Oh nihayet yaza kavuştuk...' Bu söz şimdilerde herkesin dilinde. İyi hoş da ben yazdan artık eskisi kadar hoşlanmıyorum. Niye mi? Sıralayayım...
Bir kere yaz gelince 'sudan sebeplerle' ölümler artıyor. Denizlere, göllere, nehirlere, kanallara her hafta onlarca kurban veriyoruz. Üç yanımız denizlerle çevrili olmasına, memleketimiz akarsu ve gölleri açısından kocaman bir su parkına benzemesine rağmen henüz suyla barışmış bir millet değiliz. Yüzme bilsin bilmesin, şamriyelini kapan atıyor kendini suya, gölete... Sonrası ağıt ağıt bir keder...
Yaz gelince trafik kazaları da artıyor. Tatil trafiği kurban almaya doymuyor. Geçenlerde Hıncal Ağabey (Uluç) yazdı. Yaz gelince araçlara daha özenli bakım yapmak gerekiyormuş. Ama kimin umurunda? Kurulsun asfaltta can pazarları...
Yazın bir başka kabusu ise keneler... Kırım Kongo kanamalı hastalığına bu yaz kaç kurban vereceğiz Allah bilir...
İçimizde derin yaralar bırakan toplumsal olaylar da genellikle yazın meydana geliyor. Alın size Gezi, 15 Temmuz olayları...
Felaketler açısından da yazdan uzak durmak gerek. En büyük felaketler yaz aylarında başımıza geliyor. Örnek mi? 17 Ağustos depremi...
Keyfinizi kaçırmak, ağzınızın tadını bozmak istemiyorum ama ben artık yazları sevmiyorum...