"Medcezir", "Bodrum Masalı", "Mucize Doktor", "Yasak Elma" ve niceleri... Rol aldığı her proje ile dikkatleri üzerine çekmeyi başaran oyuncu Murat Aygen, Sabah Günaydın TV'de 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'in konuğu oldu. 10-15 sene hiç dizi izlemedikten sonra "Kuzey Güney" projesine denk gelip çok beğenmesiyle dizinin kariyerine nasıl yön verdiğini anlattı. Bu iş adeta dönüm noktası oldu, kült olacak projeler peş peşe geldi. Sohbet kariyer ile kalmadı; estetikli sanatçılardan 50'li yaşlarına, aşka dair düşüncelerinden kızıyla iletişimine pek çok konuda konuştu, itirafları şaşkınlık yarattı. İşte Murat Aygen röportajının tüm detayları...
-Nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?
Normal, güzel. Şahsi hayatım, özel hayatım çok iyi gidiyor. Ben daha kabuğuma kapalı yaşayan bir insan olduğum için iyi yani benim için hayat.
-Setler bitti, nasıl geçiyor yaz dönemi?
Ben özellikle sezon bitince inzivaya çekilirim 1 ay falan. Salda'da yaşıyoruz, orada bir evimiz var. Bir cennetten geldim az önce. Dinleniyorum, önümüzdeki sezonun projeleriyle ilgili bir şeyleri kurcalıyorum okuyorum. Kendi çekeceğim işler var onların hazırlığını yapıyorum.
ALNIMDAN ŞAK DİYE ÖPTÜ, O BENİM SAHNE MÜHRÜMDÜR
-Sizi tanıyarak başlamak istiyorum. Biyolojiden oyunculuğa geçen bir kariyer… Neden?
Ben hep sahneye çıktım çocukluğumdan beri. İlkokulda okuma bayramları vardı ya, o zaman hem şarkı söyleyen hem tiyatro gösterisinde oynayan hem bir şeyler çalan bir aktivitenin içindeydim. Daha sonra bizim okuldaki çocuklardan birinin annesi, "Seni ilerde ekranlarda çok göreceğimize eminim" dedi. Alnımdan şak diye öptü. O benim hayatımın sahneyle ilgili mührüdür yani burada durur hala. Kadının ismini bilmiyorum, kimin annesi hatırlamıyorum ama o duygu bende burada durur. O yüzden kıymetlidir. O zamandan beri de hep sahneye çıktım. Reklamlarda oynadım, korolar, babam annem müzisyen zaten. Dolayısıyla hayatım sanatla ilgili hep sürdü bir şekilde. Ama fen bilimlerine ve matematiğe de çok meraklıyım. Üniversiteye giriş zamanı geldiğinde de biyoloji çok ilgimi çeken bir alan olduğu için hem biyolojiye hem fotoğrafa beraber girdim İstanbul Üniversitesi'ne. Onların bitme sürecinde konservatuvar sınavları açıldı. Konservatuvarda da modern dans ve müzikal bölümlerine beraber girdim. Sonra reklam tasarımı okudum. Opera mastırı yaptım falan böyle bir süreç. Dolayısıyla sadece biyoloji değil. Ben meraklı bir insanım o yüzden her alanda bir şey yapacağım zaman o konunun profesyonelleriyle görüşür, katılır bakar okurum.
1,5 YAŞINDA MÜZİSYENLERİ AYIRT ETTİ, 4 YAŞINDA BESTE YAPTI
-Daha sonra değinecektim ama yeri gelmişken sorayım, kızınız da sizin gibi öğrenmeye epey açık bir çocuk bildiğim kadarıyla. "Dört yaşından beri beste yapıyor. Bir sürü bestesi var" var demişsiniz. Nasıl keşfettiniz?
