..Ve de doğal sonuç.. Dünyanın ilk tapınağı da Anadolu'da yapıldı.. Toplu yaşam, toplu ibadet yerlerini yarattı çünkü..
İşte Göbeklitepe, İsa'dan tam 12 bin yıl önce yapılan Göbeklitepe, bu "İlk!."
Ne zaman bulundu, ne zaman ortaya çıkarıldı bilmem. Babamın son askeri görevi yörede komutanlık, son sivil işi de oralarda gene milletvekilliği idi. Ben de gazeteciydim.
Gene duymadım. İnanır mısınız?.
Anadolu'yu karış karış dolaşan Amerikalı eşim Holly arkeologdu. Beni nereleri anlattı, neleri söyledi.
Göbeklitepe yoktu aralarında..
Şimdi ister inanın, ister inanmayın.. Ben bu satırları 8 Mart Cuma günü yazıyorum.
Bugün Dünya Kadınlar Günü..
Bugün Dünya Göbeklitepe Yılı'nın resmi açılış günü..
..Ve bugün Ece'nin Doğum günü!.
Şimdi söz Sevgili kardeşim Ece Vahapoğlu'nda..
Bundan 6 yıl önce Londra'da yaşayan Türk bir arkadaşım telefonda bana "Türkiye'de Göbeklitepe diye bir yer var. Orayı dünyaya tanıtacak biri lazım..
İngilizce bilen, modern biri olarak sen bu tanıtımı çok iyi yaparsın; bir araştır orayı" deyip kapattı.
Hemen internete baktım; okuduklarım karşısında şaşkına döndüm. Merakımdan tüm geceyi ekran başında geçirdim. Dünyanın ilk tapınağı, uygarlığın doğduğu yerdi Göbeklitepe..!
Ertesi hafta uçağa atlayıp Şanlıurfa'ya gittim.
Göbeklitepe'yi yerinde görmek için. Şehrin 18 km uzağındaki bu kadim yere ilk adım attığımda tarif edemediğim bir enerji kapladı beni. Çok etkilenmiştim;
Göbeklitepe'yi ülkeme ve dünyaya duyuran, arkadaşım, meslektaşım Ece Vahapoğlu oldu. "Her şey bir telefonla başladı" diyen Ece, yazıda bu filmlere layık öyküsünü anlatıyor. Resim de onu anlatıyor. Hayatında iki şey var.. Fitness/ Sağlık için spor ve de Göbeklitepe!. İşte Ece, üzerinden nerdeyse eksik etmediği eşofmanlarıyla, Göbeklitepe Müzesi'nde..
Göbeklitepe'yi tanımak ve tanıtmak için elimden geleni yapacaktım.
Urfa halkı ve ileri gelenleriyle sohbetler ederek nabız yokladım. Kimisi biliyordu ama halkın çoğu burnunun dibindeki tarihi yeri gidip görmemişti.
Akabinde Vali, Belediye Başkanı, Milletvekilleri ve tüm yerel yönetimlerle tek tek görüştüm.
Göbeklitepe'yi Türkiye'ye ve dünyaya tanıtmak için yapmak istediklerimi ve önerilerimi paylaştım.
Görüşmeler olumlu geçmesine rağmen net sonuçlar alamadım.
İstanbul'a döndüğümde, Göbeklitepe'nin ve yapılan arkeolojik çalışmaların tanıtımına nasıl destek verebileceğimi düşündüm.
Önce Urfa'da sonra İstanbul'da bir sergi yapmaya, İngilizce ve Türkçe kitap yazmaya, web sitesi kurmaya, broşür hazırlamaya, kısa bir belgesel film çekmeye ve bir basın gezisi düzenlemeye karar verdim.
İlk cevap hiç gecikmeden Doğuş Grubu'ndan geldi. Gönderdiğim dosya ile Türkiye'nin en büyük şirketlerinden biri, Göbeklitepe'den haberdar olmuştu.
