Elma yediğiniz anda midenizde neler oluyor? Kullandığınız pil bittiği anda neyi yapmamalısınız? Afrika'daki en tehlikeli hayvan hangisi? Piranaların insan yediği doğru mu? İşte insanlığın çokça merak ettiği soruların yanıtları... Elma yediğimizde neden acıkırız? Elma yediğimizde sanki hiçbir şey yememiş gibi hissederiz. Hatta açlığımızı bastırmak için yediysek hemen ardından daha fazla acıkıyoruz. Çünkü elmanın yüzde 85'i sudan, yüzde 12'si karbonhidrattan ibaret. Bu nedenle yediğimizde tokluk hissi yaratmaz. Ancak elma yemenin açlık hissine sebep olması, onun bir meyve olmasından kaynaklanıyor. Meyvelerde bulunan doğal şeker, yani früktoz beynin özellikle dikkat ve ödüllendirme mekanizmalarını etkileyerek bu birimlerde daha fazla nöral aktivite oluşmasını sağlar. Bunu şöyle de yorumlayabiliriz; beynimiz meyve yediğimizde ödül olarak bazı kimyasallar salgılıyor, dikkat seviyemizi artıyor. Araştırmacılar bu ödül mekanizmasını tekrar hareket geçirmek için açlık hissettiğimizi söylüyor. Çünkü früktoz beynin bazı mekanizmalarını harekete geçirirken çok önemli bir uyarıcıyı atlıyor. Örneğin insülin hormonunu uyarmayı başaramaz. İnsülin salgılanmadığında az önce bir şeyler yemiş gibi olmuyor, açlık hissetmeye devam ediyoruz. Mumyalar neden çürümez? Mumyalama işleminin sırrı kurutma sürecinde yatıyor. Bu da vücuttaki tüm nemli oluşumların atılması ve tamamen kuru bir hale getirilmesi demek oluyor. Bedenlerin çürümesinin nedeni, bakterilerin nemli ortamda gelişim gösterip yayılmalarından kaynaklanıyor. Ancak suyun olmadığı bir ortamda bakterinin de hayatta kalması imkansız. Mısırlılar, tüm organları çıkarıp, bedeni içten dışa tuzlu bir karışımla kaplıyorlardı. Aradan 40 gün geçtiğinde, tuzlama işlemi geriye kalan tüm nemi emmiş oluyordu. Afrika'daki en tehlikeli hayvan hangisi? Bu soruyu zehirli yılan ve böcekleri bir tarafa bırakıp Afrika'ya özgü büyük memelilere odaklanarak cevaplayacaksak su aygırlarının insanlar için en tehlikelisi olduğunu söyleyebiliriz. Büyük memeliler tarafından öldürülen insanların sayısına bakıldığında en yüksek ölüm oranlarının su aygırlarının saldırısında ortaya çıktığı görüldü.Üstelik et yemeyi seven bir tür bile değil. Son derece büyük olup huysuzluklarıyla tanınan su aygırları hem karada hem de denizde çok hızlılar. Tek bir ısırığıyla koca koca memelileri anında öldürebilecek kadar güçlü bir çene yapısı ve dev gibi dişlere de sahip olduğundan,genelde saldırılarından canlı kurtulmak mümkün olmuyor. Su aygırları, insanların kendilerine fazla yaklaşmasından hoşlanmıyor.Zaten kısa sürede 'sinirlenebiliyor' olmasıyla ünlü olan bu tür,böyle bir durumda hiç vakit kaybetmeden saldırıya hazır hale geçiyor. Biraz daha yaklaşmak,o kocaman dişlerin tadına bakmaya razı olmak demek. İnsanlar yaşlanınca saçları beyazlıyor da hayvanların tüyleri neden beyazlamıyor? Aslında bazı hayvanlar aynı bizler gibi yaşlandıkça beyaz saçlara sahip olmaya başlıyor. Örneğin goril türleri arasında kafasını kaplayan tüylerin tamamen beyazlayabildiği alfa erkekler mevcut. Saçlarımız beyazlıyor çünkü foliküler pigment üretme yeteneklerini zamanla yitiriyor. Köpekler,kediler ve atların da tüyleri yaşlandıkça renk kaybedebilir. Ama her bir tür,renk pigmentlerini farklı şekillerde ürettiği için bu süreç hepsinde bizdeki gibi gelişmiyor. Sivrisinekler gündüz saatlerinde nereye kayboluyor? Sivrisineklerin büyük bir bölümü gün batımından sonra avlanmaya başlar. Yaz aylarında gündüz