Bizim Bodrum'daki evde sonbahar fırtınalarından birini yaşıyoruz. O sırada da evde senfonik müzik hep dinlenir. O sırada bir fırtınayı çekiyorum kameraları koymuşum, "A Vivaldi" dedi, bu arada Vivaldi'nin dört mevsiminin yazı çalıyordu. 1,5 yaşındaydı müzisyenleri ayırt etmeye başladığında. Nil çok erken yürüdü ve konuşmaya başladı. Ve müzikle alakalı hep söz ve melodi uydurma yaptık biz, bunları çalışırken sabit beste gibi bestelerini 4 yaşında söylemeye başladı. Bir senedir de çok iyi bir eğitimciden klasik müzik eğitimi alıyor üniversite düzeyinde. 8 yaşında şu anda, bu sene uluslararası bir festivalin açılışını yaptı kendi bestesiyle ve en genç Türk bestecisi olarak kayıtlara da geçmiş oldu. Böyle bir çocuk yani.
10-15 SENE HİÇ DİZİ SEYRETMEDİM
-Sanatın bu kadar içinde bulunmuşken televizyona geçişiniz, sektöre atılımınız nasıl oldu?
Reklamlarda çok oynuyordum, o kadar çok reklamda oynuyordum ki diziler tek tük oluyordu kanal sayısı azdı. Reklam sektörünün içindeydim, yazıyordum çekiyordum falan. Dizilerden 2013 yılına kadar uzak kaldım. Şirketlerim var, ajans vs. Organizasyon şirketim var, başka başka işlerim de var işte taş işleriyle falan uğraşıyorum. Mobilize olmaya karar verdim, 2010 yılıydı. Nihan ile evlendik, çocuk yapacağım zaman da ne kadar az şeyle uğraşırsam çocukla o kadar çok ilgilenebilirim duygusuyla onları tasfiye etmeye ya da bir noktaya toplamaya başladım.
MEDCEZİR'İN BİR FENOMEN OLACAĞINI BİLİYORDUM
Türkiye'de neredeyse hiç dizi seyretmedim ben ondan sonra bir 10-15 sene. Kuzey Güney oynuyordu, ilk sezonuna baktım. Televizyon seyretmeyi çok sevmem, baktım çok güzel akan bir şey var. Dedim ki, "Ben bu sektöre dönebilirim. Bunu yazan çeken bir firmayla başlayabilirsek bakarız." Ertesi sezon da dizi devam etti, ben de piyasa araştırması yaptım. Bir menajer buldum, "Hadi bakalım bizi bir yerlere angaja et." dedim. Bir kanal çok istemiş beni o tarihlerde fakat ben özellikle Medcezir'i tercih ettim. Çünkü Kuzey Güney'i yapan Ay Yapım yapıyordu, Ece (Yörenç) ve Melek (Gençoğlu) yazıyordu onun gibi, insan daha belasını ister yani. Ki diğer işin üçte biri fiyat verdiler oradan, "Benim parayla işim yok, burayla anlaş" dedim menajerime. Medcezir'in bir fenomen olacağını biliyordum. Sonra oradan Melek Gençoğlu ayrıldı, biz Ece'yle devam ettik. Sonra Bodrum Masalı'ndan teklif geldi. Bodrum Masalı'nın yönetmeni de Kuzey Güney'in ikinci sezon yönetmeni olan Mehmet Ada Öztekin'di. Sonra Ay Yapım'dan Şahin Tepesi geldi bana. Medcezir'den ayrılan Melek onu yazıyordu. İlk sezonu çeken Hilal Saral da Şahin Tepesi'ni çekiyordu. Dedim tamam böyle bir çember var, onu tamamlamak için de Şahin Tepesi'ni kabul ettim. O dönem attığım tweet hala duruyor mudur bilmiyorum, "Bunu yazan, çeken, yapan insanlarla çalışmak istiyorum" dedim, hepsiyle çalıştım sektörde. Süper şanslı bir insanım.
