Bir zamanlar kendisi de mahallenin delikanlısı olan Ufuk Bayraktar, Ezel’deki ‘genç Ramiz Karaeski’ karakteriyle ekranda fırtına gibi esiyor. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenlerin filmlerinde de rol alan Bayraktar, Ramiz Karaeski ile gelen popülariteye kendisi bile şaşırıyor. Röportaj: Melis Çalapkulu Ramiz Karaeski’nin İstanbul’a ilk indiği yerde, Haydarpaşa Garı’ndayız. Ezel’de, ‘Dayı’nın gençliğini canlandıran Ufuk Bayraktar’ın fotoğraflarını çekeceğiz ama bir türlü sıra bize gelmiyor! Çoğunluğu erkek olmak üzere Ramiz Karaeski hayranları, “Dayııı, dayııı, bir fotoğraf çektirelim birlikte,” diye sıraya girmiş durumdalar. Polis arabasıyla yanımızdan geçerken durdurup halini hatırını soran polislere, “Memur Bey, siz içeri almadan önce biz bir fotoğrafını çekelim,” diyoruz! Neredeyse Tuncel Kurtiz’e gösterilen kadar tezahürat var Bayraktar’a. Her ne kadar Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi başarılı yönetmenlerin filmlerinde oynamış, ödüller almış olsa da böylesi ‘popüler’ olma durumuna Bayraktar’ın kendisi de alışkın değil. “Demek ki o filmleri kimse izlemiyormuş. Ama televizyonda, çekip silahını birinin kafasına dayadın mı heyecanlanıyor insanlar. Böyle bir döngü var herhalde Türkiye’de,” diyor... Artık pek çok kişi biliyor ama Ufuk Bayraktar’ın hikâyesini kısaca tekrarlayalım. Ufuk, Cihangir’deki meşhur Firuzağa Kahve’nin sahibi Cevahir Bayraktar’ın oğlu. Lise sona kadar kolejde okumuş fakat okulu hiçbir zaman sevememiş ve üniversiteye gitmek istememiş. Kahvede çalışırken bir gün Zeki Demirkubuz, Bekleme Odası filminde oynaması için ona teklif götürmüş. Ufuk “Hayatta bir kere şunu da yapalım, eğleniriz,” diye düşünmüş ama babası karşı çıkmış. Demirkubuz’un babasını ikna etmesi ise sadece beş dakika sürmüş. Bekleme Odası’ndaki rolünden sonra bu kez Nuri Bilge Ceylan’dan İklimler’de küçük bir rol için teklif almış. Ardından Kader, Yumurta, Ali’nin Sekiz Günü ve Ayrılık gelmiş. Bu kış da biri yine Zeki Demirkubuz’la olmak üzere iki sinema projesi var. Ve tüm Türkiye’nin onu tanıdığı Ezel... İşte merak edenler için ‘Genç Ramiz’in, yani Ufuk Bayraktar’ın detaylı hayat ve kariyer hikâyesi... - Nasıl gidiyor hayat? Tabii siz daha önce çok önemli yapımlarda yer aldınız, ödüller aldınız ama Ezel çok popüler bir yapım. Evet. Ankara’da bir arkadaş Facebook’ta bir fan sayfası kurmuş sağolsun. 135 kişi filandı, o kadar filmde oynayıp ödülleri aldıktan sonra. Ezel’den sonra her gün 100’er 100’er artıyor. Bir yandan seviniyorsun ama bir yandan da ürkütücü bir durum. - Oyunculuk eğitiminiz yok. Yeteneğinizle öne çıkıyorsunuz yani. Zeki Ağabey’le (Demirkubuz) başlamış olmak başlı başına bir eğitim ama. Bekleme Odası’nda birlikte çalıştık. Sonraki iki yılda bir ağabey-kardeş ilişkisi oldu aramızda. Sonra Kader’de üç ay geceli gündüzlü set ortamında beraberdik. Hep dikkat etmişimdir ona. ‘Ya ne yapıyor, bir sahnede böyle bir şey istiyor ama niye bunu böyle istiyor?’ gibi şeyleri çok sordum. Onun avantajı oldu herhalde. Doğru yerden başladım yani. Ve her gittiğim yeni işte, onun bana ilk başta öğrettiklerini hiç unutmamaya çalıştım. - Sokakta insanlar sizi çok iyi tanıyor... Evet. Yani keyifli bir durum ama bazen yolda 50 kişi sana bakıyor ve 50’si de selam vermemi bekliyor. Bu da biraz tuhaf bir durum. Ama gelip konuşanlar, tebrik edenler var, bunlar güzel tabii. - Ne diyorlar? ‘Baba filmindeki Marlon Brando’nun gençliğini Robert De Niro oynamıştı, senden de öyle bir şey bekliyoruz,’ diye takılıyorlar. - Evliymişsiniz, çocuğunuz da varmış. Eşiniz kim? Eşim benim papatyam, Mervem. Vakko’da moda danışmanlığı yaptı zamanında ama evlenip çocuk olunca bıraktı. Şimdi çocuğu büyütüyoruz birlikte. Bizi evde esir almış durumda. - Adı ne? Efe Cevahir. Bir cümle öğrenmiş ‘Baba gel,’ diyor. Sırf bu iki kelimeyi birleştirerek bile bana evi zindan edebiliyor! Yapmama gibi bir şansın da yok. 100 kere ‘Gel,’ dese, 100 kere gidiyorsun. - Daha önce babanızın çay bahçesinde çalışıyordunuz... Evet. - Okul? Lise sona kadar Gürsoy Koleji’nde okudum. Orta sonda atıldım okuldan. Sonra lise 1’de geri döndüm. Babam konuşmuş, ‘Geçsin bu çocuk,’ diye. ‘Geçsin de, bu çocuk üniversiteyi kazanabilecek mi böyle?’ demiş hocalar, ‘biz ders anlatırken o camın önündeki kumruları izliyor.’ Hiç sevemedim ben okulu. Belki de o yaşta fark edemiyordum, ileride bana nasıl faydası olabileceğini. Bir de dükkânlar vardı, maddi durum zor değildi. ‘Ağabeyim okul birincisi, kardeşim okuyor, bu dükkâna da biri bakacak herhalde,’ diyordum. - Hayata dair planınız buydu yani. Evet. Zaten bir sürü insan var çay bahçesinde, TV dünyası da orada, yazarları da orada... Keyifli ve eğlenceliydi yani. Zeki Ağabey gelip ‘Bekleme Odası’nda böyle bir rol var,’ deyince, ‘Lan gidelim, bir tane de makara yapacak bir şeyimiz olsun,’ demiştim. En son Kader’den ve onunla gelen ödüllerden sonra zaten bir şey yapmaya gerek kalmadı, telefonlar gelmeye başladı. - Ezel nasıl oldu peki? Rabia diye bir arkadaşım var benim, Ay Yapım’dan. Bir gün bana, ‘Dur bir dakika Ufuk, bir şey var ama üç ay sonra konuşalım,’ dedi. Üç ay sonra geldi. Tuncel Kurtiz’in işi olduğunu öğrenince zaten... Çok kaliteli bir proje, bütün duayenler orada toplanmış. Dedim ‘Televizyon işi yapılacaksa, bunu yapmalı.’ Yoksa daha önce TV teklifleri geldi, istemedim. TUNCEL AĞABEY ÇOK MUTLU OLMUŞ - Başka neler yapıyorsunuz? Şimdi bir de kitap okumaya çalışıyorum. Çok becerebildiğim bir şey değil ama... Mesela Suç ve Ceza’yı okudum. Raskolnikov’un hikâyesini her okuyan farklı bir hikâye okumuştur, cinayeti farklı işletmiştir vs. Bunun da benim karakterlerime bir katkısı olur mutlaka. - Tuncel Kurtiz ve Haluk Bilginer’le oynamak nasıl? Onlar duayen, jön filan değiller. Her karaktere bürünebiliyorlar. - Gerçekçi oynamak için Ramiz Karaeski’nin yaşlılığını izleyip ona göre mi çalıştınız? Ben Kader’de de, Masumiyet’teki karakterin gençliğini oynuyordum. Zeki Ağabey’le bunun sohbetini yapmıştık, gençliğine giderken neye dikkat edilmeli. - Nelere dikkat edilmeli? Bambaşka birisin sen. Tuncel Ağabey yavaş konuşuyor ya mesela. Ama gençliğinde de böyle konuşmaz ki. - Tuncel Kurtiz nasıl buldu sizi? Çok mutlu olduğunu söyledi. Biz öncesinden tanışıyorduk Tuncel Ağabey’le. Çok karışmazlar da zaten, ‘Şöyle yap, böyle yap,’ demezler. Kader’de gençliğini oynadığım Haluk Ağabey (Bilginer) de demedi. - Oyuncu olarak kimleri