Ali KUŞ ‘Anneme baktım diye dayak yedim’ Şiirleri, devrimci gençliğin dilinden düşmeyen Yılmaz Odabaşı, Diyarbakır 78 kuşağının öne çıkan isimlerinden biriydi. Hukukçu olmak isteyen Odabaşı’nın bu azmi, İzmir’de Hukuk Fakültesi’ndeki ilk yılında, 12 Eylül 1980 günü son buldu. Tutuklandı, adı işkencelerle tarihe geçen Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde 1 yıl 2 ay hapis yattı. Şimdi ise 12 Eylül’deki referandumu iple çekiyor. Yaşadığı acıları yeni kuşakların yaşamasını istemediğini anlatan Odabaşı, referandumda “Evet” diyeceğini belirterek başlıyor konuşmaya: “Cezaevinden çıktıktan sonra babam bana ‘Devlet aklınızı başınıza getirmiştir’ dedi. Ama benim oğlum bunları yaşasaydı, ben o cezaevinin önünde kendimi canlı bomba yapardım. O yüzden referandumda ‘Evet’ diyorum. Demokrasi herkese yarar. Bir ateiste de bir inançlıya da yarayabilir. Demokrasiyi yalnız kendi cemaatine, kendi lobisine istemek totaliter bir anlayıştır.” ‘BİR YÜZÜNÜ GÖRSEM’ “Büyük bir bozgunun şiddeti ve şaşkınlığıyla bıçak gibi soğuk koğuşumuzda, Apaçiler gibi battaniyelere sarılıp, bit ayıklayarak ve mütemadiyen dayak yiyerek geçirmiştik...” Şair Yılmaz Odabaşı, 1981 kışını geçirmeye mahkûm edildiği Diyarbakır Cezaevi’ni işte böyle anlatıyor. Ama onun beynine ve yüreğine kazınan asıl 12 Eylül hatırası ise mahkeme mahkeme salonundan. Yıllar geçse de hiç unutamadığı o anları şair, bakın nasıl hatırlıyor: “Baharla birlikte duruşmalar başlamıştı. Mahkemeye çıktığımızda sağa, sola, arkaya bakmak, kıpırdamak yasaktı. Anam mektuplarında; ‘Kurban olam mahkemede bir kere dönüp baksan, bir yüzünü görsem’ diye sitem ediyordu. Yine bir duruşmada sımsıcak gözlerle dönüp baktım anama... Tepemdeki inzibat eri salondakilere sezdirmeden fısıltıyla homurdandı. İnzibatlar, o an için müdahale etmedi, ama duruşma bittiğinde bir astsubay, mahkeme için taktığım kravatı kavrayıp o kalabalıktan ayırdı beni. Birlikte yargılandığım arkadaşlarım kelepçelenip cezaevi ring aracına götürülürken, ben boş mideme, suratıma inen yumruklarla yıldızlar sayıyordum. Sonra cezaevi ring aracının görevlilerine beni teslim ederken uyardılar: ‘Bu p..t mahkeme vukuatlıdır. Cezaevinde gereği yapılsın...’ Yaptılar da...” ‘12 EYLÜL RÜYAMA GİRERDİ’ Yılmaz Odabaşı, o dönemde cezaevinde yaşadığı işkence ve sonrasındaki acıların yıllarca kâbusu olduğunu şöyle anlatıyor: “12 Eylül’de benim rüyalarım olurdu. Rüyalarda Kenan Evren ve askerleri peşimde olurdu. O rüyalarda uçurumlardan düşerdim. Silahım tutukluk yapardı. En güvendiğim arkadaşım apoletli olarak işkencecilerin arasından çıkar gelir, o da muhbir olurdu. Hüsrana uğrardım. Kan ter içinde uyanırdım. Kâbuslarım 1989’da Kenan Evren’le birlikte çekip gitti. Benim geleceğimle, gençliğimle oynadılar. Öğrenim hakkımı aldılar. Bunların hesabını kim verecek?” Yalçın BEL Aynı silah sabah bizde öğlen solcuda olurdu Erhan