zamanki gibi 'kutlayan' değil, ilk kez 'kutlanan' olmanın heyecanıyla uyanacağım bugüne...
Baba olmak... İnsanın 100 yıl kurs görse de asla hazır olamayacağı bir duyguymuş meğer.
Baba olmak... Fedakarlığın diğer adıymış...
Şaşkınım... Bir minnacık el, bir pufuduk ayak, iki ela göz; bir faninin hayatını nasıl olur da 'kökünden' değiştirir?
Şimdilerde televizyon mesaim ikiye katlandı Ela yüzünden. Çünkü gözümü ondan alamıyorum. O hayatımın en güzel dizisi, en heyecanlı yarışması. Bu nedenle, 'izlermiş gibi' yaptıklarımı o uyuduktan sonra kayıtlardan yeniden izlemek zorunda kalıyorum. Böyle olunca da ekran başı nöbetim uzadıkça uzuyor. Olsun... Dizilerin tekrarı var. Ama onun ilk 'baba' deyişinin tekrarı yok.
Baba olmak... Yemeyip yedirmek, içmeyip içirmek, giymeyip giydirmek, uyumayıp uyutmakmış meğer. Çekilen tüm cefayı, bir küçücük pembe dudağın gülümsemesiyle unutmakmış...
Baba olmak... Geceleri nöbetçi eczane ararken, 'Allah'ım ne olur onun yerine beni hasta et' diye dua etmekmiş.
Baba olmak... Deprem, pencereleri zangır zangır titretirken, hiç düşünmeden bir minik bedenin üzerine kapanmakmış.
Baba olmak... Kendini minicik bir kalbin atmasına adayıp huzurla, mutlulukla 'hiç' olmakmış...