Ciğerci Mehmet Tatlı ve Leyla Tatlı’nın 7 çocuğundan biri olarak Şanlıurfa’da bir mağarada 1952’de dünyaya geldi. Kutlayacağı bir doğum günü yok, çünkü doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Annesi sadece, “kar yağdığı bir zaman” olduğunu hatırlıyor. Arap bir baba ve Kürt bir annenin oğlu olarak 10 yaşına kadar doğduğu mağarada yaşadı. Hiç okula gitmedi. ‘O TOKAT BURAYA GETİRDİ’ Soğuk demirciydim. Su satıp, çığırtkanlık yapıyordum. Çocukluğumu yaşadım dersem yok. Zaten bizim çocukluğumuzun geçtiği yörelerde çocuklar pek çocukluk yaşayamaz. 20 kuruş fazla kazanmak için sinemalarda ‘Buz gibi su’ diye bağırarak su satıyordum. Bir gün bir adam birden yerinden kalktı. ‘Sus ulan eşek, seni mi dinleyeceğiz?’ diye suratıma dört tokat attı. O tokatlar beni buralara kadar getirdi.” Amcasıyla garajda simsarlık yaparken bile gür sesiyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyordu. Yörenin adeti olarak babası ve ailenin erkekleriyle gittiği sıra gecelerinde, yanık sesiyle herkesi büyülüyordu. 10’lu yaşlarında düğünlerde, işi biraz daha ilerlettiğinde pavyonlarda söylemeye başladı. Hatta 15’inden itibaren “mahalli sanatçı” kontenjanından amatör olarak Urfa, Elazığ ve civar şehirlerde kayıtlar yapmaya başladı. Bölgede ufak ufak tanınmaya başlamıştı. Sesi kısılınca portakal veriyorlardı. Henüz Türkiye tanımıyordu ama doğup büyüdüğü topraklarda star olmuştu. O günlerde turne için Diyarbakır’da bulunan ünlü gazeteci Savaş Ay’ın babası Turan ve annesi Şükran Ay, bu genci ilk keşfedenlerdendi. Savaş Ay, anne ve babasının Tatlıses’le tanışmalarını şöyle anlatıyor: “ “Annem Diyarbakır’a bir hafta sahne almak için gitmişti. Bu sırada babamın Diyarbakırlı yakın arkadaşları gelip rica ediyor. Urfalı bir çocuk var, pavyonlarda çıkıyor. Bir dinleyin diyorlar. Babam kıramıyor ve sahneye çıkartıyor. Bir türkü okuduktan sonra babam arkadan, ‘İki tane daha okusun’ diye bağırıyor.” “YA HERRO, YA MERRO” 1974’te “Ayağında Kundura” türküsüyle parladı. Türkü kulaktan kulağa yayılınca Ankara Radyosu’na, sonra bir yılbaşı gecesi televizyona çıktı. Dönemin en prestijli etkinliği İzmir Fuarı’ndan teklif aldı. İstanbul’a geldiğinde tanıştığı müzisyen Yılmaz Tatlıses’in tavsiyesiyle Tatlı olan soyadını Tatlıses olarak değiştirdi. “Kara Kız” ve “Beni Yakma Gel Sevdiğim” 45’likleriyle müzik dünyasına resmen adımını atmış oldu. Bu sırada ilkokulu dışarıdan bitirip diplomasını 1976’da Kilis’teki Kartalbey İlkokulu’ndan aldı. 80’lerin sonu ve 90’ların başı İbo’nun altın yıllarıydı. “Bir Mumdur”, “Sabuha”, “Dom Dom Kurşunu” gibi türküleri milyonların dilindeydi. Kendini “İmparator” ilan etmesinin temellerini bu yıllarda attı. Bu yıllarda çıkardığı “Allah Allah”, “Kara Zindan”, “İnsanlar” ve “Fosforlu Cevriyem” gibi albümlerinin satışı milyonları aştı. Ünü Türkiye’yi aştı. Yunanistan, Ortadoğu ülkeleri, Almanya’da kasetleri yok sattı. O yıllarda Erol Simavi’nin ricasıyla Atatürk ve Sedat Simavi için Süleymaniye Camisi’nde okuduğu mevlitle de gündeme geldi. KASETLERİ YOK SATTI “Haydi Söyle”, “Nankör Kedi” gibi parçalar herkesin diline dolandı. Eski kırk beşliklerde kalan parçalarını 1995’te “Klasikleri” adını taşıyan albümde bir araya getirdi. 