örnek alıyorsunuz? İşte Tuncel Ağabey, Haluk Ağabey, Erkan Can, Olgun Şimşek... Benim için oyunculuk önce karakterle başlıyor. Hayatı dengeli biri olacak. Bu isimleri çok severim ve sayarım, oyunculuklarını da, kendi yaşadıkları hayatları da. BABAMI, AMCAMI ÖRNEK ALARAK OYNUYORUM - Egosantrik bir durumunuz oldu mu? Tabii canım, egom yok diyen yalan söyler bence. Ama doğru olan bunu içinde tutmak. Egonu yaşa içinde baba ama kimseyi kırmadan, saygısızlık yapmadan... - Eşiniz ne diyor? Çok mutlu. Tekrar âşık oldu herhalde, bilmiyorum. (Gülüyor) - Kaç yaşınızdasınız? 12 Eylül 1981 doğumluyum. İhtilalin birinci yıldönümünde, askerler eşliğinde hastaneye yetiştirmişler. - Babanız karşı çıkmış önce oyuncu olmanıza... Babam eski kabadayılık zamanından gelen biri. Oflu Osman, Dündar Kılıç... Onların döneminde de birlikte yaşamışlar o hayatı. Osman amcamın kumarhanesi filan vardı. Eskiden de oyunculuğa bugünkü gibi bakılmıyordu. Babam hep ‘Onların ekrandaki makyajlı yüzlerine bakmayacaksın. Her birinin hayatında tuhaf şeyler vardır,’ derdi. Benim de oyuncu olacağım diye bir merakım yoktu ama mesela tugayda 3 bin kişinin CD sorumlusu bendim. Ama sadece film izlemeyi seviyordum. - Önceden de sinemaya merakın vardı yani... Tabii. Ben hâlâ her gece film izlemeden yatmam. Eşim, ‘Ufuk bence bu sende hastalık,’ der. - Peki sonra babanız nasıl kabul etti? Zeki Ağabey’le aralarında bir enerji oluştu herhalde. Onunla beş dakika sohbet ettikten sonra ‘Tamam,’ dedi. Ama gururlanıyordu sonradan. Dört yıl önce rahmetli oldu babam. - Öncesinde sizin de biraz kabadayı yönünüz var mıydı? Mahallede pata küte dövüyorduk milleti. Nerede kavga, orada biz. Zeki Ağabey’le tanışmasaydık, bilemiyorum hayat nereye götürürdü beni. - O zaman rolünüzü daha rahat oynuyorsunuz. Tabii o dönemlerin kabadayıları daha başkadır eminim... Babamları, amcamları örnek alıyorum. Cevahir Bayraktar’ın oğluyum ben. Babam yürüdüğü zaman yer sallanırmış zamanında. Kabadayı adam aile babasıdır, evine gelir, kimseden haksız yere bir şey almaz, vicdanı vardır. Bunları babamdan aldım ben. Mahallede arkadaşlarla yaptığımız da oydu aslında. Oyunculukta, aradan doğru noktayı çekip onu yansıtacaksın yalnızca. Ben de Zeki Ağabey’den onu nasıl yapacağımı öğrendim. Yani hayattan alıp ruhuma sokup, sonra onu oynamayı öğrendim. ÇOCUĞUM OLUNCA KAVGACILIK BİTTİ - ‘Mahallenin delikanlısı’yken neler yapardınız? Bende öfke kontrolü denen şey yoktu. Dünyayı ben kurtaracağım sanıyordum, halbuki kurtaramayacakmışım. Doktora da gittim bunun için, ‘Ben öfkemi tutamıyorum, sinirlendim mi herifi çok kötü dövesim geliyor,’ dedim. - E sonra? Doktor da bir çare bulamadı. Yavaş yavaş kontrol etmeye çalışıyordum. Mesela çocukluk dönemimde her gün kavga ederdim, sonra altı ayda bire indirdim. - Sigara bırakır gibi bıraktınız yani!.. Yok. Çocuk olduğunda, puf, balon oldu, uçtu gitti hayatımdan. Şimdi biri kavga etmek istese de, ‘Git kardeşim, benimle uğraşma,’ diyorum. - Çay bahçesi ne oldu peki? Ağabeyim sağolsun, dükkâna o bakıyor şimdi. Zaten o olmasa perişan olmuştuk herhalde. O dükkân duracak yani daha. 30 senedir var burası, babamızdan kalma. Allah izin verirse ben de çocuğuma bırakmak isterim.