saatlerinde oluşan kuru sıcaklar onları kolayca öldürebildiği için bu durumdan korunmak adına saklanmayı tercih ediyorlar. Genelde ilk buldukları karanlık ve nemli ortamda dinlenmeye çekilip,akşamki avları için hazırlık yaparlar. Sadece vitamin hapları ve suyla beslensek hayatta kalabilir miyiz? Vitaminler mikro besin maddeleri grubunda. Vücudunuzun onlara duyduğu ihtiyaç ufak miktarları aşmıyor. Optimum sağlık seviyesi için onlara ihtiyacımız var ama hayatta kalmak için gereken besinlerin yerini alamazlar. Bunun için öncelikle karbonhidratlar,yağ ve proteinlere ihtiyaç duymaktayız. Multivitaminler genelde biraz karbonhidrat ve proteinde içerir. Yine de yeterli miktarda kaloriyi karşılamak için her gün bunlardan yutmak gerekiyor. Ve böyle bir şeyi denerseniz öncelikle A vitamini fazlasından zehirlenirsiniz. Önerildiği şekliyle; günde bir ya da iki tane alarak hayatta kalmayı denerseniz bu sefer de altı hafta içinde açlıktan ölecek hale gelirsiniz. Neden haftanın beş günü çalışıyoruz? Bu durum nasıl uluslararası bir standart haline kavuştu? Haftada beş gün,toplam 40 saatlik çalışma kuralını ilk uygulamaya koyan şirketlerden biri Ford oldu. Bunu yaparken,fabrika işçilerinin maaşlarına günlük beş dolar zam yapmayı da unutmadı. Şirket,yaptığı açıklamalarda,haftada beş gün,günde 8 saat çalışmanın insanları hafta sonlarında ve akşam saatlerinde daha güzel vakit geçirmeye teşvik ettiğini söylüyordu. Tabii belli bir düzende çalışmaya başlayan insanların daha fazla para harcamaya başlayacakları da öngörülmüştü. Nitekim çok çalışanların daha fazla kıyafete ihtiyaç duyacakları,daha fazla yemek isteyecekleri,akşamları daha iyi eğlenmek adına bar ve restoranlara akın edecekleri de biliniyordu. Bu yüzden maaşlarına da para biriktirip otomobil alacakları oranda zam yapılması hedeflenmişti. Ford,mutlu kişilerin daha fazla üretim anlamına geldiğini de fark etti. Sadece hafta içi çalışıp,hafta sonlarında vakitlerini diledikleri gibi geçirdiklerinde şikayetleri azalıyor,çalışmaktan memnun oluyorlardı. Ford'un bu uygulamasının verimliliği yükselttiğini gören diğer şirketler de kısa zaman içinde aynı sistemi alıp kendi bünyelerinde uygulamaya başladı. Boz ayı saldırısından kurtulmanın bir yolu var mı? Tüm ayı türleri çok hızlı koşabiliyor olmalarıyla ünlü. Boz ayıların hem suda hem de karada hızlı olmaları,saldırmak için atıldıklarında elleri boş dönmemelerini garantiliyor. Peki bir boz ayıyla karşılaşma anında böyle bir saldırıdan kaçıp kurtulma ihtimalimiz var mı? Boz ayılar kaçan hayvanlara saldırmayı tercih ediyor. Bu onların içgüdüsel avlanma dürtülerini tetikleyen bir durum. Kaçmak yerine yüksek bir ağaca tırmanmak daha mantıklı. Ama kahverengi ayılar tırmanma konusunda çok usta olmasalar da siyah ayılar bunda iddialı. Bu yüzden ayılarla karşılaşan insanların yavaşça geri geri yürüyerek uzaklaşmaları tavsiye ediliyor. Böyle bir karşılaşma anında soğukkanlı kalmak ve göz temasını kesmeden geriye doğru uzaklaşmak sizi kurtarabilir. Ama ayı saldırmak konusunda kararlıysa bu taktik de yeterli gelmez. Saldırıya saldırıyla karşılık verip şansınızı denemek istiyorsanız kullanabileceğiniz en iyi silah biber gazı. Gaz sizle ayı arasında yoğun bir gaz bulutu oluşmasına sebep olacağı için bunu kaçmak için bir avantaja dönüştürebilirsiniz. Dünyanın merkezine bir robot kaşif yollama imkanımız yok mu? Diğer gezegenleri araştırmak için uzayın zorlu ve sert koşullarına dayanıp hedefine ulaşabilen,vardığında yine son derece zor koşullar altında çalışmaya devam edebilen robot kaşifler üretirken neden gezegenimizin merkezine gidecek bir robot yapmıyoruz? Dünyanın merkezine ulaşmak için 6.371 km boyunca içeriye doğru yol almak gerek. Bu yolculuğu bizim yapmamız mümkün değil. Belki bir robot kaşif tasarlayabiliriz ama onun da çok yol alabileceğini söyleyemeyiz.