Sonat BAHAR Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV), 20. yılını Balıklar Boğulmasın projesi ile kutluyor. Bu proje kapsamında ünlüler suyun altında tıpkı kirlilikten nefes alamayan canlılar gibi poz verdi. Denizi seven, doğayla iç içe yaşayan ünlülerin sosyal sorumluluk yüzü olduğu projede Kıvanç Kasabalı ve Sedef Avcı çifti de yer aldı. Biz de örnek aile yaşamlarıyla öne çıkan çiftin kapısını çaldık Sedef Avcı ve Kıvanç Kasabalı 13 yıldır evli. Örnek birliktelikleri oğulları Can'ın dünyaya gelişiyle taçlandı. Ünlüler dünyasında parmakla gösterilen, yaşam tarzlarıyla parlayan isimler onlar. Aile yaşamları kadar, doğaya ve spora düşkünlükleriyle de biliniyorlar. Söz gelimi bu yaz birçok ünlü Bodrum, Çeşme hattında vakit geçirirken onlar oğulları Can'la birlikte Karadeniz turundaydı. Bu yüzden TÜDAV yani Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, sualtındaki canlıların yaşam hakkını korumak için harekete geçtiğinde onların kapısını çaldı. Fairy'nin Türk denizlerinin korunmasına verdiği destek kapsamında Balıklar Boğulmasın projesi için kamera karşısına geçti ve sualtında nefessiz kalarak poz verdi. Biz de hem projeyi hem de hayatlarını konuşmak için Kıvanç Kasabalı ve Sedef Avcı çiftiyle buluştuk: - İnsan 30'larında daha yaklaşıyor sanki doğaya... 20'lerin hızlı gece hayatı biraz rafa kalkıyor. Ne dersiniz? - K.K: 20'li yaşlar çok haraketli geçen bir zaman dilimi. Elbette yaş ilerleyince daha dingin bir şeyleri arıyor insan. Aslında 20'li yaşlarımda da çok düzensiz bir hayatım yoktu. Gece çıkıyordum, eğleniyordum elbette ama düzen hep vardı. Kendimi bildim bileli spor yaparım, o zamanlar da gece çıksam bile ertesi gün sporumu yapardım. Şimdi de böyle. Sabahlara kadar üç gece üst üste parti havasında değiliz elbette ama bunun da dengesini tutturmaya çalışıyoruz. - S.A: Ben gece çıksam bile erken uyanan biriyim. Gece çıkmayı aramıyorum. Çocuktan sonra daha da düzenli bir hayata geçtim zaten. - Siz doğayla iç içe bir aile misiniz yoksa AVM sevenlerden mi? - K.K: Hayatımızda sadece doğa var desek doğru olmaz. Dengeli yaşıyoruz. İstanbul gibi bir yerde yaşıyoruz, AVM'lere gittiğimiz de oluyor. Ama tercihimiz kalabalık ve kaostan uzaklaşıp, kendimize doğada bir alan açmak, yeni yerler keşfetmek. Vakit buldukça keşif yapıp, şarj olup İstanbul'a dönüyoruz. - S.A: İstanbul yorucu bir şehir. Geçtiğimiz yaz, bir arkadaşımın organizasyonuyla Karadeniz'de çocuklu kamp yaptık. Çamlıhemşin'de oğlumuz Can'la, diğer çocuklar ve aileleriyle birlikte kaldık. Oraları 35 yaşımda gördüğüm için pişman oldum. Neler kaçırmışım neler... Çünkü şehir o kadar yorucu ki, hiçbir şey yapmasanız bile kaos insanı yeterince yoruyor. Orada tamamen doğanın içindeydik. Sadece ağaçlar, kuş sesleri, rüzgarın esintisiyle harika vakit geçirdik. Normal şartlarda Can'ı şehirde 15 dakikadan fazla yürütemezken, orada sekiz kilometre tırmandı. Doğa iyileştirici. Şehirde insanının içindeki depresiflik ve karamsarlık doğada olmuyor. - Epey spor yapıyorsunuz, bunu da sosyal medyada paylaşıyorsunuz... Bu ilişkinizin ortaknoktalarından biri mi? - S.A: Aslında Kıvanç kadar spor yapan biri değildim. Bir dönem bale yaptım. Kıvanç'la beraber olduktan sonra onun da ritmine uyarak spor yapmaya başladım. Şimdi spor, hayatımızın bir parçası oldu. Haftada minimum iki gün spora gidiyoruz. Ben pilates yapıyorum. - K.K: Ben vücut ağırlığımla çalışıyorum. Uzun da değil aslında 45 dakikada bitiyor ama insanlar sosyal medyada görünce her günüm sporda geçiyor gibi düşünüyor. Sabah erken kalkarım, 09.00'da spora giderim. Üç gün bu böyle. Sporun vermiş olduğu enerji tüm gün insanı taşıyor. - Anne ve baba olmak size ne kattı? - K.K: Her anın değerini bilmek gerektiğini anladım. Çünkü onunla vakit geçirdiğimde, hep ona pozitif anlamda ne katabilirim diye kafa yoruyorum. O zaman anın keyfine varıyorsunuz. An'ı onunla beraberken değerlendirmeyi öğrendim. Tüm sevdiğimiz uğraşlara onu da katmaya çalışıyoruz ki, o ritme alışsın. GÜZEL BİR DENGE OTURTTUK - S.A: Çocuk ister istemez hayatın merkezine yerleşiyor. Onun doğru yolu bulmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bizim kararlarımız, fikirlerimiz onun hayatında