-Evet, baktığımız zaman çok güzel işlerde boy gösterdiniz; Medcezir, Bodrum Masalı, Mucize Doktor, Yasak Elma ve niceleri. "Şunun yeri başkaydı" dediğiniz bir iş var mı?
Hepsi birbirine sıçrattığı için beni, hepsinin yeri ayrı. Benim başlangıç kabul ettiğim iş Medcezir. O beni bir noktaya taşıdı ama insanlar benim Bodrum Masalı'nda nasıl bir derinliğim olduğunu fark ettiler. Çünkü hep şey deniyordu, "Adamdan nefret ediyoruz ama yaptığı şeyi yapmak istiyoruz." Çok sevilen kötü adamlardan biri oldum. Arada kısa diziler oldu tabii, Şahin Tepesi ve Maral gibi. Onların da kısa süreceğini ben yapımcıya da yönetmene de ben söylemiştim. Çok sinir bozucu bir insanımdır yani toplantılarda (gülüyor). Sonra İstanbullu Gelin geldiğinde dönemde başka bir işten çok parlak bir teklif gelmişti. Fakat İstanbullu Gelin büyülü bir iştir, o büyülü iş de yönetmeni sayesindedir temel olarak. Yönetmen bir dünya yarattığı zaman işte Zeynep Günay, televizyona böyle gözün takılıyor. Kamera hareketlerine, renklere, oyunculuk şekline vs.
MANİPÜLATİF BİR OYUNCUYUM, KARŞI TARAFI PROVOKE EDERİM
-İçine çekiyor sanki…
Evet. İstanbullu Gelin öyle bir işti. Bana dediler "Oynar mısın Özcan Deniz ile?" falan, dedim "Ne alakası var Özcan Deniz ile?" bunu sordular bana. Benimle ilgili böyle bir efekt oluştu piyasada; dizinin ismini beğenmem, karakterin ismini beğenmem, bir sayfa okurum orada bir tuhaflık vardır falan "Ben bu karakteri oynamam" der kapatırım yani. Bazen karakterin ismini değiştirmişlerdir. Yönetmen veya senarist öyle bir dünya kuruyor, ben o kurulan dünyanın içinde kendimi görmüyorum. O yüzden nokta atışı oldu hepsi. Bir gün yine Ayvalık'ta mıydık hiç hatırlamıyorum bile telefon geldi, "Nasıl bir karakter?" dedim, "Avukat, hem şarkıcı, avukatlığı keyfe keder yapıyor, aslında sahneye çıkıyor. Bir kaza geçirmiş, sevgilisi ölmüş" falan "A ne güzel tip" dedim. "Şarkı da söyleyecek miyiz?" diye sordum, "Söyleyeceğiz" dediler. "Tamam anlaşın" dedim anlaştılar. Öyle başladı mesela. Onun da yeri o yüzden ayrı, güzel bir tecrübeydi benim için. Arkasından Mucize Doktor geldi. Bence bana gelen rol iyi değildi önce, "Ben kendimi burada göremiyorum ama dizi fenomen dizi çok da güzel olur" dedim. "Beni niye çağırdınız buraya?" dedim, ben genelde sorarım onu. Hani ne için Murat Aygen'i oraya çağırıyorsunuz?
