Oyuncu Gökberk Yıldırım, Sabah Günaydın TV'de 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'in konuğu oldu. "Rüzgarlı Tepe" dizisinden ve partnerinden bahseden Yıldırım, "Benim hayalimdekiyle çok özdeşleşen bir iş olduğu için inanılmaz heyecanlanmıştım ilk geldiğinde bu teklif. Uyum, aura çok önemli. Cemre çok çalışkan, ben de öyleyim" dedi. Kendisine dair bilinmeyenlerinden de bahseden oyuncu, "Mutlu etmekten mutlu olan bir insanım. Ben mutlu olmak için mutlu etmeliyim. Bende hastalık derecesinde bu. Belki birazından da kurtulmam gerekiyor" sözleriyle dikkatleri üzerine çekti. Programın sonunda ise izleyiciyi şaşırttı, "Çok büyük bir itirafım var! Bir tek annem biliyordu, şu an herkes öğrendi..." ifadelerini kullandı. İşte Gökberk Yıldırım röportajının tüm detayları...
-Nasılsın, nasıl gidiyor hayat?
Valla süper gidiyor.
-Hakkında hiç bilgi yok neredeyse. Seni tanıyarak başlamak isterim. Nerede, nasıl başlıyor senin hikayen?
Çocukluğum Ankara'da geçti, ben Etlik'de doğdum. Sonra Sincan'da ilkokulumu okudum. Ortaokul benim 7-8 okul değiştirerek geçti.
-Neden?
Taşındık sürekli, özel bir sebebi yok. Babam inşaatçı benim, onun da yaptığı yere yerleşme gibi bir huyu var. Müşteriye güven vermek için, "Bakın ben oturuyorum, siz de alın." gibi. Ben Ankara'daki neredeyse 3-4 işte oynadım. Onlar da günlük işlerdi. Orası bir okuldu benim için. Sonra artık iş hayatına geçmek istedim. İstanbul bu işin kalbi. Ve çok güzel vesile oldu "Rüzgarlı Tepe".
Nasıl keşfedildiğimi de anlatayım. O zamanlar Facebook çok revaçtaydı. Orada benim bir tane çocuk oyunundan fotoğrafım vardı, hala duruyor herhalde. İşte o dönemin yapımcısı görmüş, "Bu çocuk tiyatroyla falan uğraşıyor herhalde, bir ulaşın." diye. Ulaştılar, öyle başladık "Beni Affet" ile.
-Çocukluğunu ve oyunculuk aşkının içine ne zaman düştüğünü de dinlemek isterdim, hızlı geçtik…
Çocukluğumu unutmak istemişim gibi oldu değil mi?
-Evet, neden öyle oldu? (gülümseme).
Ya çünkü bende şöyle bir şey oluyor sanırım: 30'u devirdim ve silindi gerisi gibi bir hissiyatım var. 18 yaşına kadar "18 yaşına geldiğim zaman hayat benim için başlayacak." diyorsun, çünkü bütün özgürlüğünü o zaman eline alıyorsun. 18'den sonraki süreçte bir şeyler hızlı gitmeye başlıyor. Hayat seni bir şeye sokuyor, gerçekten 18 orada kilit. Kendini bildiğin zamanlar çünkü. Ondan sonraki süre 18 ile 30 arası bende çok silik, sadece yaşadıklarımın bana kattıkları var o kadar.
PLATONİK AŞKIN KARŞILIĞI BENDE OYUNCULUK
-"Oyunculuk benim mesleğim olmalı" dediğin nokta ne oldu?
Aslında ben oyuncu olarak doğduğumu düşünüyorum. Bu mesleği yaparken ben şöhreti, parası, namı, ismi, hiçbir şekilde bunları gözetmiyorum. Hala öyle. Her gün yeniden ilk kez yapıyor gibi hissediyorum kendimi. Çok seviyorum, platonik aşkın karşılığı bende oyunculuk. Çocuk yaşlardan itibaren, kendimi hissettiğim anlardan itibaren hep bu hayalin peşinde koştum. Benim çevremdeki herkes de bunu çok iyi bilir. Sadece bu işi istedim.
BABAM "İSTERSEN BU SAATTEN SONRA OKUMA" DEDİ!
-Evinde kendi kendine rol yapan çocuklardan mıydın?
İlkokulda 1. Sınıfa yazdırılınca çocuklar ağlar normalde, ben ağlayan çocukları güldürmek için hayvan taklitleri yapıyormuşum. Annemler orada zaten ilk anlamışlar. Ortaokula geldiğimde tiyatro kollarına hep dersten kaçmak için giriyordum, sonra benim hayatımın merkezinde olduğunu fark ettim. Mesela lisede okulu birinci yaptık, ondan sonra babam tamamen inandı ve "İstersen bu saatten sonra okuma. Ama bu mesleğin peşini bırakmayacaksın, bu tutkun senin. Ben bununla gurur duymak istiyorum" dedi. Hala destekleri üstümde, her zaman. Severim onları, çok şanslıyım. Ben gerçekten şanslı olanlardanım.
-İstanbul'a tamamen bu meslek için mi geliyorsun sonrasında?
