14 yılını cezaevinde, 12 yılı aşkın süreyi de yurt dışında geçiren 20. yüzyıl Türk şiirinin en büyük temsilcisi Nazım Hikmet'in İstanbul hasreti, 'İstanbul Şairi Nazım Hikmet Hoş Geldin' adlı kitapta anlatıldı. 20. yüzyıl Türk şiirinin usta şairi Nazım Hikmet'in, eşi Piraye'ye yazdığı 'Karıcığım... / Hasretliğin on ikinci yılı bu / On ikinci yılı / Gönül ağzına kadar dolu / Sen diyorum İstanbul geliyor aklıma / İstanbul diyorum sen / Sen şehrim kadar güzelsin / Şehrim senin kadar acılı' dizeleriyle dile getirdiği İstanbul hasreti, Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanan 'İstanbul Şairi Nazım Hikmet Hoş Geldin' adlı kitapta anlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığının '2010 Nazım Hikmet Yılı' etkinlikleri kapsamında hazırladığı kitapta, editör Kıymet Coşkun'un kaleme aldığı ''Şiirinde İstanbul Hasreti'' başlıklı yazıdan derlenen bilgiye göre; Selanik'te dünyaya gelmesine, bebeklik ve çocukluk dönemlerinde büyük babası Nazım Paşa'nın görevi nedeniyle kısa sürelerle Halep, Konya gibi dönemin Anadolu vilayetlerinde bulunmasına karşın küçük Nazım'ın yaşamı büyük ölçüde İstanbul'da geçti. Göztepe, Erenköy, Nişantaşı, Cihangir, Tünel, Kadıköy, Heybeliada ve Kuzguncuk şairin çocukluk ve gençlik günlerinin izlerini taşıyan semtler oldu. İstanbul Göztepe'deki Taş Mektep'te başlayan okul yaşamı, Galatasaray Lisesi, Nişantaşı Ortaokulu ve Heybeliada Deniz Lisesi'nde devam eden Nazım Hikmet'in oluşumunu belirleyen çocukluk ve gençlik yıllarının İstanbul'u kuşkusuz şiirinde de kendisini gösterdi. Nazım Hikmet, 14 yılını cezaevinde, 12 yılı aşkın süreyi de yurt dışında geçirdi. İstanbul dışında geçen gönüllü ve zorunlu yıllarda da hep İstanbul'u düşünen ve yüreğinde hisseden Nazım Hikmet, gençlik yıllarında İstanbul'un işgaline karşı direnişini dizeleriyle dile getirdi. Nazım Hikmet, ilk aşklarının, ilk öpüşmesinin da tanığı olan İstanbul'da gün gelecek Gülhane Parkı'nda ''ceviz ağacı'' olacaktı gizlice... Kıymet Coşkun yazısında, Nazım Hikmet'in, İstanbul'un bağrından çıkan bir şair olduğunu belirterek, ''Nazım Hikmet, İstanbul aşığıydı. Dünyaya ülkesiyle birlikte İstanbul'unu da tanıttı. Dünya görüşü, düşünceleri onu İstanbul'undan uzaklara sürükledi ama yüreğine saplanan bir bıçak gibi yaşadığı hasreti, onu sevdasından caydırmadı. Çünkü o güzele, doğruya ve haklıya inanıyordu. Hayatı ve insanı seviyordu'' ifadelerini kullandı. ESERLERİ İSTANBUL'LA BAŞLIYOR Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi, Ankara Cebeci Sivil Cezaevi, İstanbul Sultanahmet Cezaevi, Erkin Gemisi, Çankırı ve Bursa Cezaevinde geçen yıllar artık yalnızca düşlerinde gördüğü şehrinin İstanbul'unun da öyküsü gibi oldu. Nazım Hikmet, Bursa Cezaevi'nde tamamladığı ülkesinin bağımsızlığı ve onuru için dövüşen halkını, insanlarını anlattığı Kuvay-ı Milliye Destanı'nda da İstanbul'u anlattı. Bursa Cezaevi'nde eşi Piraye için akşamları ''Saat 21-22 Şiirleri'' başlığıyla yazdığı, toplumsal bakışıyla özeli ve bireyseli iç içe geçiren şiir ve rubailerinde de İstanbul'u işleyen Nazım Hikmet'i İstanbul'dan gelen bir ses, bir mektup yaşama bağlıyordu. Birinci ve ikinci dünya savaşını içeren, yalnızca ülkenin değil, 20. yüzyıl dünya tarihini de anlatan, çarpıcı betimlemeleriyle bir sinema filmi gibi canlandıran bir başyapıt olan ''Memleketimden İnsan Manzaraları'' eseri de Haydarpaşa Garı'nda başladı. 'İKİ ŞEY VAR ANCAK ÖLÜMLE UNUTULUR / ANAMIZIN YÜZÜYLE ŞEHRİMİZİN YÜZÜ' Tarabya'dan ayrıldığı günden ölümüne değin İstanbul özlemi, büyük şairi hiç terk etmedi. Özlemini 'İki şey var ancak ölümle unutulur / Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü' ile 'İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın / Gitmez gözümden hayali Haliç'e inen yolun / İki gözlü bir bıçaktır yüreğine saplanmış / Evlat hasretiyle hasreti İstanbul'un' dizeleriyle dile getiren Nazım Hikmet, hayatını yurt dışında geçirdiği dönemde de kaleme aldığı şiirlerine de İstanbul hasretini yansıttı. Moskova yakınlarındaki karlı kayın ormanında yürürken dillendirdiği, yıllar sonra Zülfü Livaneli tarafından bestelenen şiirinde 'Memleket mi, yıldızlar mı / Gençliğim mi daha uzak? / Yedi tepeli şehrimde / Bıraktım gonca gülümü/Ne ölümden korkmak ayıp/Ne düşünmek ölümü...' dizeleriyle sevgilisini ve şehri İstanbul'u özlem ve acıyla andı. Prag'da doktor Faust'un evinin önünde durup 'Kapıyı çalıyorum / Bu evde ben de senet vereceğim şeytana / Ben de kanımla imzaladım senedi / Ne altın istiyorum ondan / Ne bilim, ne gençlik / Hasretlik cana yetti / Pes / Beni İstanbul'uma götürsün bir saatlik...' dizelerini yazdı. Nazım Hikmet Bulgaristan'ın Karadeniz'deki sahil yerleşimlerinden olan Balçik kentinden de İstanbul'a ''Çok yorgunum, beni bekleme kaptan/Seyir defterini başkası yazsın/Kubbeli, çınarlı mavi bir liman/Beni o limana çıkaramazsın'' diye seslendi. EN ETKİLEYİCİSİ ''CEVİZ AĞACI'' Hiçbir zaman ülkesinden, şehrinden kopmayan, kopamayan şair, hayatının son günlerinde yaşadığı mutluluğunu, en güzel aşk şiirlerinden birinde yine şehrinden yola çıkarak anlattı. 'Seviyorum seni ekmeği tuza basıp yer gibi/Geceleyin ateşler içinde uyanarak / Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi / Ağır posta paketini, neyi nesi belirsiz / Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi / İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık / İçimde kımıldanan bir şeyler gibi / Seviyorum seni 'yaşıyoruz çok şükür' der gibi...' Ömrünü memleket hasretiyle tamamlayan Nazım Hikmet'in 'Açıyoruz kapıları / Kapıyoruz kapıları, geçiyoruz kapılardan / Ve biricik yolculuğun sonunda ne şehir, ne liman / Tren yoldan çıkıyor / Batıyor gemi / Düşüyor uçak / Harita çizilmiş buzun üstüne / Elimde olsaydı bu yolculuğa / Başlayıp başlamamak / Başlardım yine' dizeleri hasretini ve sevgisini en güzel şekilde anlatıyor.