KİMLİKLER KORUNDU
Osmanlı İmparatorluğu, fethettiği bölgelerdeki halkları asimile etmek için bir çaba içerisine girmediği gibi, tam tersine hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan insanların, dinlerini, dillerini, mezheplerini ve etnik kimliklerini korumalarına izin verdi.
XIX. yüzyıla kadar Avrupa'da Hıristiyanların dışında başka dinden insanların parmakla sayılacak kadar az olduğunu unutmamak gerekir. XV. yüzyılın sonlarından itibaren İspanya'dan sadece Müslümanlar değil, Yahudiler de sürülmüş, kalanlar zorla Hıristiyan yapılmışlardı.
Hıristiyanlar bile, eğer Katolik değillerse baskıyla mezhep değiştirmeye zorlanmışlardı. Protestan ve Ortodokslar, Osmanlı topraklarında Avrupa'da görülmeyen bir şekilde rahatça dini hayatlarını yaşamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla birlikte çekildiği ülkelerde, örneğin Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan'da yaşayan halklar, Türk fethinden önceki kimliklerini muhafaza ediyorlardı.
İNSANİ SİYASET UYGULANDI
İmparatorluk topraklarında yaşayan halkları asimile etmemek, reelpolitik açısından bir hata gibi görünebilir. Nitekim asırlarca Osmanlı hâkimiyetinde bulunmasına rağmen Türkçe'nin dayatılmadığı Kuzey Afrika'da ve Ortadoğu'daki çeşitli ülkelerde, 50-100 yıl süren İngiliz ve Fransız işgalleri döneminde İngilizce ve Fransızca resmi dil oldu. Ancak atalarımızın uyguladıkları siyaset reelpolitik açısından hatalı görünse bile insani idi.
Batı'da "insan hakları" diye bir kavramın konu bile edilmediği bir dönemde biz uygulamasını yapmıştık. Osmanlılar, kendi ırk ve dinlerinden olmayan insanlara da insan gibi muamele ederek, dünya tarihinde şerefli bir yer aldı.
İki dünya savaşının ardından imzalanan antlaşmalar ve Birleşmiş Milletler, dünyada ve bölgemizde barış ve huzurun tesisi için yeterli olmadı.
Altı asır süren Osmanlı İmparatorluğu, son dünya düzeniydi ve yenisi de kurulamadı.
Avrupalı gözüyle Osmanlı haritası.