'Müzikte ruh eksildi' Pop müziğinin yıldızı Sertab Erener, yaza 'Rengârenk'le girdi. İlk olarak 'Bu Böyle' ve 'Açık Adres' şarkılarıyla baharı karşılayan Erener albümün prodüktörlüğünü de kendisi üstlenmiş. Düzenlemeler ise Mustafa Ceceli'ye ait. Unutulmaz şarkılara imza atan ve hâlâ dillerden düşmeyen şarkılarıyla 20 yılı geride bırakan sanatçı, 'Rengârenk' albümünde o eski şarkılarının da tadını sunuyor. Ama elbette değişim kaçınılmaz. Teknolojinin hızla ilerlediği günümüzde müzik de payına düşeni almış görünüyor. Aktüel Dergisi, albüm vesilesiyle biraraya geldiği Sertab Erener'le müziğinin ve müziğin son 20 yılını konuştu. - 20 yıla yakındır müzik dünyasının içindesiniz. 'Rengârenk' bir albümle de 2010’a giriş yaptınız. Peki, bu 20 yılda müzikte nasıl bir değişim oldu? Dünya değişti, çok şey değişti. Teknoloji insan evriminin hızından daha ötede hızlı yürüdüğü için insanoğlu bence kendi yarattığı medeniyetin teknolojik tarafına yetişemiyor. İnsanın öyle sonu gelmez arsızlığı var ki, teknoloji o anlamda kötüye de kullanılıyor. Bu 20 yılda, müziğin üretimi, müziğin dinlenme şekli, müziğin tınısı, müziğin insanlardaki değeri, algısı tamamen değişti. Bence müzik değer kaybetti son 20 yılda. Benim gördüğüm kadarıyla insanların hayatındaki değeri eskisi kadar değil. Eskiden müzik insanlar için daha çok ihtiyaçken, artık yeni jenerasyonlarda öyle değil. Müzik o kadar çok üretildi, çeşitlendi ve herkesin evine o kadar çok girdi ki, bence müzik eskisi gibi sanat bile görünmüyor. İnsanlar evlerinde Home Stüdyo dedikleri yerlerde müzik yapıyor. Daha önce armoniyi bile hayatlarında duymayan çocuklar evlerinde müzik üretir oldular. - Son zamanlardaki pop müziğini düşünürsek, elektronik müzik ağırlıklı. Sizin albümünüzde de bu var... Aslında orada büyük bir değişiklik yok, bizim kullandığımız elemanlar aynı. Ama tabii ki, dünya ekonomik olarak hızlı yaşadığı için enstrümanların akustik seslerini almak, onları çalmak teknik olarak çok ağır ve hantal bir şey. Mesela kocaman bir senfoni orkestrasını bir kayıt stüdyosuna sokmuyorlar, o sesler alınıyor. Çünkü teknoloji bize bunu sağlıyor. Aynı kemanın sesini bulabiliyorsun. Burada tek kaybedilen şey insanın makineleşmesi; ruhu noksanlaşıyor, o da bütün dünyada var, şu an yaşadığımız yüzyılın problemi bu. Belki insanlar yeniden geri dönecekler, küçük konserlerde akustik şeyler yapacaklar ama onun da bir süresi var, daha o noktaya gelmedik. - Kendinizdeki değişimi nasıl yorumluyorsunuz peki? 1992 yılında yaptığım albümde kendini ispat etmeye çalışan, “ben buradayım” diyen, “sesim ne kadar güzel” diye bağıran bir kız çocuğuydum. Konservatuar okuyan genç bir öğrenciydim. Şimdi değiştim, ama benim böyle bir telaş hissetmemin anlamı yok. 18 yıl içinde nasıl bir şarkıcı olduğumu insanlar gördü ve beni bir yere koyabildiler. Bundan dolayı da çok mutluyum. Bu yüzden böyle bir ideayı da taşımayan, daha çok ruhun içine yolculuk yapan bir şarkıcı olmayı tercih ettim, son beş-altı yıldır da bununla uğraşıyorum aslında. - 'Rengârenk' de sanıyorum bu yolculuğun karışımı... Evet. Doğru söylüyorsun, ben birçok albümümdeki şarkıların tadını bu albüme de koymak istedim. Öyle bir cümle bulduğum için de rahat ettim. O cümle çok net, repertuarı oluştururken de net görebildim bunu. Doğru seçimler yaptım ya da doğru şarkılara ulaştım. Ne yaptığımı biliyorum. - Değişimden söz ettik ama hep bir akımla doğmuştur müzik… 1968’ler, 70’ler vs… Popun da bir kimliği vardı o dönemler… Toplumsal duyarlılıkla örtüşmüyor değil mi artık müzik? Bence insanoğlunu çok fena uyuttular. Bir dönem politikayla, siyasetle ya da fikirlerle buluşan, bir akımla birlikte gelen müzik vardı. Amerika’da da vardı. Devlet öğrencileri öldürdü… Düşünüyorlar, konuşuyorlar, yürüyorlar vs… Onların yaptığı bir müzik vardı, daha