1996 tarihli “Ben de İsterem” adını taşıyan albüm yine satış rekoru kırdı. Ertesi yıl Kayahan’ın “Odalarda Işıksızım”, Sezen Aksu’nun “Erkekler” gibi şarkılarını yorumladığı “At Gitsin” albümünü piyasaya sürdü. Son olarak 2010’da, “Hani Gelecektin” albümüyle sevenlerinin karşısına çıktı. Bir tek Tuna’ya şarkı yazdım gerisi yalan İbrahim Tatlıses, şöhret basamaklarını henüz tırmanmaya başlamadığı yıllarda, ilk ve tek resmi evliliğini Urfa’da üç çocuğunun annesi (Ahmet, Gülden, Gülşen) Adalet Durak’la yaptı. O günlerden bir anısını, “Urfa’da boşandığım eşim, çocuklarımın annesi Adalet Tatlıses’le birbirimizi severek evlendik. Sonra ufak tefek geçimsizlikler baş gösterdi. Bir mevzudan tartıştık, çekti gitti evine. Bizimkiler gittiler, geri getirdiler. Aradan üç-dört gün geçti, ben uyuyordum. Bizim hanım yine annesinin evine kaçmış. Dışarısı buz gibi soğuk. İçeride soba yanıyor. Birden sinirim bozuldu. Kalktım hırsımdan ağlaya ağlaya yanan sobayı yumrukladım” diye anlatmıştı. Bu evlilikten olan 3 çocuğundan 5 torun sahibi oldu. Arkadaş gibi olduğu oğlu Ahmet, yakın korumalığını bile yaptı. 1995’te Güneydoğu’nun ünlü aşireti Karakeçililerden Murat Karakeçili ile evlenen kızı Gülşen’in düğününe gidemedi ama elmas bir gerdanlık göndermeyi ihmal etmedi. Kadınlarla arasında hiç bitmeyen sevgi-nefret-şiddet-şefkat sarmalı, o günlerden bugüne dozunu artırarak geldi. ‘ATA’ SEVGİSİ KIZINDA... 9 Ağustos 1984 tarihli gazetelerde, Savaş’ın, İbrahim Tatlıses tarafından kaçırıldıktan sonra yedi saat boyunca dövüldüğü yazılıydı. Haber şöyle devam ediyordu: “Perihan Savaş, savcılığa başvurarak Tatlıses’in ruh hastası olduğunu söyledi ve tutuklanmasını istedi. Savaş’ın gözünün morarmış, sol kaşının da patlamış olduğu görüldü...” ‘KADIN, BAŞIMIZIN TACI’ Kadınsız bir dünya düşünemem. Kadın bizim yıldızımız, başımızın tacı, evimizin çiçeği, bahçemizin gülüdür. Kadına şiddet uygulayan insan aciz ve zavallıdır. ‘İbrahim Tatlıses kadın düşmanı’ diyorlar. Benim kadar kadına düşkün var mı? Bacılarımı, kızlarımı sokakta mı bıraktım? Hepsinin altlarında arabaları, evleri, yiyecekleri bir lokma ekmekleri var. Ailemde dört kız kardeşim, altı kız torunum, üç kızım var. Kadına düşman, kadını yok sayan bir insan kendi hayatını yaşar ama ben kendim için bir saat bile ayırmadım.” Tatlıses ile Perihan Savaş’ın kızları Melek Zübeyde ise iki yıl önce evlendi. Melek Zübeyde’nin en çok özlediği fotoğraf o düğünde gerçek oldu. Anne ve babası yan yanaydı. Melek Zübeyde evlendikten 10 ay sonra Tatlıses’e bir torun daha verdi. ‘HÜLYALI’ YILLAR!.. Tatlıses’in, 1987’de Kadınca dergisine verdiği bir röportaj ise, kadına bakış açısını özetler nitelikteydi: “Erkek erkektir, kadın kadındır. Yani kendini bilen bir kadın hiçbir zaman ‘Erkekle eşit olacağım’ demez. Giyinmeye, yiyip içmeye hakkı var ama bunun dışında eşitlik olmaz. O zaman ben de geçeyim çamaşır bulaşık yıkayayım! Nerede kaldı benim erkekliğim?” O günlerde yine bir rol arkadaşı; Derya Tuna girdi hayatına. Tuna’dan, İdo ismini verdiği bir oğlu dünyaya geldi. İmparator Tatlıses’in hayatının imparatoriçesi de Derya Tuna oldu. Güçlü bir kişilik olan Derya Tuna, Tatlıses’in yanında ezilmiyor aksine ailede asıl söz sahibi insan olarak dikkat çekiyor, ayrıca aile ekonomisinin kaptanlığını da üstlenerek yaptığı akıllı yatırımlarla adından söz ettiriyordu. Ancak 90’lı yılların sonuna doğru Tatlıses’in aşk hayatı karışmaya başladı. O günlerde yanında çalışan