Yoksul ve tatminsiz ölmüş insanların gübre vazifesi gören bedenleriyle beslenen zengin ve doğurgan Çukurova topraklarında çok kazıp, az bulan altın madencilerinin tutkusuyla pamuk toplardı. Toroslar’dan Doğu Akdeniz’e doğru uzayıp giden düz, zirvesiz topraklara sığmayan çok büyük hayalleri vardı ve o anda yaptığı işle ideallerinin arasındaki diyalektik çelişki, onu bir geç dönem Yılmaz Güney başyapıtına kahraman yapmak için yeter de artardı bile. Adana’da -daha sonra Altın Koza ödüllerini alacağı şehirde- pamuklar içinde büyüyecek, ama demir gibi sert bir adam olarak yaşayacak ve ölecekti.
BİTMEYEN ŞARKI’NIN YAMAN’I GİBİ
Türk Sineması’nın ‘Çirkin Kral’ı, beyazperdenin esmer namlusu Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937’de Adana’nın Karataş ilçesine bağlı Yenice Köyü’nde dünyaya geldi. Asıl soyadı Pütün olan Güney’in babası Hamit Bey, kan davası yüzünden Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinden Adana’ya göç etmiş bir Zaza’ydı. Annesi Güllü Hanım ise Muş’un Varto ilçesinden Çukurova’ya gelmişti. Hamit Bey’le Güllü Hanım’ın iki çocuğu oldu, ilk çocuk olan Yılmaz’ın çocukluğu köyde geçti.
Adana’nın bunaltıcı sıcağında tarlalarda, ancak fakir ve haris insanlarda görülebilecek bir azimle çalışırdı. O günlerde, Boynu Bükük Öldüler adlı romanıyla 1972’de adına verilen armağanı alacağı Orhan Kemal’in romanlarından fırlamış bir karakter gibiydi. Bu erken dönem, Güney’in nasıl silahşor olarak da portresi yazılabilecek bir sanatçıya dönüştüğünü, lümpenlikle de suçlanan üç boyutlu (3D) adamı, ‘Diyalektik Devrimci Delikanlı’ (3D) Yılmaz Güney’i hangi şartların yarattığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer.
Alt sınıflardan gelmesinin ve yetiştiği kültürel iklimin Yılmaz Güney’in kişiliğinde silinmez etkiler bıraktığı aşikâr. Güney, çocukluğunda pamuk tarlalarında ırgatlığın yanı sıra çobanlık, gazoz ve simit satıcılığı gibi işler yaptı. Adana Erkek Lisesi’nde okurken harçlığını çıkarmak için And Film, Kemal Film ve Dar Film’de çalıştı. Sinemanın yanı sıra edebiyata da meraklıydı. Bu merakı onu cezaeviyle tanıştıracaktı.
1956’da yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı öyküsü yüzünden komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılandı ve bir buçuk yıl hapis cezası aldı. Yılmaz Güney, sinemaya Atıf Yılmaz’ın ve Yeşilçam’a senaryo yazan Yaşar Kemal’in kapısını aşındırarak, 1959’da adımını attı. Oynadığı ilk film, Kemal’in senaryosunu yazdığı ve Yılmaz’ın rejisörlüğünü yaptığı Bu Vatanın Çocukları’ydı. Yazdığı hikâyeden ötürü Mayıs 1961’de cezaevine konulunca, kariyeri kesintiye uğradı.
"Yılmaz güney solcu olmasına rağmen Necati adlı bir MİT mensubuyla samimiydi. Necati, Güney'le olan ilişkisi ortaya çıkınca görevinden ayrıldı"