politikti. Joan Baez’ler vardı. Bence uyuşturucuyu saldılar, liselere, üniversitelere; uyuşturdular insanları. Yani, müzik siyasetle, yönetilme şekliyle şekil alır. Toplumlarda müzik, düşündüğün bir şeyi ifade etme arzusundan, söylemek istediğin bir derdin olduğunda, o şarkıyı söyleme ihtiyacından çıkardı, şimdi artık müzik “mış” gibi. Pek fazla da konumuz yok, aşk var sadece. Daha derin, daha içsel konularda yazmayı çok seviyorum, 'Bir Çaresi Bulunur' öyle bir şarkı. Ben yazdığım zaman öyle sözler yazıyorum. Bence insanın kendi içine gittiği bir yolculukta, ya sözler öyle çıkıyor ya da sipariş üzerine çıkıyor. İkisinin ötesinde çok politik bir şey yok, ya da ben takip etmiyorum. Eskisi gibi yok. - Bir yanıyla da popüler kültür içinde yolculuğunu yapıyor… Bu da kaçınılmaz sonuçlar doğuruyor... Aynen öyle. Derin olmayan sözler çıkıyor. Sanatın güzel dalları var, çok popüler olmayan, çok çok büyük kitlelere ulaşamayan, kendi içinden geldiği gibi davranan insanlar var tabii ki. Biz onları da seyrediyoruz. Pina Bausch gibi… Çok korkusuzca, kaygısızca anlatıyor her şeyi, bazen de sert. Öyle insanlar var, iyi ki varlar. - Pop dünyasında önemli bir misyonunuz var, bu sizi bugünden bakınca korkutmuyor mu? Bilinen biri olduğunda haliyle senin hareketlerin diğer insanlardan çok daha fazla seyredilir ve takip edilir hâle geliyor. Duruşun, kurduğun cümle… Şarkının sözü bir insanın hayatını etkileyebiliyor. Bu kadar olduğunu bilmiyordum, gözlemledikçe fark ettim. Birine umut verirken öbürünü intihara sürükleyebiliyor. Müziğin çok ciddi bir gücü var. Ben de baştan sona çok titizim. Kendi hayatımı ona göre yönlendirmiyorum. Ben zaten bunun yolcusuyum, daha derin ve farkındalığını arttırarak yaşayabilirim diye bu yolculuğa çıktım. Ne yapıyorsam ona göre davranıyorum. Bir mecburiyetmiş gibi de yapmıyorum. En birinci insani sorumluluğum zaten. - Bu yolculuğun 'zig zagları' neler peki? Başarılar ya da başarısızlıklar olarak değerlendiriliyor dışarıdan… Neye göre? Satışlara, rakamlara göre… Ben aslında buna takan biri değilim, sadece seni çoğu zaman ekonomik olarak etkiliyor. Prensipte ben dışarıda cereyan eden rakamlar dünyasına göre hayatımı yönlendirmiyorum. O tür bir beklenti çok fazla yorucu bir şey. Benim ne yaptığım, becerilerimin içinde. - Albümde bir de arabesk şarkı var; 'İkimiz Bir Fidanın Güller Açan Dalıyız...' Arabesk son zamanlarda bir hayli prim yapmaya başladı. Oysa yıllar önce 'burun kıvırılan' bir müzikti. Ne değişti? Doğru, safkan arabesk o şarkı. Pozitif bir şey söyleyeceğim. İnsanlar idealist yaklaşmıyorlar. İdealist olarak değerlendirdiğinde, kuralların vardır, yıkılmazlardır onlar. Senin beğenilerin ve sevdiklerinin ötesindeki her şey iyi değildir, “tu kaka”dır. Ama bazı gerçekler vardır ki, bambaşka şeyler hisseden, yaşayan, beğenen milyarlarca insan var ve o insanların beğenisine göre de sanat farklılaşarak form değiştiriyor. Müzikte de böyle bir şey var. Müzikte de kültürel bir olgu var, arabesk var. Böyle bir olgudan söz ediyorsun. O olguya tüketim diye bakmaktansa, insanların üzerindeki etkiye bakmak lazım. Yavaş yavaş sahip olduğumuz değerler ya da duygular ya da kültürel özellikler konusunda daha önyargısız, daha toleranslı yaklaşabiliyoruz. Ve inşallah böyledir. Böyle olmasını çok isterim. Çünkü insan denen şeyin kendisiyle barışması, karşısındakiyle bir iletişim kurması için bu toleransa ihtiyacı var. - Arabesk olgusunda bu tolerans sağlandı mı peki? O perde kalkmış gibi duruyor. Arabeske 'tu kaka' diyen insanlar yavaş yavaş fark ettiler ki, aslında Türkiye'deki en damar ruhumuz, kurban psikolojisi, kadercilik, kendisinin hayatını kontrol ettiği algısı üzerinden değil de, tam tersi; bırakmışlık, vazgeçmişlik üzerine kurulu bir damarımız var, bu topraklarda olan, bu coğrafyada olan bir