Ziyaretçi oyunu ile sahnelere dönen Hüseyin Avni Danyal, oyunun prömiyeri öncesi Sabah Günaydın'da 'Yasemİnce İtiraflar' programında Yasemin Döngel'in sorularını yanıtladı. Oyunun bir psikodrama olmadığını belirten Danyal, "Bu bir drama, bir komedi değil. Ama ne dediğini çok iyi anlatan bir metin." dedi. Oyuncu, Türkiye'deki oyunculuk seviyesinin bir sürü ülkeye göre daha yukarıda olduğunu dile getirdi. Çevresinden "Gergin, asabi ve sinirli" şeklinde eleştiriler de aldığını söyleyen usta isim, "Biraz fazla mükemmeliyetçiyim. Öyle olunca da başka insanları mutsuz ediyor bu tabii." dedi. İşte röportajın tüm detayları...
-"Ziyaretçi" oyunuyla pek yakında yeniden sahnelerde göreceğiz sizleri. Neler hissediyorsunuz?
İşte biraz yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, sonuna geldik neredeyse. 16 Aralık'ta Kozyatağı Kültür Merkezi'nde prömiyer yapacağız. 3 aydır uğraştığımız oyunu ilk defa seyircinin karşısına çıkaracağız. Akla kara belli olacak bakalım, tepkileri göreceğiz. Haziran ayı gibi oyuna karar verdik. Yönetmen Berfin Hanım'la bir araya geldik, sonra yavaş yavaş kadroyu oluşturmaya başladık. Eylül başında da provalara başladık.
-Ne anlatıyor "Ziyaretçi" bize?
1938 yılında 2. Dünya Savaşı'nın son günleri, hepimizin bildiği çağımızın psikanalistlerinden, bilim adamı Sigmund Freud'un evinde geçiyor. Oyunun başkişisi de Sigmund Freud. Sigmund Freud ve kendi gibi psikiyatri üzerine çalışmalar yapan hatta öldükten sonra da Freud'un bilimsel çalışmalarını devam ettiren kızı Anna var oyunumuzun kahramanı. Viyana'dan ayrılmadan önce, savaş yüzünden Freud Viyana'dan ayrılıp Paris'e (gerçek hayatta da öyle) Londra'ya gitmek istiyor ama Naziler Freud'dan bir yazı istiyorlar, Freud'a zarar vermediklerine dair. Yani Nazilerle arasının iyi olduğuna, kötü bir yönetim görmediğine dair bir yazı istiyorlar. Freud da onun ikileminde "Yazsam mı, yazmasam mı?" diye. Bunun üzerine kızını gestapo alıyor. Her yönden sıkıştırıyorlar Freud'u. O gece eve bir ziyaretçi geliyor. Nereden geldiği belli olmayan, kim olduğu belli olmayan bir ziyaretçi geliyor. Freud'u sorgulamaya başlıyor, Freud da gittikçe sinirlenmeye başlıyor. Hani "Kimsin, nesin, neden bana bu soruları soruyorsun?" diye. Aslında oyun boyunca da ziyaretçinin kim olduğu pek anlaşılmıyor. Ta ki oyunun sonuna kadar. Biraz düş ile gerçek arasında, acaba Freud'un bilinçaltında kalmış kendi kişiliği mi? Ya da o sıralarda gelen Nazi subayının söylediği tımarhaneden kaçmış Walter Womersley diye bir adam var, o civarda görülmüş, acaba o tımarhaneden kaçan deli mi? Kızının peşine düşen, parklarda onu gözetleyen bir zampara var, acaba o adam olabilir mi? Yani seyircinin kafasında hep böyle soru işaretleri, "Kim bu adam?" soru işaretleri olacak. Ta ki oyunun sonuna kadar.
Ziyaretçi, benim oynadığım rol de öyle. Aslında ziyaretçiyle Freud'un diyaloglarından ortaya çıkan, yaşama dair hayata dair, inanca dair, sevgiye dair sorumluluklarımız nedir ve bunun için ne yapmamız lazım? Eğer suçlular varsa masumlar kimlerdir? Gibi biraz sorgulayan bir oyun metnimiz var.