dansöz Asena ile birlikteliği konuşulmaya başladı. Derya Tuna, ikinci kadın olmayı kabullenecek bir insan değildi ve Tatlıses ile yollarına ayırdı. Provanın ardından ayağından vuruldu İki kadın Tatlıses için bu kavgayı sürdürürken, Derya Tuna 2002 yılında sahneye çıkmaya karar verdi. Derya Tuna'nın ilk provasının ardından vurulması, Hüseyin Bozan adlı İbrahim Tatlıses hayranının işgüzarlığı olarak gösterilse de, böyle olduğunu düşünen insan pek azdı. Savcılık da, Tuna'yı vurdurmakla suçladığı İbrahim Tatlıses hakkında 8.5 yıl hapis istedi. Bu süreçte Asena da Tatlıses'ten ayrıldı ancak o da bacağından vuruldu. Ünlü dansözün Tatlıses'le kavgası, 2004'te Fransız ve Alman basınına haber oldu. Tüm bu kadın savaşlarının ardından Tatlıses, Asena'yı hayatından çıkarıp Ayşegül Yıldız'la birlikte olmaya başladı. Ama hayatından hiç çıkmayan kadın figürü sadece Derya Tuna oldu. BÜLENT ERGUN İbrahim Tatlıses, şöhretin doruklarındayken de olayların adamı oldu. Adı birçok silahlı olaya ve kavgaya karıştı. Siyaset ve iş dünyasında bir türlü istediği başarıları yakalayamadı. Sinema ise onun için bir idol olan Yılmaz Güney’in izinden gitmekle eşdeğerdi. 1978 yapımı ‘Ayağında Kundura-Ceylan’ ilk filmiydi. Bir süre sonra filmlerini, Yılmaz Güney gibi kendi çekmeye başladı. Hatta senaryolarını bile yazdı. “Hülya” filmindeki; “Çok büyüksün İstanbul... Kim bilir kimleri yuttun? Ama beni yutamayacaksın. Bir gün o kadar büyüyeceğim ki, sen bile bana dar geleceksin. Gün gelecek, bana ‘İbo’ diyemeyeceksin, ‘İbrahim Bey’ diye sesleneceksin” repliği Yeşilçam’ın unutulmazları arasında yerini aldı. Tüm eleştirilere rağmen, “Bu okulla olacak iş değil. Bu Allah’ın bir lütfu” dedi ve sinema tutkusundan vazgeçmedi. KONSERE ÇELİK YELEKLE ÇIKTI Kasım 2002’deki genel seçimde Genç Parti’den aday oldu. Partisi, barajı aşamayınca seçilemedi. Kenya’da yakalanan bölücübaşı Abdullah Öcalan’ın ifadesinde, İbrahim Tatlıses’in PKK’ya yardım ettiğini açıklaması üzerine de, bir basın toplantısı düzenleyerek, “T.C. evladıyım” diye konuştu. Aldığı tehditler yüzünden 1996’daki Gülhane konserinde sahneye çelik yelekle çıktı. “HEPSİ PIRLANTA GİBİ İNSAN” Atatürk’e olan hayranlığını her fırsatta dile getirdi, “Atatürk olmasaydı ismim belki Hans, annemin ismi de Sue Ellen” olacaktı açıklaması ile dikkat çekti. Hayırseverliğiyle de sık sık gündeme geldi... İkitelli’de adını verdiği bir üst geçit, Urfa’da da 2 bin kişilik bir okul yaptırdı. İş hayatında ise bir türlü istediği başarıyı elde edemedi. İşadamı olarak kariyeri 1987’de kendi plak şirketi Tatlıses Müzik’i kurmasıyla başladı. Ardından benzin istasyonları, lahmacuncu ve çiğ köfteci zincirleri, otobüs şirketi, televizyon, radyo kanalı, hava taşımacılığı, otelcilik, inşaat, tekstil geldi. Kıbrıs’ta kumarhane açtı. Burada oğluna kumar oynatması ile gündeme geldi. Başlarken Kadınlarla ilişkileri hep tartışmalıydı, bu konuda dile getirdiği düşünceleri de. Aynı zamanda bir işadamıydı. ‘İmparator’ bu halleriyle tam bir muammaydı. Hem yeri dolmaz ses sanatçısı, hem maço bir erkek, hem işadamı. Bilinen, kendi deyimiyle “mağarada” başlayıp, zirveye çıkan bir yaşamın baş aktörü olduğuydu... Bülent Ergün Çocukluğunda sıra gecelerinde kendini ispatlayan Tatlıses’in şansı, 1974’te “Ayağında Kundura” ile güldü. 90’larda kendini “İmparator” ilan etmişti bile...