Cengiz, Oğuzhan Cengiz ve Cengizhan Cengiz... Onlar 3 ülkücü kardeşti. Erhan Cengiz, 12 Eylül 1980 darbesi öncesi gençlik çatışmalarında hayatını kaybeden binlerce gençten biri oldu. Cengiz ailesinin en küçüğüydü, liseyi yeni bitirmiş üniversiteye hazırlanırken, bir çatışmanın ortasında kaldı. Kalbinden vurularak 18 yaşında hayatını kaybetti. Oğuzhan Cengiz kendisinden iki yaş küçük kardeşinin ölüm haberini cezaevinde öğrenmişti. O da 10 yıl sonra cezaevinden çıktığında, işkence yüzünden ilaçlara bağımlı hale gelmişti artık. Başına verilen elektrik sonucu ‘ani bayılma’ hastalığına yakalanmıştı. Cengiz ailesinin en büyüğü olan Cengizhan Cengiz’den ise 32 yıldır haber yok. Sağ mı değil mi en fak bir iz bulunanamış. SİLAH DEĞİL KALEM TUTUYOR Oğuzhan Cengiz, gençlik hayallerini yıkan silahlardan artık nefret ediyor. Kardeşi ve ağabeyinin acısını kağıda döken Cengiz, şimdi bir yayınevi sahibi... “10 kitap yazdım. 32 yıldır elime silah almıyorum. Düşüncelerimi, yazdığım kitaplarda, kalemimle ifade etmeye çalışıyorum” diyor. Öldürülen kardeşi Erhan Cengiz için “Bir Yıldız Kaydı” adlı bir kitap yazan Oğuzhan Cengiz şöyle konuşuyor: “12 Eylül bir senaryonun parçasıydı. Gençler piyon gibi kullanıldı. Gülhane’de bulunan şimdiki Çocuk Mahkemesi o zaman morg olarak kullanılmıştı. Solcusuyla sağcısıyla; oraya ölen arkadaşlarımızın cenazelerini almaya giderdik.” 21 Kasım 1978’de İstanbul Tozkoparan’da çıkan silahlı çatışmanın ardından yakalandığını söyleyen Oğuzhan Cengiz şunları anlatıyor: “Askere silah çekmedim, teslim oldum. Olay yerinde bir çanta içinde el bombaları ve sol gruptan öldürülecek gençlerin isimleri yazıyordu, o çantanın bana ait olduğunu ileri sürdüler ve o günden sonra lakabım ‘Bombacı Cengiz’ kaldı.” O dönemlerde sağcı ve solcu gençlerin çok kolay silah temin ettiğine dikkat çeken Oğuzhan Cengiz, “Birileri sanki bizim birbirimizle çatışmamızı istiyordu. Hatta bizim sabah kullandığımız silahlar öğleden sonra solcuların eline geçiyordu” diyor. ‘HEPSİ BİR SENARYOYDU’ 12 Eylül’ün Türkiye’yi karanlık bir tünele soktuğunu anlatan Oğuzhan Cengiz şöyle tamamlıyor sözlerini: “Sağ-sol çatışması bir senaryonun parçasıydı. O dönemde solcu arkadaşlarla çok kavgalar ettik. Ama şu an birçok sol görüşlü arkadaşımla görüşüyorum, iş bile yapıyorum.” ÇAĞDAŞ ÇETİNDEMİR /SABAH Ulus Müzik Yönetim Kurulu Başkanı İskender Ulus, yaklaşan referandumu, darbe zamanı yaşadıklarını haykırmak için fırsat bilip sessizliğini bozanlardan sadece biri. Üniversiteye kayıt olmak için yola çıktığı 12 Eylül 1980’de nasıl gözaltına alındığını ve gördüğü işkenceleri SABAH’a anlatan Ulus, referandumda ‘evet’ oyu vereceğini vurgulayıp, “İnsanlar kendi kaderlerini kendileri yazarlar. Sonra kafalarını duvarlara vurmasınlar. Bir 30 sene daha gider” diyor. OTOGAR’DA GÖZALTI... Ama kayıt yaptırmak için İstanbul’a gideceği gün gözaltına alındı. Üniversite hayatı başlamadan biten Ulus, “Benim için çok acıydı. Otogara gitmek için kalktım. Her taraf marş çalıyor. Komşular ‘İhtilal oldu, dışarı çıkma yasağı var’ dedi. Bu fakiri,Ordu Otogarı’nda gözaltına aldılar” diye konuşuyor. SLOGAN YAZDIM DİYE Benimki duygusal hareketti. Vatan, millet, Sakarya... Derdim; bayrak, sancak, toprak, din ve imanın elden gitmesindi. 