Bugün usta sanatçı Kemal Sunal'ın 14. ölüm yıldönümü. Sunal'ı ölümünden hemen önce verdiği son röportajıyla anıyoruz... RÖPORTAJ: ÖZGÜR YİCİ Kemal Sunal ne Cem Özer'e ne Beyaz'a, ne Okan'a çıktı. Gazeteleri, dergileri hatim etseniz, iki cümlesini zor ayıklarsınız. Çocukluğu da, tiyatroculuğu da medya ordusuna rağmen ıskalanmıştır. Ama sevgili okurlar, yine iyisiniz... Zor ulaşılan Kemal Sunal'la zor konuşulan konuları konuştum. Benim için küçük ama insanlık için büyük bir adım! Kemal Sunal’ın filmlerinin tekrar gösterildiği anlar, Türkiye’de “tüm çocuklukların yeniden vizyona girdiği” anlardır. Ya da ben öyle hissediyorum. Çocukken arsadaki maçlardan feragat etmemi sağlayan tek şey onun filmleriydi. Hababam Sınıfı’nın video kasetlerini almış, aynı sahnelerde aynı çocuk kahkahalarımı atmıştım. Hala evimde “Korkusuz Korkak” adlı filmin video kaseti var. Bilmiyorum, komik geliyor işte, sıcak falan. Of yaa, edebiyat parçalayıp güzel cümleler kurmaya çalışan çağdaş olma derdindeki gazetecilere döndüm. Bu durumdan da rahatsızım. Kemal Sunal var ya; babadır. Süper komiktir. Her ifadesi, aklı yarımlığını yansıtışı, yürüyüşü, eti, sütü, yünü of yani. Adam fenomen kardeşim. 82 film yapmış, 81 tanesi vizyonlarda yüzbininci reytinglerini kırıyor, sonuncusu Propaganda ise gösterildiği sezonun en çok gişe yapan filmi. Var ya, salağım ben aslında. Onun filmlerine ayırdığım zamanı derslerime ayırsaydım beş master yapar, üç konçerto besteler, Spielberg’le ortak kurduğum şirkette Jurassic Park III’ün senaryosunu yazardım ve de daha çok para kazanırdım. Hiçbir kanal bana “aferin, acayip seyrettin, sayende reytingleri kütürdettik, al şu para da senin” demedi. Değiş tonton…Kemal Sunal bir eve giriyor. Çok zengin bir ev. Evde bir papağan var. Konuşmaya başlıyor. Bizimki etrafına bakınıyor, şaşkın; “Kim o, kim konuşuyor?” diyor. Kuş “ben konuşuyorum, buradayım” diye üsteliyor. Nihayetinde kuşu keşfeden Şaban yanına gidip özür diliyor: “Kusura bakma abi, ben seni kuş sanmıştım” Psikolog gibi olacak ama, çocukluğunuz nasıl geçti, dayak yediniz mi mesela? Çocukluğumda dayak yedim tabii. Ben biraz da dayağın olmasından yanayım. Hakkıyla dayak yediniz yani? Dayak gerektiği zaman çok yararlı, ama bunu iyi ayarlamak lazım. Yararlı oluyor bana göre. Çünkü son zamanlarda bir bakıyorsunuz bütün gençlik bunalımda. Neyin bunalımındalar hiç belli değil. Soruyorsunuz; açıklamıyorlar da. Çünkü rahatlayamıyorlar. Güzel bir şey yapıyorlar, karşılığı yok, kötü bir şey yapıyorlar yine karşılığı yok Doğrularla yanlışlar birbirine mi karışıyor?Karışıyor tabii. Gençler de bunalıma giriyor. “Aferin” ile “ceza”yı ayırt edemiyorlar. Ben çocukluğumda, gençliğimde bir hata yaptığım zaman babamdan müthiş dayak yiyordum ama rahatlıyordum da. Neden rahatlıyordum? Bir yanlış yapmıştım, onun cezasını çekiyordum. Onun cezasını çekmesem, “ne gün