Ve Doğuş Grubu ile 2 yıllık sponsorluk sözleşmesi imzaladık. İki ekip birleşip birlikte çalıştık.
Gecem gündüzüm Göbeklitepe olmuştu. Sık sık Şanlıurfa'ya uçuyor, Göbeklitepe'yi ziyaret ediyor, Urfa Müzesi'ni inceliyor, yerel yönetimlerle görüşmelere devam ediyordum.
Göbeklitepe'yi arkeolojik olarak ilk keşfeden Alman Kazı Başkanı Klaus Schmidt ile görüşmek için girişimlerde bulundum. Ancak pek çok kez talepte bulunmama rağmen ne kendisinden ne de Türk eşinden olumlu bir cevap alamadım. Bu arada sürekli bilgi topluyor, notlar alıyor, projeyi detaylandırıyordum.
Resmi makam olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın mutlaka projemizde olması için Ankara'ya da birkaç kez gittim; dönemin Bakanları Ertuğrul Günay ve Ömer Çelik, müsteşarlar, genel müdürler herkesle görüştüm.
Ancak bu arada iş birliği yapmak istediğim kazı ekibine ulaşamıyordum. Bazen umudum azalıyordu.
Aylarca uğraşmış, büyük kurumları ve kocaman bir ekibi peşime takmıştım.
Hissettiğim sorumluluk ve yaşadığım hayal kırıklığı ile hüngür hüngür ağladım. Ancak vazgeçmeyecektim; bunu halletmem şarttı!
Ankara'ya durumu bildirdim.
Bakanlık projemize olumlu baktığı halde yıllar önce Türkiye'nin imzaladığı uluslararası anlaşmalar gereği son söz Kazı Başkanı'ndı. Ben de Alman Büyükelçiliği'ni arayıp durumu aktardım. Ertesi gün Büyükelçi ve ekibi beni arayıp özür diledikten sonra beni Alman ekiple bir araya getireceklerini söylediler.
Bunun üzerine kazı ekibi nihayet randevu verdi.
Ancak görüşme yeri olarak Almanya'yı seçmişlerdi...
Kendi imkanlarımla seyahat planımı yapıp Berlin'e uçtum; şehir dışındaki Alman Arkeoloji Enstitüsü'ne trenle geçtim. Klaus Schmidt ve iki kişi ile İngilizce görüşme yaptım.
Ekip beni karşılarında kanlı canlı, kararlı, kendine güvenen bir halde görüp Göbeklitepe'nin Türkiye ve dünyaya tanıtılmasından başka bir amacım olmadığını anlayınca kitap ve fotoğraflar için iş birliği yapacaklarını söyledi. Kitap metinleri için son onayı Kazı Başkanı'ndan almak istediğimi belirttim; kabul etti.
Türkiye'ye dönünce bir yandan limitli sayıda özel basılacak Türkçe ve İngilizce kitap yazıyor, proje detaylarını toparlıyor, diğer yandan kurumlar arası ilişkileri yürütüyordum. Bu arada Göbeklitepe'den çıkan hayvan figürlerinden oluşan seramik taş baskılı sergimiz için Kütahya Seramik'le ve basın uçak biletleri için Türk Hava Yolları ile görüşüyordum.
Şanlıurfa'ya gidip çekimimizi yaptık. Kitabı bitirdiğimde ve baskıya göndermek istediğimde aylarca metin onayı için kazı ekibinden haber bekledim.
Projemiz sürekli erteleniyordu.
Hatta bir ara kendi ekibim bile bana "Ece pes edelim, bu iş çok zor" dedi ancak ben asla pes etmedim.
Azimle, kararlılıkla, aylarca uykusuz kalıp kilo vererek 2 senede projeyi tamamladım. Bu süreçteGöbeklitepe'nin rakipleri sayılan Mısır Piramitleri'ni, Malta Tapınakları'nı, İngiltere'dekiStonehenge'i bizzat yerinde inceledim. Dünyada böyle yerler nasıl tanıtılıyor diye detaylıca gözlemledim.