Mesela İstanbullu Gelin'de özellikle Zeynep Günay beni çok etkilemişti toplantıda. Ben çok manipülatif bir oyuncuyumdur, karşı tarafı provoke ederim oyuncuyu. "Senin Bodrum Masalı'nda bir sahne vardı. Cebinden bir ilaç paketi çıkartıp omzuna koyduğun bir an vardı, benim ondan sonra gözüm takıldı sana. Bu sefer ne yapacak diye" dedi. O beni çok etkiletmişti. Ben öyle bir yönetmenle tabii ki çalışmak isterim ve çalıştım. Aynı şekilde Mucize Doktor'un toplantısına gittim, "Bana gönderdiğiniz bu adam cibilliyetsiz bir adam. Hem bende durmaz hem istemiyorum böyle bir şey oynamak" dedim. Fakat o kadar güzel anlattılar ki işi. "Sen varsan istediğin gibi evirebiliriz hikayeyi" dediler. Hikayede değişecek bir şey yok sadece adamın tavrıyla alakalı bir bakış açısı. Ben sahneye girerken o sahneyi oynarım, önceden çalışayım da müzik dinleyeyim ya da ağlayayım köşede duyguya gireyim falan değil ben yemeğimi yerken girer çıkarım falan. Öyle bir oyuncuyum, öyle bir eğitim aldım. Anı yaşama eğitimi aldım. Dolayısıyla bu beni bir yere getirdi, o bakış açısı bir yere getirdi. Anket yaptırmışlar "Hastaneye gitsen kime tedavi olmak istersin?" diye 1-Ali Vefa 2-Tanju Korman. Sebebi adamın otoriter olması, insan kötücül algılıyor ama (gülüyor).
CERRAH ARKADAŞ, "AĞABEY SEN TIP OKUMADIĞINA EMİN MİSİN?" DİYORDU
-Severiz biz Türk halkı olarak o otoriteyi ama…
Doğrusu da aslında odur. Ben Alman ekolünden bir doktoru oynadım, bizim danışmanımız olan genel cerrah arkadaş bile "Ağabey sen tıp okumadığına emin misin?" diyordu. Ondan sonra Yasak Elma gibi çılgınlığın içinde oldum. Daha önce Yasak Elma iki defa karşıma gelmişti fakat dönemsel olarak bana uymuyordu. O kadar kısa oldu ki toplantı… Fatih, "Güzel güzel kadınlar, güzel güzel adamlar takılacağız ağabey" dedi. "Tamam" dedim, detayları konuştular sonra.
-Onda ne çekti sizi?
Delilik yani Yasak Elma. Benimle birlikte Yasak Elma başka bir yere evrildi. Çılgınlığı şurada; Şebnem Dönmez Medcezir'de karım, eski karım. Burada eski karım. Şevval Sam Bodrum Masalı'nda karım, eski karım. Burada sevgilim, karım, eski sevgilim. Eda Ece orada sevgilim, karım, eski karım, yeni karım, eski karım (gülüyor). Hatta biz en son "Ben kiminle evliydim?" diyorduk, öyle günler oluyordu ki çünkü. Fatih (Aksoy) gelirdi bir şey çekmeye, "Sen şu anda kiminle evlisin?" diye soruyordu. "Ağabey ne bileyim" diyordum, iki bölüm iç içe çekiyoruz. Birinden boşandım ama. Şevval (Sam) oradan, "Evet evet biz dün boşandık" falan diyordu. Böyle sahneler çekiyorduk (gülüyor). Şaka bir tarafa birbirinden güzel, yetenekli ve yaşıma yakın starlarla bir arada olmak benim için çok kıymetliydi.
ESTETİKLE HERKES BİRBİRİNİN AYNISI OLDU
-Son dönemde kadınlardan ziyade erkek sanatçıların estetik yaptırmaları gündem oluyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hepimiz bir şeye alışıyoruz ya. Evinde mesela su borusu patladı, duvarın içinden de kırdırmak istemedin o yüzden dışarıdan beyaz su borusu döşedin. "Ya çok çirkin görünüyor" falan diyorsun, bir hafta sonra görmüyor göz. Şimdi bu da öyle. Bir şey döşetiyorsun, suratın yuvarlaklaşmaya başlıyor ya da garip bir şekil almaya başlıyor. Kaşlar böyle beton gibi kalıyor falan. Evet, küçük dokunuşlar gerekli oluyor ekrana çıkıyorsan falan da işte o borulara alışıyorsun bir süre sonra fakat yeni su patlakları oluyor. Oraya başka bir boru döşetiyorsun falan tipin değişiyor (gülüyor). Ve bir zaman sonra herkes birbirinin aynısı oluyor ya çünkü mecbursun yani. Orayı doldur burayı doldur. Ama karşı mıyım? Hiç beni ilgilendirmiyor. Ben ne yapıyorum? Ben çok dişlerimi sıktığım için masseter denen botoksu yaptırıyorum. Bir de şu kazayağı denen çizgiler için orayı yaptırıyorum.