olacak, ne zaman önüme çıkacak” diye hep merak eçinde kalırdım ve bu bende endişe yaratabilirdi.Anneniz “dövme yavrumu” falan demiyor muydu?Diyordu. Der… analar der onu, o klasik. Ama benim görüşüm: Hak etmişseniz yiyeceksiniz. Çocuklar biraz yemiyor diye hepsi bunalımda. Bunalımdan kurtarmak lazım çocukları, rahatlatmak lazım. Dersler, okulla aranız nasıldı?Ben Vefa’da büyüdüm. Doğma büyüme İstanbullu’yum. Bizim çocukluğumuzda gecekondular yoktu ama ahşap evler, ahşap konaklar bir nev’i şimdiki gecekonduların karşılığıydı. Her odasında birer aile otururdu. Eski bir konak düşünün… Laleli’de, Süleymaniye’de, Beyazıt’ta, Vefa’da… Eski İstanbul’da bu tip konaklar vardı. Her odasında başka bir aile oturuyordu.Siz de öyle bir konakta dört beş aile bir arada mı büyüdünüz?Evet ben de böyle bir ahşap evde büyüdüm, şimdi o evlerin karşılığı gecekondu heralde. Maddi durum kötüydü demek?Tabii memur bir ailenin çocuğuydum ve haliyle maddi durumumuz iyi değildi. Orada büyüdük ama güzel bir kenar semtte büyüdük. Eski İstanbul’u yaşadık.Okul?Uzun sürdü benim okul hayatım. Ben Mimar Sinan İlkokulu’nu bitirdim. Eskiden imtihan da yoktu, özel okullar da bu kadar çok değildi; belki iki tane özel okul vardı. Devletin ortaokullar, liseleri vardı ve ilkokulu hangi semtte bitirdiyseniz oradaki ortaokula devam ederdiniz. Öyle şimdiki gibi Vefa’da okuyan öğrencinin Yeşilköy’deki okula gitmesi gibi bir durum yoktu. O yüzden ben de Vefa Lisesi’ne girdim, ortaokulu ve liseyi orda bitirdim. Liseyi en geç bitiren talebelerden biriyim. Tam 11 sene sürdü. Gerçek bir Hababam…Tabii, tabii, kesinlikle… Sonra üniversiteye girdim, bir sene okudum, tiyatro ağır bastı ve bıraktım. Ara verdiğimde birinci sınıftan 6-7 tane dersim kalmıştı, ondan sonra senelerce uğramadım. Sonra aftan yararlandım… İnek Şaban’dan bugüne iki tane Kemal Sunal görüyoruz. Biri o dönemde Ertem Eğilmez’in filmlerinde oynayan Yedi Bela Hüsnü,Sakar Şakir, İnek Şaban olan Kemal Sunal, diğeriyse şimdi reklamlarda oynayan, Propaganda’da rol almış Kemal Sunal. Yüz formu olarak da geçerli söylediklerim. Arada ne yaptınız?Ara yok, beş altı senelik bir ara var ama bu da ara sayılmaz çünkü bu arada dizi yaptım. Sinema durağan bir döneme girmişti, televizyona dizi yaptım. Bay Kamber, Şaban Askerde, Şaban ile Şirin, Saygılar bizden gibi diziler çevirdim.Onlardan sonra da Propaganda’yı yaptık O dizilerin reytinglerinde sarsıntılar oldu,tutmadı.Bir korku yarattı mı?Hayır yaratmadı.Nasıl yorumladınız bunu?Dizi başka bir şey,dizi mantığı başka,sinema başka diye düşünüyorum.O yüzden onların benim sinema kariyerime bir etkisi olmadı dizilerde oynamak sıkıcı bir iş.Zaten çok çabuk sıkılan bir insan olduğumdan devamlı bir işte olamam. Biraz adrenalin açıyız.Aynı yer aynı insanlar… Her gün git gel aynı şeyler, ondan sonrada bırakıyorum ipin ucunu.Bu rutin beni biraz sıkıyor,çekim