1800'lerin sonu ve 1900'lerin başında Avrupa'da dünyanın dört bir yanından getirilen yerliler 'insanat bahçesi' adı verilen yerlerde sergileniyordu. Özellikle Afrikalıları barındıran bu topluluklar Avruplalılar tarafından tutsak edilip kafes içerisine, tel örgüler ardına hapsedilerek seyredilmeye sunuluyordu. Sergilenen bu yerlilerin özellikle maymunlarla olan bağları vurgulanıp, kucaklarına maymun verilerek poz vermeleri sağlanmıştır. Tüm bu tutsaklar arasında en çok aşağılanıp rencide edilen Ota Benga adında bir Afrikalıydı. 1904 yılında ABD'li misyoner Samuel Philips Verner tarafından Belçika Kongosu'nda yakalandı ve diğer renkdaşları gibi zincire vurularak ve çok zor şartlar altında Amerika Birleşik Devletleri'ne götürüldü. Sivri uçlu dişleri olan Ota Benga bu özelliğiyle diğer tutsaklardan ayrılıyordu. Ota Benganın düşük seviyeli bir insan olarak sergilenmesi insanlık dramı olurken, üzerinden para kazanılmasıyla korkunç bir olaya dönüşmüştür. Bu vahşiliğe ortak olan Avrupalılar Ota Benga'yı görmek için 25 sent, dişlerini görmek için fazladan 5 sent para ödüyorlardı. Avrupa'dan sonra kaderi Amerika'lıların eline düşen Ota Benga, 1906'da Bronx Hayvanat bahçesine getirildi. Burada maymun ve orangutanlarla aynı kafese kapatıldı. Bu içler acısı durum İnsan hakları savunucularının Hayvanat bahçesi yönetimine yaptığı baskıyla sona ermiştir. Benga, daha sonra medenileştirme adı altında çeşitli uygulamalara maruz bırakıldı. Maruz kaldığı bu uygulamaların etkisinden kurtulamadı ve 20 Mart 1916 yılında 32 yaşında iken çaldığı bir tabancayla kendisini kalbinden vurarak intihar etti. Afrikalı kabilelerden Chirichiri'lerin bir ferdi olan Ota Benga'nın ismi kendi dilinde 'Dost' demektir. Evli ve iki çocuk babasıydı. İnsanların yarattığı bu vahşilik 2.Dünya savaşından sonra azalmış ve kalan son insanat Bahçesi 1958 yılında Belçika'da kapanmıştır. Ota Benga'nın yapılmış bir heykeli. Aghori kabilesi, memleketlerinden sürüldü ve yörede yaşayanların çoğu Agori'lerden korkuyor. Ama İtalyan fotoğrafçı Cristiano Ostinelli, nasıl yaşadıkları hakkında daha fazla bilgi edinmek için onlarla birlikte vakit geçirdi. Böyle de yaparak yüzlerini beyaza boyayan ve boyunlarında boncuklar asılı keşişlerin fotoğrafını çekme fırsatını yakaladı. Gizemli kabilenin üyeleri, kabristanlarda yaşıyor ve ayinlerinin bir parçası olarak insan eti yiyor. İçeceklerini de insan kafataslarından içiyor. Ostinelli 'Onlara dair büyük bir gizem var ve Hindistanlılar onlardan korkuyor. Geleceği bilebileceklerini, suyun üstünde yürüyebileceklerini ve insanları lanetleyebileceğini söylüyorlar.' Yüksek bir farkındalık seviyesine ve Hinduizm'in geç dönem Vedik metinlerinde geçen tanrı Şiva'ya ulaşabilmek için marihuana, alkol ve meditasyonu harmanlıyorlar. Nepal ile Tibset arasındaki Nyimba Vadisi'nde Niyma adındaki bir topluluk yaşıyor. Burada kadınlar birer çocuk fabrikası gibi çalışıyor. Nüfus oranlarını arttırmak ve tarlalarda çalışacak bireyler yetiştirmek isteylen bu toplum böyle bir karar almış. Çok eşli kocaları duydunuz ama eminim çok kocalı kadınları duymadınız. Böyle evliliklere 'polyandry' deniliyor. Bir erkek ve bir kadın arasındaki evlilik, tarihten günümüze kadar bilinen standart evliliktir. Sonra çok eşli evlilikler de bazı