Afrika'nın batı ucunda, Atlas Okyanusu'na komşu, kıtanın en huzurlu ve sakin ülkesi olarak bilinen Senegal'deki Goree Adası ve Saint-Louis, bugün hala sömürgeciliğin izlerini taşıyor. Yüzyıllar boyunca sırasıyla Portekiz, Hollanda, İngiltere ve Fransa'nın sömürgecilik faaliyetlerine sahne olan Senegal'de, köle ticaretinin ilk başlangıcı 16'ncı yüzyılın ortalarına dayanıyor. Tarihçiler, başkent Dakar açıklarındaki Goree Adası'na 1444'te gelen Portekizlilerin, Senegalli gençleri, o güne kadar tadını bilmedikleri alkolle sarhoş ederek Güney Amerika'ya giden gemilere bindirdiklerini belirtiyor. Senegal'in en büyük tarihçisi kabul edilen eski Milli Eğitim Bakanı ve eski Meclis Başkanı İba Der Thiam, Goree Adası'ndaki köle pazarını şöyle anlattı: 'Zaman içinde Avrupa'daki Nantes, Rochelle, Bordeaux, Liverpool, Bristol, Amsterdam, Lizbon limanlarından kalkan gemiler, Afrika'nın çeşitli yerlerinden toplanan genç ve sağlıklı köle adaylarının sergilendiği Goree Adası'na gelmiş. Goree Adası, Afrika'nın çeşitli bölgelerinden toplanmış kölelerle köle tüccarlarının buluşma noktasına dönüşmüş. Esirler, köle evinde, küçük bölmelerde birbirlerine zincirlenmiş şekilde, pazarda satışa çıkmayı beklerken, ölenler ya da isyan edenler de denize atılmış. Erkek kölelerin 'değeri' boyları, kiloları ve kas durumlarına göre belirlenirken, kadın ve çocukların ise diş ve genel sağlık durumları baz alınmış.' Thiam, alt katında esirlerin kaldığı köle evinin üst katında tüccarların yaşadığına dikkati çekerek, pazarda seçilen esirlerin, köle evinin okyanusa açılan kapısından, Portekizce de 'yüzen mezar' manasına gelen 'Tumberio' isimli gemilere bindirilerek Afrika'ya veda ettiklerini dile getirdi. Güney Amerika ve Avrupa'ya yolculuğun yaklaşık 2 ay sürdüğünü ifade eden Thiam, esirlerin, güvertenin altındaki kapalı bir bölmede istiflenerek yolculuk yaptığını söyledi. Bugün turistlerin uğrak yeri olan Goree Adası'na yolcu taşıyan teknelerden birinin kaptanı Magar Ndya ise sanılanın aksine adaya sadece turistlerin değil, Senegallilerin de hem çalışmak hem de tarihlerini daha yakından tanımak için geldiğini anlattı. Senegal'de bir Fransız kenti; Saint-Louis Senegal'de Goree Adası'nın yanı sıra Saint-Louis kenti de sömürgecilik tarihinde önemli bir yere sahip. Fransızların 1659'da resmen yerleştikleri ve dönemin başkenti haline gelen şehrin ismi Fransa kralı 4. Louis'den geliyor. Senegal bağımsızlığını kazanana kadar Fransızların himayesinde kalan şehir, bugün bile Fransız döneminden kalma kafeleri, renkli evleri, ferforje balkonlarıyla ziyaretçilerinde adeta Güney Fransa'da bir kentteymiş hissi bırakıyor. Şehrin en dikkati çekici yapılarından birisi şüphesiz 1839'dan beri çalışan, hem Senegal'in hem de Batı Afrika'nın en eski oteli Hotel du Palais. Otelin bugünkü sahibi Robert Dupas, 1983'te turist olarak geldiği ancak kendi tabiriyle 'aşık olunca' 2001'de tamamen yerleşerek emekliliğini geçirme kararı aldığı kenti ve oteli çok sevdiğini anlattı. Hotel du Palais'i alarak eşiyle Saint-Louis'e yerleşen 73 yaşındaki Dupas, 2001'den bu yana kazandığı her kuruşu oteline dolayısıyla Saint-Louis'e yatırdığını söyledi. Dupas, 'Fransa'nın tarihindeki sömürgecilik faaliyetlerinden dolayı önyargıyla karşılandınız mı?' sorusunu ise şöyle cevapladı: Dupas, 'Fransa'nın tarihindeki sömürgecilik faaliyetlerinden dolayı önyargıyla karşılandınız mı?' sorusunu ise şöyle cevapladı: 'Tarihi inkar edecek değilim ama bunda benim ne payım olabilir ki hatta benim dedemin de payı yok. Sömürgecilik olgusunun ben fakir mahallelerde bir bahane olarak kullanıldığını düşünüyorum. Yani 'siz sömürdünüz, bize bakın' gibi bir algı var. Bugün 73 yaşındayım ve kazandığım her kuruşu yine bu kent için harcıyorum. Hiçbir zaman, tırnak içinde söylüyorum, 'sömürgeci' kompleksine kapılmadım, böyle bir muameleye de maruz kalmadım.' UNESCO listesinde İlk bakışta tam bir Fransız kenti izlenimi veren Saint-Louis'de şehrin diğer tarafında bambaşka bir hayata rastlamak mümkün. Senegal Gölü etrafında toplanan balıkçılar, şeyhlerinin isimlerini verdikleri küçük teknelerle balıkçılıkla uğraşırken, yakaladıkları balıkları da biraz ilerideki balık pazarında satıyor. Şehrin Fransızlardan kalma kısmı oldukça iyi durumdayken, asıl nüfusun yaşadığı bölgeleri ise adeta sefalet içinde. Neredeyse gençlerin büyük kısmının uğraştığı balıkçılık, şehirdekilerin ana geçim kaynağı. Öğlen sıcağında gölde kısmetini arayan 29 yaşındaki İbrahim Keita, 'Suyun içinde ait olduğum yerdeyim, karada olmaya tercih ediyorum.' diyerek hayatını özetliyor. Jazz festivali, çeşitli sanatsal faaliyetleriyle de öne çıkan ve her yıl yüz binlerce turisti ağırlayan şehir aynı zamanda UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alıyor.