bir an bitse de gitsem diye bakar oluyorum.Bundan başka şeylerde olabilir tabii.Mesela konu seçiminde hatalarımız olmuş olabilir.Neriman Köksal’ı sokakta görüp,’’çok güzel bir kadın,bunu oynatalım’’diyerek keşfetmişler.Siz de sokaktan mı geçiyordunuz?Benim zaten bir tiyatro kariyerim vardı.Tabii pek çok kişi ona yetişemedi ama önceleri tiyatroda oynadım.1975 yılına kadar tiyatroyu bırakmadım.1972’de sinemaya başladım,demek ki ilk üç yıl beraber götürmüşüm tiyatroyla sinemayı.Tiyatrodan geldim yani.Ertem Eğilmez bir günbir oyun seyretmeye geldi ve beni beğendi. Sinemaya çağırdı ufak bir rol için.’’Tatlı diller diye bir film,Filiz akın oynuyordu.Ben de gittim. Başlayış o başlayış. Tiyatro nasıl başladı?Ben seçtim. Yani günün birinde sinema starı olacağımı biliyordum,kafamda vardı benim.’’Ben bir sinema starı olacağım’’ deyip duruyordum kendime.Ama bunun için kimsenin kapısını çalmadım,kimseyi tanımam,etmem.Tiyatroysa apayrı…Vefa Lisesi’nde tiyatro yapıyordum, ayrıca İstanbul’daki değişik amatör gruplarda da oynuyordum. Hatta lise son sınıfta okurken, bir piyes hazırlanıyordu, hani şimdi liselerarası tiyatro festivalleri oluyor ya, işte onun bir benzeriydi. Festival dönemin çok satan gazetelerinden Akşam Gazetesi’nce düzenleniyordu. Burada büyük başarı gösterdik, ama ben profosyonel olmuştum, birisi ispiyonlamış ve lise grubu ile oynamayı bırakmak zorunda kaldım. Vefa Lisesi benim yüzümden birinciliği kaptırdı diyebilirim. Yani henüz lise son sınıftayken profesyonel tiyatrocu oldum. Hocam benim ellimden tuttu, götütürp Müşfik Kenter’e teslim etti. Eskiden hocalar talebeleriyle çok ilgiliydi, felsefe hocam da “bu çocuktan iyi oyuncu olur” deyip, götürüp “al bakalım” demiş… Eti senin kemiği benim durumu. Müşfik Kenter hocamız yani?Böyle başladı tiyatroculuğum. Müşfik beyin yanı sıra Yıldız Kenter de var. Yıldız Hanım da çok ilgilenmişti benimle. Hatta daha sonra Kenter’lerde oynadım. Ardından Ulvi Uraz’da ve sonrasında devekuşu Kabare’de oynadım. İşte Devekuşu’ndayken…Ertem Eğilmez oyuna bilet aldı…Evet. Ve beni beğenip sinemaya çekti. İlk filmim oynadığında kıyamet kotu. Büyük reaksiyon gördüm.Toplam yedi-sekiz kere görünüyordum ama benim göründüğüm sahnelerde sinema salonu yıkılıyordu. Kahkahadan inliyordu ortalık. Duruşumda,görüntümde olan bir şey.doğal bir hal yani. Ölene dek İnek Şaban ihalesi üstünüze kaldı…Hababam Sınıfı, Rıfat Ilgaz’ın bir eseri, biliyorsunuz. Ertem Eğilmez bunu film yaptı. Bana orada İnek Şaban rolü verildi. Rolün adı zaten kitapta da İnek Şaban’dı. Sonra ben istesem de, istemesem de yapımcılar kullanır oldular ve bu isim benim üstümde kaldı. Neden kullandılar? Çünkü daha baştan seyircinin ilgisini çekmek için iyi bir isimdi. Diğer filmlerin onunla alakası yok. Sadece isim kullanıldı. Bir pazarlama taktiği. Halka “orada da o adam var ya, hani İnek Şaban, işte onun