-Biraz da sizi tanımak isterim… 52 yaşındasınız, 50'li yaşlarında nasıl bir Murat çıktı ortaya?
50'lerinde daha kabul edilebilir, tahammül edilebilir bir adam çıktı diye tahmin ediyorum. Çünkü ben 16 yaşında da böyleydim. Çokbilmiş, çok okumuş. Kafa bilgi almayı seviyor. Dolayısıyla sen 16'larda 20'ler böyle konuşunca insanlar gıcık kapıyorlar. Ama büyüyünce "Adam yaşamış" falan deyip çok da gevezelik yapamıyorlar. Ama kafa olarak sadece daha fazla şey biliyor ve bir tık daha belki olgunlaşmanın getirdiği bir halde olabilirim. Daha sakin olabilirim.
-Daha huzurlu anladığım kadarıyla…
Evet, huzurluyum. Planladığım şeyi yapıyorum. Planlama yapmak iyi oluyor. Şirketleri tasfiye ettim, insanlarla yolları ayırdım ki Nil ile ilgilenebiliyoruz yani. Nihan da öyle. Nihan tamamen sektörden uzaklaştı. Ufak tefek şeyler yapıyor, reklam türü şeyler ama. Çocuğu yaşamak lazım bence.
-Güzel bir kariyer, mutlu bir aile tablosu. Hayatınız dört dörtlük diyebilir miyiz?
Evet, Superman'im ben. İyiyim yani (gülüyor).
-Nihan hanımla da 14 yıllık bir evliliğiniz var. Nedir uzun evliliğin sırrı?
Samimi olmak. Hiçbir şey saklamamak ve çok büyük bir sevgi ve aşk tabii ki yani.
-Bitmiyor mu o aşk?
Yok, o bitmez. O kitaplarda olan 3 senedir 5 senedir, neye göre hesaplıyorsun yani?
AŞKIN ÖMRÜ DİYE BİR ŞEY YOK, AŞK BİTMEZ
-Diyorlar ya aşkın ömrü vardır diye…
Öyle bir şey değil o. Bana göre değil. Ben baya yaşadım yaşıyorum yani bunu. "Hiç mi? Hiç mi ayrılmıyorsunuz?" diye çok soruyorlar. Hiç ayrılmıyoruz ulan yani (gülüyor). Senin böyle ciğerinden gele gele bunu sormanın sebebi ne? Sen de mi istiyorsun? İstiyorsan ona göre bir hayat sür kardeşim.
İLK GÖRÜŞTE KARIM OLDUĞUNU ANLADIM
-Bir de sizin ilk görüşte aşk değil mi?
Tabii. Ben ilk görüşte karım olduğunu anladım onun. Sonra da söyledim yani, hemen söyledim. Seçmeler, bir proje vardı, o bitti sonra da evlendik hemen.
-Çok özel bir şey. Herkesin bulamadığı bir şey…
Çünkü öyle bir şey aranmıyor. Öyle bir şey karşına geldiği zaman senin o anki durumun buna hazırsa gerçekten oluveriyor. Hayat tesadüflerle dolu. Eskiden "Ben tesadüflere inanmam" falan diye geziyordum. Her şeyin tesadüflere dayalı olduğunu görünce bunu kabul etmeye başladım.
-Her kızın ilk aşkı babasıdır ya, Nil'in de öyledir muhakkak. Nasıl bir baba-kız ilişkiniz var?