Çünkü dünyanın merkezine yaklaşıldıkça basınç da muazzam oranlarda artıyor. Merkezdeki basınç,okyanusların en derin noktasından bile 3 bin kat fazla. Sıcaklıksa 5.000 santigrat derece civarında. Yani merkeze doğru ilerlemek isteyen herhangi bir aracın önce önündeki engeli aşması,tünel açarak ilerlemesi lazım. Ama bir noktadan sonra basınç çok fazla yükseleceği için en ufak olmaya başlaması da kaçınılmaz. Buna dayandı diyelim,bu sefer de biraz daha ilerlerse aşırı sıcaklık yüzünden yanmaya başlar. Kesintisiz bir şekilde güneş ışınlarına maruz kalmak neden yorgunluk hissine sebep oluyor? Güneş ışınlarına belirli bir süreden sonra fazla maruz kaldığımızda güneşlenirken vücudumuz ışınların etkisiyle oluşan aşırı ısınmayı önlemek için enerji harcamaya başlar. Bunun bir yolu terlemektir. Yeterince su içmediysek bu durum yorgunluk,uyuşukluk ve sıvı kaybına sebep oluyor. Süreyi ne kadar uzatırsak,vücudumuzun harcadığı enerjide de o kadar artacağından bu etkiler daha fazla hissedilmeye başlar. Soğuk havada hissedilen yorgunluk da aynı şekilde ortaya çıkıyor. Bu kez vücudumuz kendi sıcaklığını düşürmemek adına çalışıp aşırı enerji tüketiyor. Ve bu da titremeye başlamamızla sonuçlanıyor. Piranaların insan yediği doğru mu? Piranaları konu alan filmlerin yanlış aktarımları nedeniyle hepimiz onlardan çok korkuyoruz. Zaten keskin dişleri yüzünden öyle korkunç görünüyorlar ki onları sevimli bulan bir insan rastlamak neredeyse mümkün değil. Güney Amerika'daki akarsularda yaşayan bu balık türü kendi içinde de sınıflara ayrılıyor. Örneğin etobur olmayanları bile var. Ama farklı sınıflardan olan piranaları ayırt etmek pek kolay değil. Bu yüzden konuyla ilgilenen uzmanlar da zorlanıyorlar. Dolayısıyla bir pirana gördüğünüzde etobur olup olmadığını anlayamazsınız. Piranaların insanlara saldırıp onları saniyeler içinde parçaladıklarını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu tamamen uydurmaca. Böyle bir durumun gerçekleşebilmesi için en az 500 pirananın aynı anda saldırması gerek. Her ne kadar sürü halinde geziyor olsalar da saldırı bu kadar kalabalık bir grupla gerçekleşmiyor. Üstelik canlı insanlara asla saldırmıyorlar. Piranalar sadece ölmüş veya ölmek üzere olan insanları yem olarak görürler. Örneğin,ölümcül bir yaraya sahip olan biri onlar için av kategorisine giriyor. Etobur piranaların diyetinde insanların yanı sıra bir de kapibara adlı kemirgen yer var. Ama zorunda kalmadıkça ona da saldırmıyorlar. Uykudan önce peynir yemenin uykuyu kaçırdığı ya da kabuslara sebep olduğu doğru mu? İngiltere'de yapılan bir araştırmada bu soruya cevap arandı. 