Ayşe Barım'ın danışmanlık şirketi aracılığıyla piyasada tekelleştiği ve bazı ünlü isimleri piyasadan engellemeye çalıştığı iddia edilirken konuyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da soruşturma başlattı.
Türkiye'nin gündemine oturan iddialar hakkında Sabah Gazetesi Yazarı Salih Tuna dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
İşte Salih Tuna'nın 'Dışarıya oyuncu verilmez, istemeyiniz!' başlıklı yazısı:
Dizi sektöründeki herkese malum sırlardan sadece biri piyasaya düşünce (Orhan Kemal'in ifadesiyle) ortalık şirelendi.
Her şey ortaya dökülürse o zaman seyredin siz gümbürtüyü.
DAHA BİR YIĞIN KONU BAŞLIĞI VAR
Demem o ki Ayşe Barım etrafında konuşulanlar sektörün sadece menajerlik ayağından ibaret. Yönetmen veya müzisyen kapatan yapım şirketlerinden tutun da kanal kapatanlara (ana akım televizyon kanallarından birine sadece bir yapım şirketi dizi yapabilir, diğer yapım şirketleri dizi projesi teklifinde dahi bulunamazlar) kadar daha bir yığın konu başlığı var.
İnceleme, soruşturma henüz devam ediyor; işin sonu nereye varır, bilemiyorum.
Benim bildiğim şudur: Şikâyetler üzerine yapımcı şirketlerini ve menajerlik kuruluşlarını incelemeye alan Rekabet Kurumu, dijital devlerden çok uluslu şirketlere kadar rekabet hukukuna aykırı iş çeviren kim varsa avuruna zavuruna bakmadan cezayı kesen saygın bir kamu kuruluşudur. Onun için yanlış yapan hesabını verir.
Yeşilçam Sineması'nın en velut iki yönetmeni Osman F. Seden ve Atıf Yılmaz arasındaki "rekabet", sonu tatlıya bağlanan sıra dışı bir atışmaya neden olmuştu. Atıf Yılmaz 1961'de yönettiği filmin adını "Allah Cezanı Versin Osman Bey" koymuş, Osman Seden de bir yıl sonra (62'de) "Erkeklik Öldü mü Atıf Bey" filmiyle karşılık vermişti.
Türk Sineması'nın köşe taşlarından Ertem Eğilmez de Hababam Sınıf'larıyla ün kazandırdığı Kemal Sunal'la zamanla ters düşmüş, "Hababam Sınıfı Tatilde" (78) ve "Hababam Sınıfı Güle Güle" (81) adlı filmlerinde Kemal Sunal'a yer vermemişti.
Bununla da kalmamış, Kemal Sunal'ın yerine Şener Şen'i ("Namuslu" ile) ikame etmeye çalışmıştı. Zamanla görevi Yavuz Turgul devralmış, kaportacılar gibi bir tek "Dışarıya Şener Şen verilmez" tabelası asmadığı kalmıştır.
Sezen Aksu da müziğin Ertem Eğilmez'i gibiydi. Demem o ki, tekelleşme hırsının müzikten sinemaya kadar girmediği sektör yoktur. Edebiyat hariç değildir diyeyim de varın gerisini siz hesap edin.
Lakin, bütün bunlar halihazırdaki dizi sektöründeki tekelleşmenin yanında son derece masum kalır.
Sadece yurtdışına dizi satışından 1 milyara yakın kazanan bir sektörden bahsediyoruz.
Hâliyle, kıyasıya rekabet olacak, gayet doğal.
Gelgelelim, rekabet başka şey piyasayı kontrol etmek amacıyla yapımcıdan kanala, menajerden reklam şirketlerine kadar (hadi "çeteleşmek" demeyeyim) "devre kurmak" başka şeydir.
Devre dışında kalanlara amiyane tabirle "ekmek yok" ama niteliksiz, kifayetsiz muhteris veya çapsızlara kapılar ardında kadar açık!
Devre değilsen, değil yerli kanallara, Netflix'e bile iş yapman mümkün değildir.
Dahası hiçbir büyük markanın reklam yüzü de olamazsın.
Hele ki devreyi kuranların mesafeli olduğu yapım şirketleri veya kanallarda izinsiz yer alırsan aforoz edilmen işten bile değildir.