14 ay süren gözaltıda, ilk 21 günü karanlık bir hücrede geçirdim. Birine işkence edildiğini işitmek ve sıranın sana geleceğini düşünmek en zoru... Kafama çuvalı geçirdiler. Bir yere götürdüler. Sonra gözlerimi bağladılar. Sorguya çektiler. Daha 56 kilo bir çocuktum. Kolumdan zebellah gibi bir adam tuttu. Beni deve kündesi gibi yere attı. Sırtıma bindi. Soğuk beton zeminde, ata biner gibi, üzerimde zıpladı. Bana 12 tane kağıt imzalattı.” Sosyalist yönetim kurduğu gerekçesiyle askeri operasyonla görevinden alınan Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez’le beraber yattıklarını ifade eden İskender Ulus, şunları anlatıyor: “Bir kişilik yataklarda bir sağcıyla bir solcunun koyun koyuna yatmasını istiyorlardı. Benden çok daha fazla işkence görenler var. Birçoğu kafayı yedi. Bacağı koptu, erkekliği gitti. 8 yıl yatırıp, sonra ‘Özür dileriz, suçsuzmuşsunuz’ dediler. 18’de girip, 26’da çıktılar. 2 yıl da askerlik. Yaş 28 oldu.” ANAYASA ÜLKE MENFAATİNE 12 Eylül cuntasının megolomanlığını dikte etmek için darbe yaptığını iddia eden Ulus, “Demokrasi adına ihtilal yaptık deniyor. Hadi oradan... Bir insanın ölümü, bir insanın delirmesi, bacağını, erkekliğini, onurunu, kaybetmesi ne zaman demokrasi oluyor” diye de isyan ediyor. 12 Eylül cuntasının megolomanlığını dikte etmek için darbe yaptığını iddia eden Ulus, “Demokrasi adına ihtilal yaptık deniyor. Hadi oradan... Bir insanın ölümü, bir insanın delirmesi, bacağını, erkekliğini, onurunu, kaybetmesi ne zaman demokrasi oluyor” diye de isyan ediyor. BİR TABELA HAYATINI DEĞİŞTİRDİ ERHAN ÖZTÜRK/HABER MERKEZİ İdamla yargılandı. İşkenceler gördü, ama onurlu duruşundan ve dik başlılığından hiç vazgeçmedi. Üstelik yaşadıklarını mizahi bir dille anlatan tek mağdur oldu belki de. Cumhuriyet Alişanoğlu ile kaleme aldığı “Netekim 12 Eylül’de Geldiler” kitabını ve yaşadıklarını konuştuk. Kendisi gibi 150 kişinin gözaltına alındığını, günlerce birinci şube, ardından 12 Eylül döneminde Davutpaşa Kışlası’nda işkencelerden geçirildiklerini anlatıyor. ELEKTRİĞE BAKIŞIM DEĞİŞTİ Alişanoğlu şöyle devam ediyor: “Elekrikli işkence bedenimin her tarafında denendi. Dayanmak, diz çökmemek, cellatlardan aman dilememek için, orada onun bile hükmünün geçmeyeceğini bile bile Tanrıya güç ve cesaret vermesi için dualar ettim. Ama işin komik tarafı o dualar sayesinde sürekli dinç kaldım. Oysa onca acıyı hissetmektense, bayılmayı ya da ölmeyi tercih eder hale geliyor insan.” ASMAYIP BESLEYELİM Mİ? 'ONLARA BOYUN EĞMEDİK' HAPİSTE 60 KİLO VERDİ