-İzleyenler de kendini sorgulayacak anladığım kadarıyla…
Kesinlikle.
-Psikolojik bir tür değil mi, psikolojik bir şeyler izleyeceğiz…
Çok psikodrama diyemeyiz ama evet bir drama, bir komedi değil. Ama ne dediğini çok iyi anlatan bir metin. Yıllar önce ben bu oyunu izlemiştim Ankara Devlet Tiyatroları'nda, izlerken bile metinden çok etkilenmiştim. Çok etkileyici sözleri olan, çok iyi bir yazar. Hala günümüz yazarlarından Éric-Emmanuel Schmitt. Kendini çok iyi ifade eden bir oyun, çok iyi bir metin. Onun için de seyircimizi etkileyeceğini zannediyorum. Zaten provalarda da gelip seyreden arkadaşlarımız metinden çok etkileniyorlar, çok etkileyici bir metin.
-Provalarda neler yaşandı, sahne arkasındaki hazırlık sürecine de biraz değinelim isterim…
Zaten Erdal Bey ile (Küçükkömürcü) 40 yıla yakındır Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan tanışırız. Beraber projelerde de çalıştık. Şimdi o da emekli oldu ben de emekli oldum. Sağ olsun rica ettim çünkü oyunu okuduğumda Sigmund Freud rolü için ilk aklıma gelen Erdal Küçükkömürcü'ydü. Sağ olsun o da 6-7 yıl aradan sonra kırmadı beni, uzun bir ara vermişti. İki tane diğer genç arkadaşımızı da zaten seyretmiştim. Ben böyle ara sıra gider oyunlarda gençleri seyrederim, ne var ne yok? Hangileri yetenekli, yetenek oranları nedir? Neleri başarıyorlar? İkisini ve izlemiştim ve öyle cebimdeydi bir şey olursa bunları çağırabilirim çok yetenekli çocuklar diye. Onları da aynı şekilde öyle buldum Merve Dağlı ile Yusuf Nebioğlu'nu. Çok keyifli oldu, sanki yıllardır beraber çalışıyor gibi iyi oldu. Ekiple iyi bir uyum sağladık. Rahat geçti yani stressiz, gergin olmayan, bir an önce hikayemizi anlatalım dediğimiz bir prova süreci oldu. Sonuna da geldik zaten.
-Sizi etkileyen bir sahne var mı oyunda?
Sahne değil de insanları da beni de çok etkileyen sözler var. Freud şey diyor bir yerde, "Bütün bir kent yanarken acaba bir kanaryayı kurtarmalı mı?" Mesela bu çok güzel bir cümle, çok derinliği olan bir cümle. Oyunun içinde böyle insanı çok etkileyen cümleler var. "Bir süre sonra çocukları Tanrı vermeyecek Freud, kataloglardan seçecekler" cümlesi mesela beni çok etkileyen bir cümle. Oyunda aslında her bir cümlenin ayrı gittiği yer var. Onun için çok iyi bir metin. Böyle metinleri bulmak da zor, şanslıyım ki yıllar sonra aklıma geldi "A, böyle bir metin vardı" dedim. Sonra onu bulup buluşturup tekrar dramaturgumuz Irmak Bahçeci'yle onun çalışmasından sonra oyunu bu hale getirdik. Keyifli bir oyun oldu, oynarken de çok keyif alıyoruz. Umarım seyirci de bizim kadar memnun kalır.
-İzleyici izlerken kendini sorgulayacak dedik. Peki, sizin oynarken kendinizi sorguladığınız anlar oldu mu?
Olmaz mı? Tabii ki. Dediğim gibi her bir cümle ayrı bir anlam içerdiği için özellikle provalarda fazla tekrarlarda o cümleye anlam vermeye çalışırken anlamı keşfettikçe keyif alıyorsunuz. Çok cümle var öyle. Neredeyse oyunun 4/3'ü öyle cümleler yani.