filmi” diyerek ilgi çektiler. Hababam Sınıfı sizi “Komedi oyuncusu” olarak kalıplaştırdı. Belki de dramlarda oynayıp “ üzüntülerin adamı” olmak istiyordunuz.Hayır, hayır. Tiyatroda da sinemada da ilk oynadığım zaman aldığım reaksiyonlar var. Mesela Kenter’lerde oynarken profesyonel ilk piyesim “Fadik Kız” dı. Orada bir sahne vardı ben sahnenin bir tarafından gidip bir tarafından çıkıyor ve hiç bir şey yapmıyordum. Ancak büyük gülme ve alkış alıyordum. Oysa lafım bile yoktu.Bunu neye bağlıyorsunuz?Belirli bir sıcaklık, belirli bir surat. Çok önemli bu, bir yetenek işi yani, bilmiyorsun. Kendi üstünüze tez bile yazdınız…Sosyologların incelemesi gerek diyorum. Sinemada ilk filmimde de söylediğim ilk laf anlaşılmıyordu ama gülüyorlardı. Lafları sadece ben biliyordum, seyirci hiç öğrenemedi. O sıcaklığın objektiften geçmesi lazım herhalde. Bakıyorsunuz çok usta var, çok komik adam var ama kameradan geçmiyor, o halini yansıtamıyor. Mesela tiyatroda çok başarılı komedyenler var ama bunlar sinemada aynı başarıyı göstermemiş. Olmuyor bir türlü. Akademik kariyeri neden bu kadar kovaladınız?Akademik kariyeri ben kovalamadım aslında. Her yıl af çıkıyor zaten. Benim o 5 yıllık boşluğum zamanında da her şeye af çıktı. Aftan yararlandım, “nasıl olsa dizi çekiyorum önemli değil bu arada tahsilime de devam edeyim” dedim. Düşündüğüm başka şeyler de var tabi. Gençlere ve kendi çocuklarıma örnek olmak istedim. Okumanın yaşı olmadığını göstermek istedim.Türkiye’nin en ünlü üniversite mezunusunuz?Benim arkamdan yaşı geçmiş üniversiteyi yarım bırakmış bir çok insan hemen okula başvurdular. Bunun raporunu da aldım. Benim öyle bir derdim olduğu için değil, örnek olabilmek için, okumanın en önemli şey olduğunu anlatabilmek için okudum yani. O yetmiyormuş gibi yüksek lisans da yaptım. Yönetmenlerinizden fırça yiyor muydunuz?Pek değil. Bazen Ertem Eğilmez atıyordu. Ben tiyatrodan sinemaya çok rahat adapte olabilmiş bir oyuncuyum, bunu başaramamış çok insan var. İkisi birbirinden farklı oyun tarzları gerektirir, adamın bunu ilk başta yakalaması lazım. Yakalayamazsan çuvallarsın. Benim öyle bir derdim olmadı, o yüzden hiçbir zaman fırça filan yemedim. Ama Ertem abi gençlere örnek olsun diye, “bak Kemal Sunal’ı da azarlıyorum” diye bazen başkalarının yanında gözdağı vermek için azarladı. Ama tabii ki Ertem abiden çok şey öğrendik.Tiyatro içinizde yara olarak kaldı mı?Son senelerde biraz var. Çünkü başladığımızdan beri sinemadan daha çok tiyatro kelimesini kullandığınıza iddiaya girebilirim.Yok, öyle bir şeyim yok. Ama ben tiyatroyu bırakalı 25 sene oldu, yani bırakıp da 2-3 sene sonra “ah çok özledim” diyenlerden değilim. Çünkü aynı işi yapıyorum, tiyatroyu bırakıp başka bir iş yapmadım ki , orada da oyunculuk yapıyorum, yani değişen bir şey yok. 25 senedir yapmıyorum diye biraz özledim ve yapmayı düşünüyorum ama bir