bir yere kadar etkili olacak. Onu korumaya çalışıyoruz ama o da bir yere kadar. Kendi doğrusunu da bulması gerekiyor. Çünkü yeni nesil bizim çocukluğumuzdan çok farklı. Algıları daha açık, kafaları farklı çalışıyor. Onun hayatını zenginleştirmeye katkı sağlamaya çalışıyoruz. Yaşattığı sevgiyi anlatmak mümkün değil. - Birbirinize dair 'Şunu yaparsam çok kızar' dediğiniz huylarınız var mı? - K.K: Yok aslında. Zaten birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Planlayıp bir şeyi yapıp yapmama gibi bir durumumuz yok. Bu doğal olarak gelişen bir süreç oldu. Birbirimize çok benzemeyiz ama birbirimizi tanırız. Uyum zaman içinde gelişen bir şey. Yıllardır beraberiz. Sedef benim gibi oldu, ben onun gibi oldum diye bir şey söz konusu değil. Biri birinin üstünde kendi karakterini baskılamaya çalıştığında sıkıntı çıkar zaten. Biz çok güzel bir denge oturtturduk. Zaman zaman kendimize alanlar da açıyoruz. Onlar da olmak zorunda. İlişkiyi renklendirmek, farklılıklar katmak kişiye kalmış. - S.A: İkimiz de birbirimizin farklı yönlerini kabullendik ve buna saygı duyuyoruz. Kimse kimseyi değiştirmeye çalışmıyor bizim ilişkimizde. Çünkü değiştirmeye kalkıştığın zaman sorunlar ortaya çıkıyor. OĞLUMUZ ÇEVREYE DUYARLI YETİŞİYOR - Balıklar Boğulmasın projesinde yer aldınız. Neden? - S.A: Balıklar Boğulmasın projesini ilk duyduğumda, 'Balıklar neden boğulur? Balıklar denizde boğulur mu?' gibi çok sayıda soru geldi aklıma... Ama TÜDAV'dan tüm bu soruların cevabını alınca hiç düşünmeden bu projede yer almak istedim. Fotoğraf çekimi aşamasında kısa bir süre nefessiz kaldık ve bir nebze o canlıları anlamaya, onların çektiği acıyı yansıtmaya çalıştık. - K.K: Biz nasıl havadan nefes alıyorsak, balıklar da suyun içindeki çözünmüş oksijenden nefes alıyorlar. Fosfat da aslında yosunları arttırarak sudaki oksijen oranını azaltıyor. Bunun sonucu olarak deniz ekosistemi balıkların nefes almakta zorlandığı bir ortam haline geliyor. Deniz kirliliğine neden olan fosfata dikkat çekmek ve deniz suyundaki oksijenin tükenmemesi için farkındalık yaratmak amacıyla Sevgili Tamer Yılmaz'ın objektifinin karşısına geçtik. Suyun altında nefes almadan kalmaya çalışarak balıklar için gerekli olan oksijenin azalmasına dikkat çekmek istedik ve 'Balıklar Boğulmasın' dedik. - Deniz ne ifade ediyor size? - S.A: Deniz denince aklıma, tatil, huzur ve yaşadığım İstanbul geliyor. Denizsiz bir yerde yaşayamam. Çünkü ruhuma bir özgürlük katıyor. Deniz benim için çok önemli. Haliyle içinde yaşayan canlıların korunması da önem kazanıyor. Çocukluğumdan beri Anadolu yakasında yaşıyorum. Bu tarafta denizin çok yoğun biçimde kirlendiği dönemler oldu, deniz girilemeyecek hale geldi. Düşünün biz giremiyoruz, içindeki canlılarsa yaşam alanlarını kaybediyor. Zaten küçüklüğümden beri çevre bilinciyle büyütüldüm. Bu doğal hayat, bakış açımın içinde olan bir şey. Şu anda da bu durumu devam ettirmeye, oğluma da öğretmeye çalışıyorum. - K.K: Deniz sonsuzluk demek. İstanbul'da doğup büyüdüğüm için hayatımın da bir parçası. Lise yıllarında deniz ulaşımını çok kullanırdım, balık burcuyum, suyla aram çok iyidir. Üç yanımız denizlerle çevrili, bizim böylesine önemli bir doğa mirasını korumamız gerekiyor. Biraz daha bilinçlenmek gerekiyor. Bu nedenle bu projenin içinde yer aldık. Suyun altı inanılmaz bir dünya, bu nedenle onların yaşam alanına kötü biçimde dahil olmamamız gerekiyor. DENİZLERİMİZ ELİMİZİN ALTINDAN KAYIYOR Prof. Dr. Bayram Öztürk Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) kurucusu Malesef denizlerimiz elimizin altından kayıyor. Mesela fosfat içeren ürünler, sudaki çözünmüş oksijeni azaltarak deniz hayatına zarar veriyor. Tüm dünyada ve Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de doğaya ve denize zarar vermeyen, deniz canlılarının oksijenini tüketmeyen fosfatsız ürünlerin kullanılması bu açıdan önemli. Denizlerin temiz tutulmasına dikkat etmeli ve genç nesilleri bu konuda bilinçlendirmeliyiz. TÜDAV ve Fairy işbirliği ile gerçekleşen Balıklar Boğulmasın projesi de deniz canlılarının tıpkı insanlar gibi oksijene ihtiyaç duyduğuna dikkat çekiyor. Projenin deniz temizliği konusunda büyük ses getireceğine inanıyorum.