Biz çok oyun oynarız, doğduğu günden beri çok konuşuruz. Bir baba-kız aşkımız var çok şükür. Hiç şımarık bir çocuk değil, çok yapıcı bir çocuk. Kriz yönetmeyi de öğrendi.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
Aile. Ailemi çıkartırsan yokum yani.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikayet nedir?
"Ay ne çok biliyorsun her şeyi" derler.
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Birisi "Arayacağım" dediği zaman aramıyorsa, o çok sevmediğim bir şey.
-Siler misiniz o kişiyi?
Tabii, hemen yani.
-Günlük yaşantınızda totemleriniz var mıdır?
Vardır. Düzen olacak ya, en büyük totemim o. Çalışma masamın üstünün düzgün olması lazım. O zaman iş çok güzel akıyor gibi geliyor bana.
-Bu kadar planlı, düzenli, disiplinli olmak yormuyor mu sizi?
Benim kafa öyle çalışıyor. Bir de yüksek ses ve mekanik sese çok gıcıklanıyorum. Orada benim bütün konsantrasyon dağılır. O yüzden o ses bitene kadar beklerim yani.
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Adalet durumu. Sen kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma durumu. O oluyorsa ya da birisine yapıyorlarsa giderim oradan. Haksızlığa tahammülüm yok, hiç yok.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Öyle bir şeyim yok. Sonuçta açlık da çekmiş bir insan olarak. Ama böyle sorduğun an gözümün önüne yumurtanın akıyla yapılan, beze denen şey var ya o geldi. hiç haz ettiğim bir şey değildir.
-Kıskanç biri misiniz?
Hiç değilim. 10 üzerinden sıfır. Eşim de öyledir.
-Cimri biri misiniz?
Hiç değilim.
-En çok neye para harcarsınız?
Teknoloji ve müzik aletleri. Tasarıma çok para harcıyorum.
-Şu an bunlar için bir oda var diye düşündüm evinizde. Var mı?
Bir oda mı? (gülüyor). Bizim büyük odalarımız da. Müzik odaları var, hobi odaları var, klasik müzik enstrümanlarının olduğu oda ve orkestranın çalabileceği kadar enstrüman var evde. Onların elektronik olanları var, etnik olanları var, spor odası var, resim bilmem nesi var ve bunların hepsi çok büyük bir zevkle alındı.
-Kaç katlı bir evden bahsediyoruz tam olarak? (gülümseme)
Ben geniş alan seviyorum çok kattan ziyade. Detaylara girmeyelim, boşver (gülüyor).
HER GİTTİĞİM UÇURUMUN KENARINDAN O SEVGİ DÖNDÜRDÜ
-Bize programın adına yakışır bir itirafta bulunur musun?
14-15 yaşlarındaydım, annemi çok özlemiştim. Annem ben 2,5 yaşındayken öldü. Ben mezarlığa gitmeyi de sevmem, sonuçta bir canlı ölünce ölüyor, toprağa gömüyorsun, o dünyanın bir parçası oluyor falan. Sürekli ziyaret etmek bana çok normal gelen bir şey değil. Ama çok iletişim kurmak istediğim için gittim, orada uyumuştum. Onunla iletişim kurma aşamasındayken, sanki onun kucağında uyumuşum gibi hissettiğim bir an var. Beni şu anda ayakta tutan, bugün de var olmamı sağlayan şeyin o zamanki 2,5 yaşına kadar yaşadığım sevgi hissiyatının olduğunu düşünüyorum. Sevgi somut olmayan ama çok somut etkisi olan bir şey. Birini seviyorsan ya da biri seni seviyorsa onun çok somut etkilerini görüyorsun. Dolayısıyla insanların en büyük sihirlerinden biri bu. Ve ben bunu, dünyada onunla birlikte geçirdiğim süreç içerisinde yaşamışım ki gittiğim her uçurumun kenarından dönebilme şansım oldu. Dolayısıyla o günümü unutmuyorum hiç. Onunla en yoğun iletişimi kurduğumu düşündüğüm, hissettiğim şeydi.