yandan da korkuyorum. Birebir seyirciyle karşı karşıya olmak bana çok heyecan veriyor ve bu heyecan beni rahatsız edip, korkutuyor. O yüzden hiç yapmayabilirim yani. Bir de gençler o yanımı da görsünler istiyorum. Beni en son seyredenler herhalde şimdi en iyi ihtimalle 40 yaşında falandır. Komedi oyuncusu olmak, bu konseptin içinde yer almak sizi normal hayatınızda ciddi biri olmaya, “bakın ben orada gördüğünüz gibi biri değilim” demeye zorladı mı?Hayır canım, nasılsam öyleyim. Ben özel hayatımda değişik birisiyim, bazıları soğuk olduğumu düşünür. Mesleğim başka bir şey, orada değişiyorum yani, sete çıktığım zaman değişiyorum.Soğuk musunuz?Bana göre değilim ama her yerde, her zaman espri yapan bir adam da değilim. Bunu istiyorlar ama değil mi?Evet ve onun için soğuk diyorlar herhalde. Ama ben yakaladığı zaman çok iyi espri yapan, etrafını güldüren, hatta çok güldüren biriyim. Her dakika espri yapacağım diye de kendimi zorlayamam.Sizi yolda görüp “bir eşşoleşşek der misini” diyenler oluyor mu?Oluyor tabii… Baymadı mı peki?Yok canım baymıyor. Vallahi. Çok güzel bir şey. İnsanlar beni çok iyi tanıyor, dokunuyor, elliyor beni, konuşuyor, kendisinden biriymiş gibi davranıyor. Çok sıcak, çok yakın davranıyor. Bu biraz oyuncunun elinde. Kalabalıkları başına toplamak isteyenler olabilir, hatta bunun için özellikle çaba gösteren birçoklarını hepimiz görüyoruz. Bazı insanlarda toplanmasını istemez; mesela ben. Çok kalabalığı sevmiyorum. Daha sakin yaşamayı seviyorum. Ben kalabalık olunca saklanan, kendini belli etmemeye çalışan bir tipim zaten. Son döneme kadar hiçbir yere çıkmıyordunuz ve dejenere olmamış bir aile yapınız var. Aileci misiniz, gelenekçi misiniz? Bir şeyler koruma çabası var galiba…Kemal Sunal’ı koruma çabası var. Başka bir şey yok. Bak kaç seneler geçti arkadan bir Kemal Sunal gelmiyor. Geldi mi? Onca sene bekledik gelmiyor. Kaç senedir yok hem.Kavuğunuzu verecek bir veliaht…Eh tabii olabilir ama şu an öyle birisi olduğunu hissetmiyorum. Şimdi öyle biri çıksa kafasına hemen televoleler üşüşüyor ama…Bunu kendisi ayarlayacak. Ben nasıl senelerce ayarlayabildiysem, her sanatçı bunu ayarlayacak. Oyuncu olan, sanatçı olan ayarlayabilir. İstedim ki “Sanatçıyım” diye ortada dolaşan birisi olmayayım, izleyeceğim bir yol olsun. Yoksa insan her dakika bir yerlerde çıkar dediğim gibi. Kendini saklayıp muhafaza etmen lazım. Ortalıkta hiçbir şey yapmadığı halde tanıdığımız sürüyle insan var ve neden tanıdığımızı bile bilmiyoruz.