Farkında mısınız kaç zamandır bir Fekeli olayıdır gidiyor. Perşembe günleri atv'de Bir Zamanlar Çukurova yayımlanıyor ve dizinin takipçileri Fekeli ile yatıp Fekeli ile kalkıyor... Dizi biter bitmez hemen sahneleri paylaşılıyor, diyalogları özlü söz gibi kullanılmaya başlıyor... Kerem Alışık'ın oynadığı Ali Rahmet Fekeli'nin en başında böyle bir rol modeli, fenomen olacağı tahmin ediliyor muydu, bilemiyorum ama bildiğim Alışık'ın bu rolde oyunculuğunun zirvesinde olduğu... Açıkçası Kerem Alışık'ı genel olarak hep ailesiyle ilişkilendirdik. O, Sadri Alışık ve Çolpan İlhan'ın oğlu, Attila İlhan'ın yeğeni oldu bizim için. Alışık bu durumu hep saygıyla karşıladı, hatta ailenin yarattığı mirası gelecek kuşaklara aktardı ama bütün bunların yanı sıra kendi hikayesini de yazmayı başardı. Fakat genel olarak biz onun hikayesini ne kadar dinledik onu bilemiyorum. İşte Fekeli onun kendi hikayesini ne kadar güçlü yazdığının bir göstergesi. Kerem Alışık öyle bir oynuyor ki ona dair bütün algıları yıkıp geçiyor. Sanatçı sadece ve sadece bizim için artık oyunculuğuyla var oluyor. İşte bunu konuşmak için Kerem Alışık ile bir araya geldik. Namlı bir ailede büyümek, yıllarca o ailenin mirasını taşımak için uğraşmak ve bir yandan da kendi hikayesini yazmak. Kolay değil. Üstelik onun hikayesinin içinde sadece oyunculuk yok, şiir var, tiyatro var, akademi var... 'Yenetekli Bay Kerem' desem yeridir diyerek başladık sohbete sonrası aktı gitti...
- Babanız vefat ettikten sonra oyunculuğa başladınız. Aradan yıllar geçti görüyoruz ki, oyunculuk, yönetmenlik, tiyatro yöneticiliği, akademi... Siz bu sürece dışarıdan bakınca neler görüyorsunuz?
- Çehov'un Vanya Dayı'sında Sonya'nın dediği gibi "Yaşayacağız Vanya Dayı yaşayacağız. Bizi çalışmak kurtarır" Ben hep buna inandım. Çalışmak benim soluğum. Çalışmak ile yol arkadaşıyız. İkimiz de mutluluğun bir barış değil, bir yolculuktan ibaret olduğunu iyi biliyoruz. Zaten benim yaşamaktan anladığım üretmek, çalışmak ve yorulmak... Hayata dışardan da içerden de bu şekilde bakıyor, böyle görüyorum. Ama şunun da bilincindeyim, ne kadar çalışırsak çalışalım, söylenmemiş cümlelerimiz, tamamlanmamış eylemlerimiz olacak... Attila İlhan diyor ya "Ne kadar azdır yaşadığımızdan, yaşadığımızı sandığımız." Söylediklerimizle değil, söyleyemediklerimizle varız.
- Babanız Sadri Alışık anneniz Çolpan İlhan, dayınız Attila İlhan... Böylesi bir aileden Kerem Alışık'ı bir benlik olarak çıkardınız. Bu süreçte kılavuzun ne oldu?
- Ben çalışmayı, sevmeyi, sabretmeyi, direnmeyi cesaret etmeyi ve bilmeyi meslek edinmişim. İnsanın yüreği neyi meslek edinirse, bedeni ve aklı da ona hizmet ediyor. Ben de yüreğimin inkar etmediği yere aitim... Ve benim kılavuzum da, yol haritam da bu duygular. Biraz mahcubum, biraz çekingen, utangaç, vicdanlı, samimi, dürüst az kalsın unutuyordum... Bir de yalnız... Gerçi artık yalnız bile değilim, biriktirdiğim bütün mutluluklarımı harcadım. Kendini hüzne ve efkara biraz severek, isteyerek bırakan cinstenim... Ve çocuğum hâlâ. İnsan, annesi, babası ölünce anlıyor içindeki çocuğun hiç ölmeyeceğini ve anladıkça kahroluyor bunu anlamakta neden bu kadar geciktiğini...
- Soy isminin bir ağırlığı var. Bu ağırlık hayatınızı ve yaptığınız işleri nasıl etkiledi?
- İnsanın hayata karşı ödevi yaşamaktır ama böyle topluma mal olmuş bir ailenin içinde sağlam kalmayı başarmak ve kendini kanıtlamak iki defa yaşamak demektir. Hemen her dönemde sanki ateşten bir buluttum, mısra mısra her bahçeden kovuldum... Ama bu aileye ait olmanın zorluğunu, gene bu aileden öğrendiklerimle kolaya çevirmeye çalıştım. Felsefem şuydu, tıpkı Mevlana'nın söylediği gibi "Direnmek yaşamaktır" ve savaşmayı, direnmeyi, mücadele etmeyi bana ailem öğretti.
- Ne kadar zor böyle bir aileye doğmak?
- Şöyle bir örnek vereyim çocukken bile okulda iyi not aldığımda "E tabii Sadri Alışık'la Çolpan İlhan'ın oğlu, onun için iyi not veriyorlar" deniyordu. Sizi seviyor diye düşündüğünüz insanların bile, işin içine meslek girince başkalaştığına tanık oldum. Gerçi hayatın içinde de aynı şeyler yok mu? Küçükken bize "Yerde ekmek bulunca yükseğe koy kuşlar yesin" derlerdi. Biz sevdiklerimizi hep yükseğe koyduk, acaba kuşlar mı yedi? İnsanın, insanları, insan kalbiyle sevmesi lazım. Ben öyle yapmaya çalıştım.