Kanaatimce varlığı "insan" yapan iki "temel unsur" var: Samimiyet ve gayret… Rahmetli Hasan Karakaya'nın samimiyetine ve gayretine şahidim. Benim açımdan, gerisi teferruattır.
Mütevazı hayatlar sessizce sönüyor… "Öldü" diyorlar ve bitiyor. Tanıdığım kadarıyla tevazu, Hasan Karakaya'nın hayat tarzıydı. Tevazuun önderi Peygamber-i Âlişan Efendimizin yanıbaşında ölmek, bunun mükâfatı olmalı…
Düşündüm de, hayat kadar gerçek olmasına rağmen, her ölüm bizi şaşırtıyor!.. "Bu kadar erken mi?.." diyorsunuz, "bu kadar ani mi?"
Oysa her ölüm "erken" ve "anidir"… Her ölüm "zamansız"dır... Ne zaman "ölüm zamanı" olduğunu kimse bilmez.Hangi mevsim, hangi ay, hangi gün, meçhul…Bir bakıma her mevsim "ölüm mevsimi", her ay"ölüm ayı", her gün "ölüm günü", hatta her an "ölüm anı"dır!
Ve her ölüm, arkasında "keşkeler" bırakıyor… "Keşke gitseydim"… "Keşke görseydim"…"Keşke konuşsaydım". Bir türlü gidemiyorsunuz, göremiyorsunuz, konuşamıyorsunuz.
Durmadan niyetinizi erteliyorsunuz… "Sonra giderim", "sonra görürüm", "sonra söylerim", "sonra ararım" diye diye yitirdiğiniz zamana konuveriyor ölüm meleği… Birden fark ediyorsunuz ki, birikmiş "yarın"larınızda zaman tükenmiş, sevdiğiniz insan hayattan çekip gitmiştir…
Şaşkın, çaresiz kala kalıyorsunuz: Söylenememiş sevgileriniz, sarılamamış kollarınız ve sonu gelmeyen "yarın"larınızla… Artık ne övgü işe yarıyor ne sevgi… "Allah'tan rahmet" dilemekten başka bir şey gelmiyor elinizden. İnsan olarak gafletinizle birlikte çaresizliğinizi bir kere daha derinden hissediyorsunuz ve o çaresizlik içinde ölüye "rahmet-mağfiret, yakınlarına sabır" diliyorsunuz.
Allah'ın rahmeti ve mağfireti, Efendimiz'in şefaati seninle olsun Hasan Karakaya kardeşim. Burada çok görüşemedik, artık orada görüşürüz!
Yavuz Bahadıroğlu/Yeni Akit