Ya evet zaten aklımın bir köşesinde hep vardı. Çünkü Ankara'da oynadığım bütün projeler bana bir şey kattı. Ama bir futbolcunun Avrupa hayali gibi bir şey İstanbul, burada kendime yer bulmak istiyordum. Hep aklımda vardı ama ailemi de bırakamıyordum çok sevdiğim için.
-Birlikte mi geldiniz?
Geçen sezon yanımda değillerdi ama bu sene getirdim onları.
ZORLANDIM, ÇOK ZORLANDIM
-Geçen sene tek başına geldin, tek başına kaldın o halde. Zor muydu senin için o süreç?
Ya şöyle zor; çok yoğun saatlerde çalışıyoruz. Tabii başrol olmanın getirisi bu. Herkes gidiyor siz kalıyorsunuz orada. İnanılmaz yoruluyordum, ilk zamanlar özellikle. İlk bir iki ay bir de orada tek başına mücadele kısmın var. Akşam geliyorsun ve sadece yatmak dinlenmek istiyorsun. Ertesi günü çalışması ve ezberi de var. Zorlandım yani çok zorlandım bir noktadan ama alışıyor insan, her şeye alışıyor. İki aydan sonra bir düzen oturttum kendime, tek başına yaşamak da keyifli, çok zevkli.
-Maddi veya manevi anlamda çok zorlanmadın yani anladığım kadarıyla…
İnsanların kendi ihtiyaçlarını karşılaması konusunda yemek içmek ve temiz olmak dışında başka bir koşulu yoktur ya, onlar sağlanabiliyor zaten bir şekilde. İlla onun lüksüne ihtiyaç yok, lüks arayan bir insan değilim zaten, çok sadeyimdir. İlkel yollar bana yeterli (gülüyor). Karnım doysun, suyumu içebileyim…
TEKLİ BİR YATAKTA ÖMÜR BOYU YAŞAYABİLİRİM
-Yatacak bir de yatağım olsun diyorsun…
Aynen, tekli bir yatak yeterli onda yatarım yani ömür boyu yaşayabilirim. Lüks çok sevmem.
-Gelelim "Rüzgarlı Tepe" dizisine… Öncesinde birkaç projede yer alıyorsun ama "Rüzgarlı Tepe" ile yıldızın parlıyor desek yalan olmaz sanırım. En başından sorayım; proje sana nasıl geldi, projeye nasıl dahil oldun?
Benim Ankara'daki en son işimden sonra bir boşluğum oldu. Kafa izni verdim kendime, 3-4 yıllık bir süreçti o. O süreçte her oyuncu bir rolü hayal eder ve onu oynamak ister aslında, aklının bir yerinde onu oynar. İstanbul'a adımım benim çok büyük bir hayalimdi zaten. Ama bu adımı da kafamda hayalini kurduğum karakterle atmak istemiştim hep. O kadar her şey bir araya geldi ki… Tevekkülü çok yüksek bir insanımdır; istedim, sabrettim ve bütün her şey bir anda benim için oluşmaya başladı. Rüzgarlı Tepe işindeki Halil karakteri de öyle benim için. Ve buna da Sevda Hanım vesile oldu. Benim hayalimdekiyle de çok özdeşleşen bir iş olduğu için inanılmaz heyecanlanmıştım ilk geldiğinde bu teklif.
-Halil karakterine hayat veriyorsun. Bize biraz bahseder misin? Farklılıklarınız neler, benzerlikleriniz var mı mesela?
İlk zamanlar bir maceraydı benim için Halil çünkü çok başka bir motivasyonu vardı içerde. Bir kere çok hırslı, ne istediğini bilen, inatçı bir yapısı var. Ama bir o kadar soğukkanlı, tavrı duruşu olan, iş ahlakı yüksek, ailesine de inanılmaz bağlı olan bir adam. Zaten zayıf noktası ailesi, bence çok benzer yönümüz o. En benzeyen yönümüz o. Onun dışında Halil tabii ki inandığı şeylerin peşinden gidiyor ama körü körüne gitmeyen bir adam. Onun sistematik bir şekilde hayatına geçiriyor. Satranç gibi yani; kademe kademe ve düşüne düşüne. İki üç hamle sonrasını düşünerek hareket ediyor. Bana benzeyen birçok yönü de var; ben de inatçıyımdır, ben de ikili ilişkilerinde kıskanç bir adamım.
-Zeynep'e hayat veren Cemre Arda ile partnerliğiniz çok seviliyor, uyumunuzdan sosyal medyada sıkça bahsediliyor. Sence bunun sırrı nedir?
Birçok vilayetten, birçok ülkeden insanlar yazıyorlar ve genelde bunlar sevgi seli üzerinden. Yani çok güzel duygular bunlar. Uyum çok önemli, aura çok önemli, anlaşmak çok önemli, aynı idealde ve aynı bakış açısına sahip olmak çok önemli. Çalışkanız da bu arada, Cemre de çok çalışkan ben de öyleyim. Aynı noktada kafa patlatmak yani. Mesela boş vakitlerimizde, set aralarında biz "Daha iyi nasıl yapabiliriz" diye konuşuyoruz. Bence başarı buradan geliyor. O ortam da sağlanıyor size. Sağlanınca da her şey sizi destekliyor size sadece oynamak kalıyor.