toplumlarda yoğun olarak uygulandı. Ama böylesi görülmedi. Bu kadınların en az iki en çok 7 kocası bulunuyor. İşin ilginç yanı kocalar birbirlerini kıskanmadan gül gibi geçinip gidiyorlar. Çok kocalı kadınlar hemen hemen her sene kocalarından birisinden hamile kalıyor Kenya'nın kuzeyinde bulunan Samburu'da bulunan Umoja adlı köyde sadece kadınlar yaşıyor. Cinsel taciz kurbanı kadınlar tarından kurulan köyde erkeklerin yaşamasına izin verilmiyor. Yerel İngiliz askerlerinin tecavüzüne uğrayan 15 kadın Umoja'yı 1990 yılında kurdu. Umoja'nın nüfusu, kurulmasının üstünden geçen 25 yıl boyunca çocuk yaşta evlenmekten, kadın sünnetinden, aile içi şiddetten ve tecavüzden kaçan kadınların gelmesiyle genişledi. Köyün kabile reisi ve kurucusu Rebecca Lolosoli, sadece kadınlardan oluşan bir topluluk fikrini bulduğunda kadın hakları konusunda konuşmaya cesaret ettiği için bir grup erkek tarafından dövülerek hastanelik edildi. Samburu'daki köylerin 5-10 aileden oluşan nüfusunda sadece erkekler köyün önemli sorunlarını tartışır, kadınlara nadiren konuşma hakkı verilir. Umoja'nın ilk sakinleri de izole edildikleri bu Samburu köylerinden gelmiş. O zamandan beri gelen kadınlar, köyde erkek şiddeti ve korkusu olmadan nasıl ticaret yapacaklarını, çocuk büyüteceklerini öğreniyor. Şu anda Umoja'nın nüfusu 47 kadın ve 200 çocuktan oluşmakta. Köy çok fakir olsa da, kadınlar ve kızlar yemek, giyecek ve barınma ihtiyaçlarını karşıladıkları düzenli bir gelir kazanıyorlar. Gelirlerini, grup liderlerinin yönettiği ve safari turistlerinin ziyaret ettiği bir kamp sitesinden elde eden kadınlar, aynı zamanda köylerini ziyaret eden turistlerden de makul bir giriş ücreti alıyor ve yaptıkları el işi takıları satıyorlar. Köyün kurucusu Lolosoli yerel erkekler tarafından birçok tehdit alsa ve saldırıya uğrasa da hala kararlı duruyor. Guardian gazetesinden Julie Bindel'e konuşan Lolosoli, köyün kurulmasından beri geçen 25 yılda yaptıkları ve başardıkları işlerden gurur duyduğunu söyledi. Umoja'daki kadın topluluğu aynı zamanda Samburu'nun çevre köylerindeki kadınları da erken evlilik ve kadın sünneti gibi konularda eğitiyorlar. Köyün resmi karşılayıcısı Memusi, 1998 yılında evliliğinden bir gün sonra kaçtığını belirterek 'Babam tarafından 11 yaşında ineklerle takas edildim. Kocam 57 yaşındaydı' derken, 6 yıl önce satılmamak için evden kaçan 19 yaşındaki Judia ise 'Hergün uyanıyorum ve kendi kendime gülümsüyorum çünkü etrafım yardım ve destekle çevrili' diye konuşuyor. Umoja'ya sığınan kadınlardan bir diğeri 3 erkeğin tecavüzüne uğrayan 38 yaşındaki Jane 'Çok utandım ve kimseye bunu söyleyemedim. Kocamın annesine söylediğimde ise tecavüzü öğrenen kocam beni sopayla dövdü. Ben de kaçıp buraya geldim' dedi. Yeniden evlenmek gibi bir planı olmayan Jane 'Ben çocuklarımın özgür olmasını ve kimi isterlerse evlenmesini istiyorum' diye ekledi. Jane, destek görmek ve çocuklarını okutmak için köyde kalmayı umuyor. Umoja'daki birçok kadın artık bir erkekle yaşamayı hayal bile edemediklerini söylüyor. 