-Yakın zamanda ekrana da yeni bir işiniz geliyormuş…
Öyle miymiş? (gülüyor). Evet, galiba Ocak ayında bir projemiz olacak. Ama onunla ilgili çok bilgi vermeyeyim çünkü o hani çok resmileşmiş bir şey değil. Daha netleşmeyen bir sürü şey var, onları o zaman konuşalım.
OYUNCUNUN GERÇEK PERFORMANSINI TELEVİZYONDA DEĞİL, SAHNEDE GÖRÜRSÜNÜZ
-Son dönemde şu tartışılıyor; Oyuncu olmak için tiyatro tozu yutmak şart mı? Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu bir seçim. Mesela ben öyle tercih ederim. Birçok ağabeyimizin ya da ustalarımızın da söylediği gibi, ben bir oyuncunun oyunculuk derecesinin ya da yeteneğinin oranını sahnede yaptığı işle daha iyi anlıyorum. Televizyon yanıltıcı olabiliyor. Ama oyuncunun gerçek performansını görebileceğiniz yer sahnedir başka bir yer değil.
-Oradan bir geçmeli diyorsunuz…
Evet, mümkünse.
TÜRKİYE'DEKİ OYUNCULUK SEVİYESİ BİR SÜRÜ ÜLKEYE GÖRE YUKARIDA
-Yeni nesil oyuncuları izliyorum, takip ediyorum dediniz. Televizyonda var mı takip ettiğiniz, beğendiğiniz isimler?
Çok var canım. Çok yetenekli çocuklar var. Hakikaten çok iyi işler yapıyorlar hem bayanlar hem erkekler. Televizyonda da çok iyi performans gösteren oyuncular var. Zaten diğer ülkelerin yapılan işlerine bakıyorsunuz; Türkiye'deki oyunculuk seviyesi bir sürü ülkeye göre daha yukarıda. Çünkü biz biraz Akdeniz ülkesiyiz, biz duygu doluyuz. Biz duygularımızı çok rahat ifade edebilen, kendini çok iyi ifade edebilen insanlarız. Yanlış veya doğru ama ifade edebiliyoruz. İfade biçimimiz bazen yanlış olabilir, fazla fevri olabilir. Ya da daha duygusal olabilir ama bir şekilde kendimizi ifade ediyoruz. Ama farklı kültürler bu kadar iyi kendilerini ifade edemiyorlar.
-Bizim topraklar da çok müsait ya böyle dramımızı da çok iyi yapıyoruz…
Zaten mesela İspanyollar, İtalyanlar, Yunanlılar, Türkler o Akdeniz şeridinin bir duygu durumu var. Böyle bir duygularını ifade etme durumu var. Mesela Kuzey ülkelerinde onu göremezsiniz. Hani Norveç, İsveç, Danimarka filan gibi. E gündelik hayat da öyle, o ülkelere gittiğinizde sokakta insanların yüzlerine bakıyorsunuz yani biraz ifadesiz yüzler. E bizde şöyle çıkın bir 10 dakika yürüyün sokakta hep farklı farklı suratlar görürsünüz, farklı farklı ifadeler görürsünüz. Orada biraz daha birbirine benziyor insanların ifadeleri daha az duygu gösteren ifadeler. Onun için de şey, Türkiye'de oyunculuk eğitimi almaya karar verenler boyutu yükseltiyorlar, iyi oyunculuklar var.
-Yapamadığımız alanlar da var. Mesela bilim-kurgu gibi alanlarda çok iyi değiliz sanki…
E neden değiliz, ekonomik. Çünkü bilim kurgu teknik bir yatırım istiyor. Türkiye'de de o yatırımlar maalesef çok fazla yapılamıyor. Zannediyorum Türkiye'de bir tane dijital stüdyo var bu işlerin yapılabildiği. Bilim kurgu çekmek teknik yatırım işidir, para işidir biraz.