olgu. Bunun da hissinin müziği var. Bence dediğin doğru, bu kadar yakınlaşmamız yavaş yavaş gözümüzdeki perdeyi kaldırıyor, çok renkli olduğumuzu, aslında bu rengin güzel bir şey olduğunu söylüyor. - Bu coğrafyada ya da dünyanın herhangi bir yerinde kültürel bir diyalog sağlıyor sanat. Müzik bu diyalogun neresinde duruyor? Müzik insanları birleştiren bir şey. İnsanın sadeleştiği, kendi içindeki bütün çirkinlikleri öldürdüğü tek nokta aslında. Sanat insanın ürettiği, yapabildiği en güzel şey. Çok değerli o yüzden. - Kalple yapılan bir şey kötücül olmaz diyorsunuz... Tabii. Düşünsene rock müzik dediğin bir isyanın müziğidir. Ya da kendi karanlık dünyasında biri bir resim çizer, baktığında çok karanlık bir şey görürsün ama o tabloda sana vereceği şey o kadardır. Gidip bir şeyi yıkmaz, bir şeyi yıkamadığı için zaten o tabloyu yapar. Artistin dışa vurumudur o… O dışa vurum ne kadar karanlık da olsa başkalarına zarar vermez. O yüzden sanat insanların en güzel yüzü. - 'Kendi iç yolculuğumu yapıyorum' dediniz. Bu iç yolculuğun asıl nedeni ne? Ben çok uzun zamandır felsefeyle ilgileniyorum, mistisizmle ilgileniyorum. Uzakdoğu felsefesiyle de çok ilgilendim. Bu konularda çok düşünen biri olunca tabii ki müziğin etkileniyor. Bence insanların moral değerleri, etik değerleri, ahlak değerleri; sözüm ona şu an yaşadığımız toplumdaki ahlaki değerlerden ziyade, saf bir yerlere ulaşması gerekiyor, yoksa birbirimizi öldürüp gideceğiz, dünyayı da yok edeceğiz. İşte o mistisizmin, yogaların da patlamasının sebebi o. Aslında tüm bunlara derinden ihtiyaç duyuyoruz ama farkında değiliz. Gerçekten sevgiye ihtiyacımız var ama sevgi çok az yerde var. Çok acıklı gerçekten. - Umut yok mu? Umut her zaman var. Çok ağır, ciddi bir darbe alacak insanoğlu ancak o zaman anlayacak Hanyayla, Konya’yı. Ama biz azalacağız. Azaldığımızda yaşayacağımız acılar bizi akıllandıracak, böyle dururken hiçbirimizin değişeceğini düşünmüyorum. Bir şey olması lazım, nitekim de o olacak. Biz görmesek bile bizim çocuklarımız bunu yaşayacak, kesin. - Yüzlerce söze, besteye imza attınız. Bugün baktığınızda size dokunan hangi şarkınız desem? Benim 'Aşk'tır o şarkım. Onca şarkının içinde sorduğunda tek söylediğim. Ayrı bir yeri var. - Peki, aşkı kaç kişilik olarak tanımlıyorsunuz? Her ikisi de olabilir ama inşallah iki kişilik olur. Bence tek kişilik aşklar da var, orada acı çeken karşı taraf ama bence ikisi de var. - Sanatçılar genelde acıya sığınmayı tercih ederler aşk konusunda da. Üretmek için acı çekmeyi göze alanlar var, ne dersiniz? Ben buna şüpheyle yaklaşıyorum, bu fikir bize satıldı bence. Acı çeken insan acı çektiği süreç içinde hiçbir şey üretemez. Bu mümkün değil. Ancak acı bittiğinde, artık acı sakinleşip de onu algıladığında üretime geçirebileceğin bir aralıktır. Yıllardır herkese geçirilmiş bir bilgi bu ve tamamen yanlış. Bana göre değil en azından. Eski yüzyıla ait bir şey zaten. Sanatın dönem dönem farklılaştığı zamanlar vardır ya, bohem hayatın yaşandığı, o tarihlere ait bir duygu, şu an öyle bir şey yok. Ama şunu eklemek isterim: Bence sanatçılar acılardan değil de, kendilerine olan inançlarından besleniyorlar. İnançtan da kastım, egodan söz ediyorum, ona olan inancın tamsa, çok yetenekli olmasan bile bir şeyler olabiliyorsun. Mükemmel bir şarkıcı olmasan bile kendine olan inancın, güvenin seni bir noktaya getiriyor. Örnek veriyorum; Madonna. Bu sözünü ettiğim şeyin lugat karşılığıdır. Bir şarkıcı, şarkı söylemeyi bilmeden, sesi olmadan nasıl Madonna olur; kendine tamamen güvenle. İnsan ancak o güvenle yazar sokaklarına ismini Madonna diye; bir gün insanlar o ismi görecek diye. Nasıl bir plan ya. Dünyada adları tarihe geçmiş olan liderlere sormuşlar: En önemli özelliğiniz nedir diye: onlar da 'kendime güven' demiş. Bu araştırılmış bir şey.