Altı sezon boyunca süren ‘Lost’ dizisi, bu sabaha karşı hayranlarına veda edecek. Televizyon tarihinin en pahalı dizisinin senaristleri Carlton Cuse ve Damon Lindelof, New York Times’a mistik adanın sırlarını açıkladı. Dizinin sonu hakkında neden hâlâ açıklama yapmıyorsunuz? CARLTON CUSE: Sonunu izlemeden bilmeleri, izleyiciler için sinir bozucu olur. Zaten ‘Lost’un bu kadar ‘cool’ olmasının nedeni, dizide birçok belirsizliğin, çelişkinin yer alması, tartışılacak birçok konunun olması. Dizide inançla mantık, iyi ve kötü ilişkisi gibi çelişkili konuları sorguluyorsunuz. En çok ön planda tuttuğunuz kavram nedir? DAMON LINDELOF: En çok üzerinde durduğumuz mesele, kurtuluş. Ama burada bahsettiğimiz kurtuluş ruhani anlamlar taşıyor. Adada herkes bir şekilde kendisiyle yüzleşerek yaptıklarının bedelini ödeyerek, özgürleşiyor. Ve bunu yaparken içinde bulunduğu topluluktan yardım alıyor. Olayların başlangıcında ‘Birlikte yaşa, yalnız öl’ felsefesi ön planda. Önemli olan başka bir konu ise tüm karakterlerin kendi içlerinde problemli olması. Geriye dönüşlerle gösteriyoruz ki, hepsi hayatlarının bir bölümünde kurban durumuna düşmüş. Kate üvey babasını öldürmeden önce tacize uğramış, Sawyer yatak altında saklanırken, ailesi gözü önünde ölmüş. Jack’in babası küçükken ona ihanet eden bir alkolik. Sayid Amerikan hükümeti tarafından zorla birine işkence etmeye zorlanmış. John Locke’un böbreği çalınmış. Bir şekilde “Başıma kötü şeyler geldi, kurban durumuna düştüm ve o yüzden kötü bir insana dönüştüm. Ama şimdi çevremin yardımıyla sorunlarımla yüzleşip, özgürleşeceğim” demenin yolunu arıyoruz. Kahramanlarınıza Hume, Rousseau, Locke gibi düşünürlerin adını vermeniz dikkat çekiyor. Ancak karekterlerin davranış biçimleri, pek ismini aldıkları düşünürlerinkiyle örtüşmüyor. LINDELOF: ‘Lost’ bizim sevdiğimiz hikayelerin hepsinin karışımı bir anlamda. Pazar okulunda İncil’den okuduğumuzu hikayeler, Narnia Günlükleri, John Steinbeck’in eserleri... Hepsi yaratım sürecimizi etkiliyor. Üniversitedeyken hem Carlton hem de ben felsefe dersleri almıştık. Orada öğrendiğimiz isimleri dizide kullandık. Dizideki lilşkileri neye göre şekillendiriyorsunuz? LINDELOF: Başladığımızda dizinin ne kadar süreceğini bilmiyorduk. İkinci ve üçüncü sezonu nasıl kurgulayacağımız hakkında çok kafa patlattık bu yüzden. ‘Diğerleri’nin ‘Jacob’ adlı karekterle olan ilişkisi, Jacob’ın adayla olan bağlantısı hakkında uzun tartışmalarda bulunduk. Kim kiminle olacak, kim ölecek, kim yaşayacak, kim fedakarlıklarda bulunacak. Diziyi hareketlendirmek için çeşitli ilişkileri denemeye başladık. Örneğin aklımıza “Sawyer ve Juliet beraber olsa ne olur?” fikri geldi. İlk başta emin değildik, oyuncuların kafasında bile bu ilişkinin onaylanıp onaylanmayacağı hakkında soru işaretleri vardı. Ama en sonunda “Deneyelim” dedik. Ve kimsenin beklemediği bu ilişki, iki karakter arasında olgun bir aşk ortaya çıktı. Biz kendimizi Desmond’la özdeşleştiriyoruz. Penny bizim de kurtuluşumuzu simgeliyor. Desmond’ın hikayesinin mutlu sonla bitmesi, bizim için bu açıdan önemli. Sawyer’ı çok sevmeme rağmen, kendimi onunla özdeşleştiremem, çünkü o bana kıyasla çok daha ‘cool’. Bu yıl sezon beşin sonundaki hidrojen bombasıyla oluşan alternatif bir gerçeklik oluşturdunuz. Buradaki amaç nedir? CUSE: Bu soruyu cevaplamak dizinin büyüsünü kaçırır. Ayrıca bu konu dizinin sonunda gerçekten güzel bir tartışma konusu yaratacak. Alternatif gerçeklik hikayesinden çıkan sonucun uzun süre konuşulacağına inanıyoruz. ‘Lost’ benzeri bir dizinin çekilme ihtimali olduğunu düşünüyor musunuz? CUSE: ‘Lost’un bitimiyle bir dönem kapanıyor aslında... Medya sektörü altı yılda çok değişti. 325’i Hawaii’de and 100’ü Los Angeles’ta olmak üzere 425 kişi çalışıyor projede... 35 milimetrelik filmle çekiyoruz diziyi. Kullandığımız set ve kadroyla dünyanın en pahalı televizyon dizisine imza atıyoruz. ‘Lost’un başarısını yakalamak bence çok zor. Finalimiz de televizyon dizisi yerine sinema filmi havasında olacak.