-Aslında o da olsa onu da yaparız diyorsunuz…
Tabii. Donanım olacak, ekipmanlar olacak. Amerika çok iyi becerdiğinden mi yapıyor bunu? Hayır. Bence teknik olarak o donanıma sahip olduğu ve onları kullanacak kişiler olduğundan yapıyor bunu.
-Birkaç tane de özel soru sormak isterim… Çok tatlı kızlarınız var, Allah bağışlasın. Nasıl bir baba-kız ilişkiniz var?
Çok iyi. Siz de bilirsiniz, babalar ve kızları farklıdır. Ayrıdır. Aradaki ilişki daha farklıdır. Bir de şeye çok üzülüyorum, büyüğe, 32 yaşındakine de çok üzülmüştüm; çok çabuk büyüyorlar. Onu sıkma, yuvarlama, onunla oyun oynama çağı geçiyor işte 10 yaşına geldi başladı şimdiden rahatsız olmaya. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar.
ÇOK ACI AMA…
-Bir de siz sürekli provalarda, oyunlarda, setlerde…
Çok acı ama şöyle bir şey söyleyeyim; aynı evde yaşıyorsunuz ama eve giriş çıkış saatleri, çocuğun okul saatleri öyle bir hale geliyor ki bazen 4 gün aynı evde çocuğu görmüyorum. Gidip uyurken bakıyorum yani, evet.
-Eşinizle de çok uzun yıllardır birliktesiniz, daim olsun. Nedir mutlu bir evliliğin sırrı sizce?
Saygı, herkesin birbirine sunduğu özgürlükler ve hayata hep ortak yerden bakmak, aynı yerden bakmak. Sadece üçü.
-Ve sevgi…
Tabii ki. O olmadan zaten hani neden yan yana gelesin ki, sevmediğin bir insanla.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
Sevdiğim insanları. Sevdiğim insanları çıkarırsanız bir anlamı kalmaz ki. Yani eşimi, çocuklarımı… Bütün her şeyi onlar için yapmıyor muyuz zaten? Maddi anlamda söylemiyorum. İşini iyi yapan bir babaya sahip olmayı kim istemez, işini iyi yapan bir kocaya sahip olmayı kim istemez ki? Başarılar hep etrafındakilere bir övgü kaynağı değil midir? Hem ülkeye övgü kaynağıdır ya da seyirciye övgü kaynağıdır. Onun için bence hani insanların yaşamından sevdiklerini çıkarırsanız çok geriye bir şey kalmaz.
-Katılıyorum, bir de karakter bazında düşünürsek; sizi siz yapan o şey nedir, neyi alırsak geriye bir şey kalmaz?
Omurgamı. Bu sadece meslekle ilgili bir şey değil. Ben şeye çok inanırım; insan yaşamı boyunca omurgalı olmalı. E bir omurganız olacak. Evet, yaşamda başınıza gelen şeylerden o omurga arada eğilebilir bükülebilir ama o omurga 's' haline ya da '8' haline gelmez. Bir insanın bir duruşu, bir omurgası olması lazım hayatta istediklerine ulaşması için.
MÜKEMMELİYETÇİLİĞİM İNSANLARI MUTSUZ EDİYOR
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
Gergin, asabi ve sinirli. Genelde öyle şikayet ediyorlar (gülüyor). "Ne kadar ters adamsınız, ne kadar gergin adamsınız" falan diye. Bütün bunların tabii nedenini biliyorum; biraz fazla mükemmeliyetçi olmam, biraz fazla işte profesyonellik peşine düşmem. Öyle olunca da başka insanları mutsuz ediyor bu tabii. Bir şeyler yolunda gitmediği zaman çabuk öfkeleniyorum evet (gülüyor).
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Hayır, yok.
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Biraz önce söylediğim gibi, omurgası olmayan insanlar. Ne yapacağı belli olmayan insanlar.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Patlıcan. Beyaz lahana. Sevmem.