Öylesine tanıyorsunuz işte. Demek ki bu geçerli değil, zaten bana göre televizyonda geçerli değil. Beyaz bir ekran evin ortasında duruyor, her gün yeni bir adamı yutmaca mı o. “Her gün yeni bir isim çıksın yeni birilerini yutayım” istiyor. Sürekli birilerini yutuyor, doymuyor çünkü. O yüzden her gün birileri çıkacak. Bir diziyi bir programı kaldır 3 ay sonra kimse hatırlamıyor. Bitiyor. Çöpe atılıyor. Televizyon budur zaten. Sanatsal hiçbir değeri olmayan bir beyaz camdır ÇOĞU FİLMDE SEYİRCİNİN ANLAMAYACAĞI HİKAYELER FALAN OLUYOR, SEYİRCİNİN DE İLGİSİNİ ÇEKMİYOR. NEDEN BÖYLE YAPTIKLARINI YÖNETMELERİNE SORACAKSIN.Dediğiniz gibi olsaydı o beyaz cam sizin filmlerinizi de yok etmelydi.Edemez. Ona gücü yetmez çünkü. Muhteşem bir özgüven…Tabi, tabii, gücü yetmez. Bu nedenle bazı insanlar bana diyor ki “beşyüz tane mi bin tane mi filmin var?” Çok oynatıldığımdan bin tane filmim var zannediyor. Halbuki Türkiye’de star olup en az filmi olanlardan biriyim ben. 82 tane filmim var benim, Propaganda dahil. Şimdi benim dönemimden bir stara gidin sorun, 300-400 filmi vardır. O zamanlar yılda 10 film çekmeyene kız vermiyorlardı.Benim 82 filmim var. Televizyonda en çok oynanan benim filmim olduğu için millet zannediyor ki binlerce filmim var. Eski Türk filmleri diyorlar, Kemal Sunal filmlerinin dışında eski Türk filmlerinin hangisi seyrediliyor. Hiçbirisi seyredilmiyor, belki üç-beş kişi seyrediyor. Bir tek eskimeyen eski Türk filmi Kemal Sunal filmidir. Eskimiyor, her zaman geçerli. Mesela bunun araştırılması da lazım. Kabaca bazı bir şeyler söyleyebilirim ama gerçekten araştırılması lazım. 25 sene önce çevrilmiş bir film bugün aynı ilgiyi neden görüyor? Görmemesi lazım. Diğer Türk filmleri niye aynı ilgiyi görmüyor, niye aynı reytingi yakalayamıyor? Kemal Sunal filmini koyuyor televizyon öbür kanal yeni bir programını koyuyor ama Kemal Sunal filmi yine geçiyor. Önemsiz maçları saymıyorum, derbi maçlarıyla kafa kafaya gidiyor. Bunun araştırılması lazım. Bu toplumsal bir olay. Manevi olarak mutlu oluyoruz, ama maddi açıdan hiçbir artısı yok. Telif hakkı?Maddi açıdan hiçbir karım yok. Kırk para almıyoruz. Türkiye’de böyle bir sistem yok. Hesaplamışlar, en düşük oranda telif alsaydım kazancım birkaç trilyonu geçermiş.Kendinizi İnek Şaban’dan soyutladığınızda o günlerden cebinize ne koydunuz?O kadar büyük paralar kazanmadık biz. Kazandık ama o döneme göre büyük paralar değildi. Başka bir iş yapmadan senede 2 veya 3 film yapıyordum. Geçiniyordum, üste biraz da param oluyordu. Türkiye’de film yaptığınız zaman çok büyük paranız olamaz. Yıllar sonra neden Propaganda’yı kabul ettiniz?O seneler artık benim bir film çevirmem lazımdı biliyordum bunu, çok patlayacağını da tahmin ediyordum. 5-6 senedir film yapmıyordum, sokakta seyirci soruyordu zaten. Seyirci diziyle filmi, iyiyle kötüyü ayırt ediyor. Ben de hep yakında hep yakında çekeceğimi söylüyordum. Birkaç film teklifi geldi. Aralarında Propaganda da vardı. Senaryoyu beğendim, değişik geldi oynadım.Metin Akpınar’ın olması rolü kabul etmenizde bir artı veya eksi oldu mu?O beni bağlamaz, ben herkesle oynarım. Öyle bir çekincem, öyle bir korkum yok. Sinan Çetin’le bozuşmuşsunuz?Yok yahu öyle bir şey yok. Bir filmde oynayacaktım