200 gönüllüye bir hafta boyunca her gece 20 gr peynir yediren araştırmacılar peynirin uykuyu kaçırmadığı gibi kabus görmeye de sebep olmadığını ortaya koydu. Yani bu mit bilimsel olarak test edildi ve yanlış olduğu kanıtlandı. Ama kayda geçirdikleri ilginç bir şey daha vardı; Erkeklerin %75'i,kadınlarınsa 85'i bu bir hafta boyunca daha canlı ve akılda kalıcı rüyalar gördüklerini iletti. Sıcak iklimde yaşayan hayvanlar da kış uykusuna yatar mı? Kış uykusu,soğuk iklimde yaşayan türlerin kış aylarında gerçekleştirdiği bir aktivite. Sıcak ülkelerde yaşayan türler de benzer bir şeyi,yazın aşırı sıcak geçen bölümünde yapıyor. Kış uykusuna benzer şekilde,bazı tropikal iklim türleri yaz uykusuna yatıyor ve böylece metabolizma hızlarını yavaşlatıyorlar. Genelde uyku vaktinin geldiğini ani sıcaklık değişimlerine göre ya da suya erişimin zorlaşmasıyla belirliyorlar. Örneğin çöl kaplumbağaları,timsahlar ve tropikal kirpiler bu grupta. Hayvanlar da renkleri görebiliyor mu? Renkleri görmemizi gözdeki koni hücrelerine borçluyuz. Türlerin koni hücre sayısı birbirinden farklı. Tek tip koni hücreleri olanlar da var,16 farklı çeşide sahip olanları da. Koni hücrelerinin çeşidi ne kadar fazlaysa,o kadar çok rengi ayırt edebilir oluyoruz. Rakunlar tek tip koni hücresine sahip. Dolayısıyla dünyayı siyah-beyaz görüyorlar. Gececil hayvanların büyük çoğunluğu sadece gece aktif olduklarından renkleri ayırt edebilme becerisine ihtiyaç duymazlar. Bunların da gözlerinde bir ya da iki tip koni hücresi mevcut. iki tip koni hücresi olanlar çift renkli görüşe sahip. Gördükleri bu iki renk hangisiyse tüm dünyayı ikisinin karışımıyla ortaya çıkan farklı tonlarla algılıyorlar. Örneğin köpekler renkleri böyle görüyor. İnsanlar ve diğer pritmalarda çoğunlukla üç tip koni hücresi bulunur. Ama bazı araştırmalarda üçten fazla koni hücresi çeşidine sahip insanlar olduğu da raporlandı. Onlar,bizim algılayamadığımız renkleri de görebiliyor.Mantis karidesi adlı türse 12 tip koni hücresine rağmen,bilimsel araştırmalardan gördüğünüz kadarıyla; algıladığı renkleri birbirinden ayırt etmek konusunda pek de iyi sayılmaz. Yarasaların kör olduğu doğru mu? Yarasalar gececil hayvanlardan. Yani geceleri avlanıyor,avlanırken yönlerini kendi seslerinin yankısıyla belirliyorlar. Ama bu kör oldukları anlamına gelmez. Aslında yarasalar kör değil. Araştırmalar,duruma bağlı olarak bazen avlanırken gözlerini kullandıklarını gösterdi. Bunların bazıları çiçeklerle,bazıları böceklerle, Latin Amerika ülkelerine özgü olan bazıları da sadece kanla besleniyor. Bu türlerin her biri, beslenme tercihlerine göre birbirinden farklı becerilere sahip. İçlerinde gündüz de görebilen birkaç tür mevcut. Morötesini görebilenlerse genelde çiçekler ve meyve nektarlarıyla beslenenler. Hatta böceklerle değil de meyvelerin nektarıyla beslenen yarasalar ses yankılarını hiç kullanmıyor. Bunlar son derece keskin bir görüş gücüne sahip. Öyle ki morötesi ışığı görebilen türleri bile var.1300 civarında yarasa türü mevcut. Çiçeklerin birçoğu bizim göremediğimiz morötesi ışığı yanstıyor. Onu görebilen yarasalar da besinlerinin yerini böyle tespit ediyor. Ama böcek avlayan türler içinde bile iyi görebilenleri var. Bazıları da hem görsel hem sonar veriyi kullanıyor. Örneğin Amerika'da yaşayan küçük kahverengi yarasaların ay ışığında son derece iyi görebildikleri anlaşıldı. Güneş sistemi dışındaki gezegenlerin de uyduları olabilir mi? Güneş sistemimizdeki gezegenlerin çoğu kendi uydularına sahip. Astronomlar,uzak gezegenlerin de bir ya da birkaç uyduya sahip olmaması için bir neden bulunmadığını söylüyor. Ama tabii uydular gezegenlerden çok daha küçük olduğundan bunları tespit edebilmek pek de kolay olmuyor. Hatta teleskoplarımızla görüntülediğimiz ötegezegenler binlerce ışık yolu uzakta oldukları için bir güneş sistemine dahiller mi yoksa tek başlarına mı bulunuyorlar sorusunu yanıtlamak bile zor. Gökbilimciler,uzak yıldızları kütle-çekimsel