Adana Altın Koza film festivalinde yer alan Türk Pasaportu adlı belgesel film ile tarih sayfalarının ardında kalmış bir kahramanlık öyküsü de tekrar gündeme geldi. Bu öykünün kahramanlarından biri Necdet Kent. Marsilya Başkonsolosu iken onlarca Yahudiyi Nazilerin elinden kurtaran Kent’in hayat hikayesi ve yaşadıkları son derece ilginç. Necdet Kent orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde, yüksek öğrenimini New York Üniversitesi Kamu Hukuku bölümünde tamamladı. 1937 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. 1941 yılında tayin olduğu ve 1944 yılına kadar kaldığı Marsilya Başkonsolosluğu görevinden önce Atina'ya Başkonsolos muavini olarak atandı. Necdet Kent 1941 - 1944 arasında Türkiye'nin Marsilya Başkonsolosu idi. II. Dünya Savaşı sırasında birçok Yahudi'ye Türk pasaportu vererek hayatlarını kurtardı. Nazi işgali altındaki Fransa'da geçirdiği bu yıllardaki kahramanlıklar Alman toplama kamplarına giden treni durdurmakla sınırlı değildi. Kent aynı zamanda güney Fransa'da yaşayan veya oraya kaçan, geçerli Türk pasaportu olmayan birçok Türk Musevi'ye Türk kimliği sağladı. Tüm bu kahramanlıklar Kent’in hatıralarında yerini aldı. Kent bir keresinde, Gestapo karargahına giderek, erkeklerin Musevi olup olmadıklarını anlamak için sokaklarda soyulmalarını protesto etti. Alman komutanını azarlayarak, sünnetin, bir kişinin Musevi olduğunu kanıtlamak için yeterli olmadığını, kendisinin de Müslüman ve sünnetli olduğunu söyledi. Kent anılarında, 'Komutanın gözlerindeki boş bakışları gördüğüm zaman, ne demek istediğimi anlamadığını fark ettim ve onların doktorları tarafından muayene edilmeye razı olabileceğimi söyledim' demişti. Kent trene yaklaştı ve daha sonra gördüklerini şöyle anlattı: 'O akşama dair hatıralarımdan silinmeyecek olan tek anı, vagonlardan birinin üzerinde gördüğüm, 'Bu vagona 20 baş hayvan ve 500 kilo ot konulabilir' şeklindeki yazıydı.' Tren vagonların içinde tıka basa sıkıştırılmış 80 kişi vardı. İstasyondaki Gestapo kumandanı, Kent'in orada bulunuşundan haberdar olunca kendisine yaklaştı ve hemen ayrılmasını istedi. Ancak Kent, nezaketini zorlayarak, bu insanların Türk vatandaşı olduklarını ve ortada hemen düzeltilmesi gereken bir hata bulunduğunu söyledi. Gestapo kumandanı sadece emirleri yerine getirdiğini, vagonlardaki bu insanların Türk değil, sıradan Museviler oldukları şeklinde yanıt verdi. Bunun üzerine Kent kendisini durdurmak isteyen askerleri iterek trene bindi. Kent’in bu hareketi üzerine Alman subaylar anlaşma yolunu seçmeye çalıştı. Tren bir sonraki istasyonda durdu ve Alman subayları trene binerek, Marsilya'da trenden ayrılmasına izin verilmediği için kendisinden özür dilediler. Dışarıda kendisini ofise geri götürmek üzere bekleyen bir Mercedes vardı. Ancak Kent yerinden kımıldamadı. Kent anılarında bu olaydan şöyle bahsetmişti: 'Musevi oldukları için 80'den fazla Türk vatandaşının bu hayvan vagonlarına yüklendiklerini ve benim de, böylesi bir davranışı reddeden bir hükümetin temsilcisi olduğumu açıkladım.' Kent’in bu taviz vermeyen tutumuyla şaşkına dönen Almanlar herkesi trenden indirdiler ve bu tutumlarına son vermek zorunda kaldılar. Kent savaştan sonra Türkiye'nin New York Başkonsolosu olarak görev yaptı ve bunu takiben Yeni Delhi, Stokholm ve Varşova'da büyükelçilik görevlerinde bulundu. Ayrıca Coca Cola’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı’na yükselen Muhtar Kent’in de babası... Emekli bir diplomat olan Kent'e, 15 Mayıs 2001 tarihinde, İsrail'den gelen ve üzerinde 'Bir can kurtarmak dünyayı kurtarmak gibidir' yazan özel bir madalya ile beraber Türkiye'nin en yüksek şeref madalyalarından birisi olan Üstün Hizmet Madalyası verildi. Kent’in yaşamı özellikle Marsilya büyükelçisi olduğu dönemler kitaplara filmlere de konu oldu. Örneğin yazar Ayşe Kulin'in yazdığı ve II. Dünya Savaşı sırasında Museviler'in çektiği Nazi zulmünü anlatan 'Nefes Nefese' adlı romanda geçen 'T.C. Marsilya Başkonsolosu Nazım Kender' karakteri de Necdet Kent'i temsil ettiği belirtildi. Dünya film festivalleri tarafından merakla beklenen ve Türk diplomatların Yahudileri Nazilerden kurtarılmasını anlaran Türk pasaportu filmi de Adana Altın Koza Film Festivali’nde galasını yaptı. Başta Cannes olmak üzere katıldığı çoğu film festivalinden büyük başarıyla dönen ‘Türk Pasaportu’nda 66 yıllık bir sır gün yüzüne çıkıyor. Burak Arlıer'in yönettiği belgesel film, ilk gösterimini mayıs ayında Cannes Film Festivali'nde yapmış ve festivalde 'Türklerin Schindler'i' olarak adlandırılmıştı. Türk Pasaportu kamerasını, 1944 yılında Fransa’dan İstanbul’a kaldırılan 6 trenin yolcularının etrafında döndürüyor ve umuda yolculuğun hikayesini anlatıyor. Bu kahramanlık öyküsünü keşfeden isim ise; filmin yapımcılığını da üstlenen Güneş Çelikcan. Çelikcan, öğrenciliği döneminde Eşkişehir Tren İstasyonu’nda bir fotoğraf çekimi yaparken Türkiye’nin tren raylarının buluştuğu makasta, dikkatini çeken bir mezar taşıyla hikayeyi araştırmaya başlamış. Mezar taşının Kurtuluş Savaşı kahramanı Behiç Erkin’e ait olduğunu öğrenen Çelikcan, savaş döneminde çeşitli tren seferleriyle ülkeye taşınan yüzbinlerce Yahudi vatandaş olduğunu farkedince harekete geçmiş. Cannes Film Festivali’nde ayakta alkışlanan ‘Türk Pasaportu’, dünya prömiyerini Eylül ayında Paris’te gerçekleştirdi. Altın Koza’da da büyük beğeni topladı.