16 yaşında 80 inekle takas edilen Mary akşam yemeği için pişireceği bir avuç kuru fasulyeyi göstererek 'Bu yardımcı kadın topluluğunu asla bırakmak istemiyorum. Fazla bir şeyimiz yok ama ihtiyacım olan her şey Umoja'da' diyor. Dünya hızla küçülürken teknoloji ve modern yaşamın bir araya getirdiği insanlık, özünü korumaya çalışan halklardan ve kültürlerden giderek uzaklaşıyor. Bazen durup dünyanın kuytu köşelerinde hangi kültürlerin, hangi halkların yaşadıklarına baktığımızda kendi hayatlarımız son derece renksiz ve sıradan kalabiliyor. Daha renkli bir dünya için yok olmaması gereken kültürler belki de sandığımız kadar uzaklarda değildir. Antik Aryan medeniyetinden geriye kalan son topluluk olduğuna inanılan Drokpalar, çağlar boyunca işgallere tanık olmuş ve kozmopolit bir kültürle harmanlanan Hindistan'da özünü koruyabilmiş homojen tek halk olarak görülüyor. Orta Asya halklarına oldukça benzer kültürel özelliklere sahip olan Drokpaların en dikkat çekici özellikleri sond erece süslü başlıklar kullanmaları. Bu başlıklarda özellikle çiçekler öne çıkan motifler arasında. Genelde iri ve renkli gözlere sahip olan Drokpa halkı, Hindistan'daki genel nüfusa oranla daha uzun boylu olmalarıyla ilgi çekici bir geçmişe sahipler. Drokpaların köklerinin dayandığı Aryan medeniyeti, ana vatanları Pakistan olan ve Hint-Avrupa dilini konuşan tüm ulusların çıkış noktası olan bir geçmişten geliyor. Bu özelliğiyle ilginç bir karmayı Drokpalar kültürlerinde barındırıyorlar. Dış görünüşleriyle Ural Altay dil grubuna ait olan Orta Asya Türklerinin ve Moğollarının kopyası gibi olsalar da aslında Hint Avrupa kökenli bir iletişime sahipler. Bu ilginç karma Drokpalar'ı yaşayan halklar arasında çok özel bir noktaya koyuyor. Tibet dilinde göçebe manasına gelen 'Drokpa' kelimesi dünya üzerinden silinmek üzere çünkü bu halka mensup insanlar gün geçtikçe azalıyor. Afrika'nın en eski halklarından olan Maassailer, hem Kenya hem de Tanzanya'da varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Güçlü ve atletik bir halk olan Maassailer özellikle kulaklarına taktıkları süs eşyalarıyla kendilerini Afrika'daki diğer halklardan ayırıyorlar. Son yıllarda şehirlere göç eden ve kıtlık sebebiyle ilkel yaşamlarından vazgeçmeye başlayan Maassailer, yok olmakla karşı karşıya olan halk. Batı Hindistan'da varlıklarını sürdürmeye çalışan Rabariler 1000 yıl kadar önce İran platosundan sürgün edilmiş bir topluluk. Yaşadıkları sürgün sonrasında göçebe bir hayata adapte olan Rabariler, Ay'ı kutsal görür ve Dolunay gecelerinde renkli kıyafetleriyle Ay'ı selamlarlar. Kadınlarda gümüş takılar ve dövmeler ellerde, yüzlerde olmazsa olmazdır. Erkeklerde ise bıyık bırakmak önemli bir ritüeldir. Kendi kültürlerine göre Aydan gelen Rabariler'in İran'dan sürgün edilmeden önce bu bölgeye de yine göçle geldikleri bilinir. Güney Papua'da varlıklarını sürdürmeye çalışan Korowailer, yüksek ağaçlara kurdukları evlerde genelde sekizer kişilik aileler halinde yaşayan bir kabile. Genelde muz ve bölgede buldukları hayvanlarla beslenen Korowailer, bu besinlerden mahrum kaldıklarında ağaç kabukları, kurtçuklar ve böceklerle idare ediyorlar. Ama en sevdikleri beslenme yöntemi yamyamlık! Evet Korowailer, dünyanın son yamyam kabilesi olarak anılıyorlar. Yakaladıkları hayvanları çiğ çiğ yemelerinin yanında, cadılıkla suçladıkları yabancıları da öldürdükten sonra yemeye eğilimli olan Korowailer, 1970'lere kadar bilinmeyen bir topluluktu. İlk kez 2010 yılında ülkenin nüfus sayımına dahil edilen Korowailerin