mercekleme denilen yöntemi kullanarak araştırıyor. Böylece yıldızla bizim aramızdaki maddenin dağılımını ölçüyor,ondan gelen ışığın bize ulaşırken ne kadar bükülmüş olduğunu saptıyorlar. Bu yıldızlardan birinin kendi sistemi,yani etrafında dönen gezegenleri varsa yıldızın bize ulaşan ışığının parlaklığı beklenen değerin üzerinde ya da altında olur. Çünkü bu gezegen,yıldızın ışığına etki eden ikinci bir lens gibi işlev görüyor. Uçaklar direkt uçmak yerine neden eğri çizerler Dünya yüzeyi küresel bir eğri olduğu için, iki nokta arasındaki en kısa mesafe de dümdüz yerine eğri bir çizgi olmaktadır. İki boyutlu düzlemde bu çizgilere baktığınızda gerçek en kısa mesafe çizgisi, doğrusal mesafeden çok daha uzun gözükür. Trafik ışıkları neden kırmızı, sarı ve yeşildir? Kırmızı renk asırlar boyu tehlikenin, tahribatın simgesi olmuştur. Demiryolları ilk faaliyete geçtiği 1830'lu yıllarda 'ikaz' ışığının rengi yeşil, 'geç' ışığının ise beyazdı... Bir süre sonra beyaz sinyal problem yaratmaya başladı. Beyaz renkli 'geç' sinyali diğer sokak lambaları ile karıştırılabiliyordu. Ama daha da kötüsü 'dur' işaretlerine konulan kırmızı mercekler yerlerinden düşünce ışık beyazlaşıyor, 'geç' sinyali olarak algılanıyor ve kazalara yol açabiliyordu. Sonunda demiryolcular kırmızıyı 'dur', yeşili 'geç' sarı rengi de 'ikaz' sinyali olarak kullanmaya başladılar. Bilindiği gibi sarı, renk spektrumu içinde en göz alıcı renktir. Böylece makinist bir sinyalin bulunması gereken yerde beyaz ışığı görürse, bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyor ve tedbirini alıyordu. Karayollarına gelince, yollarda sadece atların ve at arabalarının bulunduğu tarihlerde bile dünyanın büyük şehirlerinde trafik sorundu. İlk trafik lambası otomobillerin ortaya çıkmasından çok önce 1868'de Londra'da kullanıldı. Gazla yakılan ve bir eksen etrafında döndürülebilen kırmızı ve yeşil lambalar bir yıl sonra patlayıp, kendilerini çeviren polisi de yaralayınca bu uygulama ortadan kalktı. Ama öte yandan otomobillerin ortaya çıkması ve şehirlerde dolaşmaya başlamalarıyla birlikte durum iyice kötüleşti. Çeşitli şehirlerde değişik uygulamalar yapıldı. Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu. Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD'deki Cleveland'da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914'de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923'de de patentini aldı. Morgan 1963'de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı. Morgan'ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir 'T' üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı. Aradan geçen yıllara rağmen sarı renk hala 'ikaz' anlamındadır ama günümüz sürücüleri onu 'geç' sinyali olarak algılıyorlar. Bitmiş piller neden çöpe atılmaz? Civa, kurşun, lityum, mangan, nikel, kobalt, kadmiyum gibi kimyasal maddeler pilin içinde bulunan maddelerden sadece bazılarıdır. Çöpe atıldığı taktirde bu maddeler toprağın yapısını kullanılamayacak kadar bozar. Suya karışan metaller ise suyun ekosisteminde büyük bir karışıklık meydana getirir. Ayrıca bu kimyasallar topraktan beslenen hayvanlara ya da direkt olarak sudan insanlara geçer ve çok çeşitli hastalıklara sebep olur. Kanser, böbrek ve karaciğer hastalıkları, merkezi sinir sistemi bozuklukları, nörobiyolojik bozukluklar bunlardan bazılarıdır. Küçük bir kalem pil, 4 metrekare toprağı kirletip bu toprağı üretim yapılamaz hale getirebilecek kadar kimyasal içerir.