ben, hikaye benim üzerime yazılmıştı. Ben oynayacaktım; adı Komiser Şekspir’di. Bir de şimdi çekeceğim film var, Mayıs ayında çekecektim. Onun adı da Balalayka. Yönetmeni Ali Özgentürk. Haziran 15’te falan onu çekecektik. Ama bu Komiser Shakespeare kaydı, iyice yayıldı. Çekimleri daha yeni başladı.Sinan Çetin’in dediğine göre Balalayka’daki rolünüzün ve filmin gişesinin sizi ve dolayısıyla Komiser Shakespear’i artı veya eksi etkilemesine yol açabilirmiş, tedirginliğin nedeni buymuş…Sanmıyorum Sinan demez öyle bir şey demiş mi yoksa? Bana dedi.Sana mı dedi? Bilmiyorum onun düşüncesi demek ki. Yani o filmi Mayıs’ta çekecekti, zamanı kayınca iyice bu tarihlere gelince ben oynayamam.Siz söz konusu olunca bir gişe kaygısı var ama?Film çok garip bir şeydir, her şey olabilir. Bir bakarsın çok kar yağar filmin gişesine tesir eder. Ülkede acayip bir durum olur, eğlence dalına dokunur. Yahut hikayeyi biz beğeniriz, seyirci beğenmez. Bazen ben bile kurtaramam filmi, belli olmaz. Ama Komser Shakespear bu kadar sarkınca ben Sinan’da oynayamam nasıl oynayacağım? Diğer filmle çakışıyor ve sözüm var. O nedenle artık Ali’nin filmine hazırlanıyor, Sinan’ı bıraktım. Çapkın mısınız?Hiç öyle gösteriyor muyum? Öyle bir şey duydun mu?Duymayalım diye çabası olan bir çapkın mısınız?Hayır benim o taraklarda bezim yok. Çok gençken de böyle şeylere adım karışmadı, şimdi de karışmıyor. Korkularınız var mı hala?Var, mesela uçak korkum var, binemiyorum. Ama bindim yani, sıkışınca bindim. Deniz korkum var.Yaptığınız işin tutmaması gibi bir korkunuz var mı?Öyle bir korkum yok. Bu sizin için ne kadar önemli, “Ben kendimi ortaya koydum, gerisi halka kaymış” diyecek kadar cool musunuz?Tabi, tabi. Demin söyledim, kimsenin elinden olmayan nedenler de dokunabilir filme. Hakikaten yani. Salonda bombalar patlar, sinema salonuna kimse gitmez, böyle şeyler de oldu, yaşadık. Bu tip olayların müthiş tesiri var. Kimse sinemaya, konsere, tiyatroya gitmez olur. Ülkenin böyle bir durumu ilk başta böyle yerlere dokunur . Veya filmi biz beğeniriz, halk beğenmez. Geçmişinizin İnek Şaban’ı şu anki sizin oğlunuz olsa ne öğüt verirdiniz ona?Ona hiçbir öğüt vermem harika bir evlat olur.Verseydiniz dinler miydi, başına buyruk muydu?Dinlerdi.Bir erkek olarak İnek Şaban olmak nasıl bir şey? Mesela karınıza evlenme teklif ederken…Valla, bilmiyorum hiç böyle düşünmedim. Nasıl bir şey olabilir ki? Zor mu? Komik mi? Kolay mı?Belki daha kolay. Onun ağzından her şey daha kolay olur sanırım.Eşinizden bahseder misiniz biraz? Kızgın mı? Korkuyor mu sizden? Kıskanır mı?Beni kıskanmaz, normal bir aileyiz biz, diğer vatandaşların aileleri gibi bir aile bizimkisi. Bir ayrıcalığımız yok. O da çalışan bir kadın zaten. Ne burcusunuz siz?Belli olmuyor mu? Sorular sorarlar hep, ben anlamam bu işten. Akrep burcuyum. Merakım yok incelemem ama. Ağlar mısınız filmlerde?Normal