yaklaşık 2000 kişilik bir topluluğa sahip olduğu düşünülüyor. Nüfusları giderek azalan Korowailer yaşasın ve yamyamlık devam etsin demiyoruz elbette ama onların da bu dünyayı bizimle paylaştığını ve bir şekilde insanlık mozaiğine renk kattıklarını unutmamak gerek. Dış dünyaya en kapalı toplumların başında gelen Huliler, yüksek dağlarlar çevrili bir platoda yaşıyorlar. Yüzlerini ve vücutlarını boyama konusunda saplantılı bir topluluk olan Hulileri boyasız görmek neredeyse imkansız. Son derece süslü başlıklarıyla göz alan Huliler, yaşayan en renkli ilkel kabile olarak biliniyor. Nehir insanları anlamına gelen 'Cocopah' kabilesi yani Kokopalar Amerika'nın Colorado nehri çevresinde 500 yıldan fazla bir süredir yaşıyorlar. Bu bölgeye nereden geldikleri net olarak bilinmeyen Kokopalar, günümüzde 1.300 kişilik bir topluluğa sahipler ve kendi dillerini konuşabilen sadee 10 kişi hayatını sürdürüyor. Bölgeye gelen Avrupalılar tarafından büyük bir soykırıma uğrayan Kokopalar, yıllardır varlıklarını sürdürebilmek için mücadele ediyor. Göçebe bir Sibirya kabilesi olan Nenetler, kışları eksi elli derecelere düşen sıcaklıklara karşı adapte olmuş bir halk. Büyük geyik sürüleriyle hayvancılık yapan Nenetler, çiğ ete de düşkün bir kültüre sahip. Nenetler geyikleri kestikten sonra pişirmeden kanlı kanlı bir şekilde yemelerinden ötürü vahşi görülseler de son derece dost canlısı ve yumuşak kalpli insanlar olarak tanınıyorlar. Bir başka göçebe kabile olan Mursiler, yaşam alanları giderek daralan bir topluluk. Nüfusları hızla azalan Mursiler, süse düşkünlükleriyle tanınıyorlar. Özellikle kadınların daha güzel görünmek için dudaklarına taktıkları tabağa benzeyen disklerle oldukça sıra dışı görünen Mursiler, bu tabaklar çıktıktan sonra tamamen deforme olmuş dudaklarla yaşamak zorunda kalıyorlar. Yörük, Türkçe'deki yürümek fiilinden türemiş bir ad olduğu düşünülmektedir. Ancak Yörük aynı zamanda cesur ve sağlam yürüyen anlamına da gelir. Tarihte ilk defa Türklerin ana vatanı olan Ötüken'den yola çıkarak özellikle batıya doğru ilerleyen göçebe Türkmen boylarıyla başlayan Yörük kültürü, dünyadaki diğer göçebe toplumların aksine kendi yaşama alanına kapalı kalmamış ve yerleştikleri bölgelerde dünyaya hükmeden imparatorluklara dönüşmüşlerdir. Batı Hun İmparatorluğu, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu bu Yörük kabilelerin kurdukları büyük devletlerden bazılarıdır. Kınık ve Kayı boyları günümüze kadar adlarını ulaştırabilmiş önemli Yörük toplulukların başında gelirler. Günümüzde Yörükler, Türkiye'de Toros dağlarının iki ucunda az da olsa varlıklarını sürdürmektedirler. Balkanlarda ise Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya'nın dağlarında tek tük Yörük kervanları görülebilmektedir. Yörük kültürü bugün her ne kadar festivallerle ve çeşitlik etkinliklerle yaşatılmaya çalışılsa da, gün geçtikçe yok oluyor. Atalarımızdan miras kalan pek çok gelenek ve göreneği el değmemiş haliyle sosyal hayatlarında yaşayan Yörükleri daha fazla anlayıp, onlara daha fazla sahip çıkmamız gerekiyor. Bugün Türkiye nüfusunun muhtemelen büyük bir çoğunluğunun atalarının bir Yörük kervanıyla Anadolu'ya gelmiş olduğunu düşünecek olursak, Yörüklere sahip çıkmak aslında bir anlamda tarihimize de sahip çıkmak olacaktır.