olarak her insan neye ağlıyorsa ben de ağlarım. Kurgu olduğunu bile bile, güzel bir filmse, duygusu tamamsa ağlarım.En son hangi filmde ağladınız?Birkaç tane var. Güle Güle’de ağladım bizim filmlerden, 1-2 tane de yabancı film vardı, adını unuttum şimdi. Güle Güle neden bizim filmlerden?Türk filmi olduğu için.Kadrolaşmayla alakası yok yani?Ha. Yok yok. Türk filmi olduğu için öyle dedim. Yabancı filmlerde de ağlıyorum anlamında.Öyle bir cepheleşme var mı peki?Yok hayır. Oyunculukta öyle bir cepheleşme olmaz zaten. Bugünlerde tecrübeli kadroya dönmeye başladı ya, Propaganda’da, Güle Güle’de…Gençlerden kim var ki zaten, baktığını zaman kaç isim sayıyorsunuz? Sayamıyorsunuz. Zaten yok yani.Hiç ayak kaydırma gibi bir şeyler oldu mu?Yok ben öyle şeyleri yaşamadım hiç. Biz Ertem Eğilmez grubu olarak sanki sinemanın dışında yaşıyorduk. Sadece senaryo çalışıyorduk. Diğer sinemacılarla, sektörle bir ilgimiz yoktu. Hazırlanıp filmimizi çekiyorduk. O nedenle kim kapris yaptı yapmadı hiç haberimiz yoktu bizim. En iyi arkadaşlarınız kimler?Sinemadan mı? Eski arkadaşlarımız var. Şener var, Halit var, hepsi var.Hababam’daki kadroyla yıllardır koltuk temasınız sürdü mü?Tuncay Akça hastaydı, Halit Akçatepe hastaydı. Hepsinin yanındaydım. Ben gerektiği kadar arkadaşlarını arayıp ilgilenen birisiyim. Özlüyor musunuz o günleri?Valla film çekerken o günleri yine hatırlıyorsunuz. Yeni bir film, yeni bir set… Çekiyorsunuz… özlemeye pek vakit bulamıyorsunuz, zaten aynı işi yapıyorsunuz, devam ediyor.Filmlerinize burun kıvırmak için insanda ciddi şekilde entel takıntısı olması lazım.Var mıdır öyle biri? Var mıdır?Enteller zamanında sinemaya gidip filmlerimi seyretmediler ama sonradan televizyon yerleşince ve filmlerim özel televizyonlarda üst üste yayınlanınca mecburen seyredip, tek tek tebrik ettiler. Ben de onlara “Pişmanlık yasasından yararlanıyorsunuz” dedim.Neden bu röportajı kabul ettiniz?Ben gazete ve dergilerdeki, yazılı basındaki röportajları bazen kabul edebilirim ama görselde yokum. Çıkmam. Okan Bayülgen’den Beyaz’dan ya da başkalarından eminim tonlarca teklif gelmiştir.Çıkmam saklarım kendini. Zaten filmlerimde yeteri kadar görünüyorum. Kemal Sunal gözükmez!Yüz eskitmeme falan mı bu?İstediğin gibi al. Ama dedim ya; filmlerimde yeterince görünüyorum. O halde televizyonlar bu çabanıza çok aykırı davranıyor, bir anlamda tavrınızı terörize ediyor.Evet. O kadar filmimi oynatıyorlar, programlara çıkmayışımı ona saysınlar. Bir anlamda kendimi saklıyorum. Bir politika izliyorum. Ama filmim çıkacağı zaman gözüküyorum. Eskiden böyle bir şey yoktu, şimdi reklamın önemi anlaşıldı. Televizyonlar var, adınız, işiniz halka duyuruluyor. Geçmişte bir tek afiş vardı. Asılıyordu. Seyirci görüp gidiyordu. Bir de gazetede “Sinemalarda şu var” diye bir ibare çıkarsa tamam. Hoş o dönemde de benim filmlerimde kuyruk olurdu.