ÖMER KARAHAN Sekiz yıl aradan sonra 'Aklıma Düşünce... (Dombra)' adlı albümünü çıkaran Uğur Işılak, bilinmeyenlerini anlattı. Işılak 'Viyana'ya gittiğimde operaya gitmeden dönmem ama Türkiye'de operaya gitmem' dedi. Ünlü sanatçı, İsviçre Alpler'ine bisiklete binmeye gittiğini, teleferikle 3 bin metreye çıkıp oradan aşağıya tehlikeli bir sürüş yaptıklarını söyledi Sanat hayatında 30 yılı deviren, yüzlerce esere imza atan, birçok proje albümü ile de ülke değerlerini ve mirasını günümüze taşıyan Uğur Işılak; kendi şarkılarından oluşan yeni albümü 'Aklıma Düşünce... (Dombra)' ile sekiz yıl aradan sonra müzikseverlerle buluşuyor. Yeni albümü için buluştuğumuz Işılak, bilinmeyenlerini ilk kez GÜNAYDIN'a anlattı... 'Dombra' nasıl ortaya çıktı? Benim 'Dombra'yı ilk uyarladığım tarih: 2014 Mart... Gezi olayları ve 17-25 Aralık, Türkiye'nin yaşadığı zor bir süreçti. Yargıyla siyaset karşı karşıyaydı. Adeta siyasetin ipini çekmek isteyen bir yargı vardı karşımızda. Yargının da ipi dışa bağımlıydı. Neyin yargı ve kimin yargıç olduğu belli değildi maalesef. Bu süreçte hepimiz derinden sarsıldık. Türkiye'nin alışık olmadığı bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıyaydık. O dönem birçok insan çekingendi, pragmatik düşündü. Yağmurun yağacağı yeri takip etti ki, tarlasını ona göre taşısın. Biz tabii ki her zaman olduğu gibi hem Gezi sürecinde, hem de 17 Aralık'ta dışa güdümlü bir operasyon için düğmeye basıldığını ifade ettik. Millet olarak uyanık olmamız ve bununla mücadele etmemiz gerektiğini savunduk. O dönem vatanını, devletini, liderini seven herkes üzerine düşen vazifeyi yerine getirdi. Kimi köşesinde yazdı, kimi TV'den haykırdı, kimi sahneden seslendi. Çok düşündük, bu kaos ortamından nasıl çıkılır ve bu algı yöneten güruhun hesapları nasıl boşa çıkarılır diye. 'Dombra' bu duyguların tezahürü. KENDİMİ GERİ PLANDA TUTTUM Şarkıyı ilk nerede söylediniz? 'Dombra'yı ilk 2014 Mart'ta yerel seçimlerin başladığı Ankara'da söyledim. Bütün siyasetçiler ayakta alkışlamıştı. İki hafta içinde eser meydanlara indiğinde, 7'den 70'e herkes sevdi. Olağanüstü bir motivasyon kaynağı oldu. Meydanda eğer 'Dombra' çalmıyorsa, motivasyon eksik oluyordu. Önce bu eser çalmalıydı ki sonrasında toplantı veya miting coşku ile yapılabilsin. Tabii 'Dombra' ile ilgili ilk çıkış hikayesinde, rahmetli Erol Olçok'un katkısı çok büyük. Cevat Olçok da bu eserin Türkiye'de tanınmasında ön ayak olmuş kişilerden biri. Bu vesileyle bir kez daha Erol Abi ve 248 şehidimize rahmet diliyorum, Allah nur içinde yatırsın. Yaşamınızı önce ve sonra diye ikiye ayıran özel bir dönem var mı? Sanat hayatımı ikiye ayırabilirim; 40'ımdan evvel ve 40'ımdan sonra diye. 40'ımdan önceki süreç belki kendi münferit çalışmalarımın olduğu süreçti. 40'ımdan sonraki dönem ise kültür ve proje çalışmaları yaptığım süreç. Mehmet Akif Ersoy, Üç Büyük Padişah adlı proje çalışmaları yaptım. Onların şiirlerini besteleyen Türkiye'de ilk kişi oldum naçizane. 'Üstad' albümünü Türkiye'de ilk yapanlardan biriyim. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in varisleri ilk bize müsaade etti. Çanakkale üzerine bir albüm yaptım. Kendimi devre dışı bırakıp ülkeme ait değerleri sunma gayreti içerisine girdim. Zihin dünyamda böyle bir değişim oldu. Kendimi geri planda tutup ülkemi ve değerlerimi ön plana çıkarmaya çalıştım. Münferit çalışmayı bir gelenek olduğu için yapıyorum yani kendimi öne çıkarmak gibi bir derdim yok. Son zamanlarda entelektüellik, Batı'yı benimsemekten geçiyormuş gibi bir algı oluştu toplumda. Avrupa'da doğmuş ve hâlâ oralara gidip gelen biri olarak bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben mesela Viyana'ya gittiğimde operaya gitmeden dönmem çünkü oranın kültürü o. Türkiye'de de operaya gitmem! Biz kültürleri birbirleriyle yarıştırmaktan ziyade istifade etmek zorundayız. Bizim dışarıdan getireceğimiz çok şey var ama buradan da oraya götüreceğimiz yine çok şey var. Ben uluslararası kültürlere böyle bakıyorum. 'En büyük, en akıllı millet benim milletimdir' diye bir anlayışım yok. Irkçı değilim ancak bizim millet hiçbir şeyden anlamıyor diye bir anlayışım da yok. Bizim milletimiz çok şeyden anlıyor, sadece eksik yanları da var. Tıpkı diğer milletler gibi. Sadece artılarımız farklı alanlarda. Hadiseye böyle bakarsak hamasetten de kurtuluruz. Ben kuru bir hamasetle dava savunanlardan haz etmiyorum. Sosyal medyaya baktığımda kuru hamasetle ülke kurtaran çok insan var. Ülkeni seviyorsan, ayda kültürüne ait en az iki kitap okumak gerekir. Mimar Sinan'ı, İbni Sina'yı, Fuzuli'yi ne kadar anlayabildik de bize yetmedi. ESPRESSO BAĞIMLISIYIM Sevdiğiniz şeyleri yakınlarınıza sorduğumuzda hemen 'espresso' diyorlar... Ben espresso bağımlısıyım. 14 yaşından beri kahve tiryakisiyim. Espresso, kahvenin özüdür, çekirdeğin öğütülüp sonra kahvenin özünün basınç yoluyla damıtılmasıdır. İyi bir espressonun çıkması için 12 gr. çekirdeğe ihtiyaç var. Ayrıca kahve taze olacak; ne çok kavrulmuş, ne az. Kahve havayla bir günden fazla temas etmeyecek. Makina iyi olacak, öğütücü iyi olacak, kahve iyi olacak, fincan iyi olacak, ortam iyi olacak ve barista bu işe gönlünü koyacak. İşte iyi bir espressonun sırları. Yıllarca çok espresso makinesi eskittim. Şu anda İtalyan el yapımı bir makinem var. Espresso ile ilgili konferans versem en az üç saat konuşmam gerekir. Bununla ilgili bir kitap çıkarabilirim. Kahveye bir servet harcamışımdır. Dünyanın en iyi yerlerinde kahve içmişimdir; New York'tan Avustralya'ya, Viyana'dan Londra'ya kadar. Sırf kahve içmek için dünyada gitmediğim kahve kalmadı neredeyse. Kahve benim için büyük bir meditasyon. Çevremde kim varsa onlar da espresso tiryakisi oldu. TEKVANDO BİLİRİM TEKNOLOJİYİ SEVERİM Başka meraklarınız var mı? Ben Uzakdoğu sporcusuyum, tekvandocuyum. Belli bir süre aikido ve wing chun yaptım. Tekvandodan sonra reflekslerim çok geliştiği için bir kulüpte kalecilik yaptım. Fotoğrafla da ilgileniyorum. Teknoloji tutkum var. Yeni çıkan her şeye ilgi duyuyorum. Normalinde kol saati kullanmam ama şu an kolumdaki saati takmamın sebebi GPS'li olması. Yeni şeylere açığım ama eskimeyen değerleri hiçbir şeye değişmem. Yemek yapabiliyor musunuz? Et ve balığı çok iyi yaparım. Erkek yemeklerinde başarılıyım. KAZA YAPTIM, 13 YERİM KIRILDI Bir de bisiklet tutkunuz var... Çocukluktan beri var, sonra profesyonel şekilde bu işe yöneldim. Sekiz ay önce bisiklet kazası geçirdim, 13 yerimde kırık oldu. O güne kadar ormanlık alanlarda, sabah erkenden yola çıkıp günde 45-50 kilometre sürerdim. Kahvaltıdan önce suyumu içip kuruyemiş ve kuru meyveyle yola çıkardım. Her gün ne kadar gücüm varsa o kadar sürerdim. O zaman daha fittim. Şimdi tekrar başladım, artık sahil yolunu tercih ediyorum; Sarıyer'den Ortaköy'e kadar gidiyorum. Çünkü sabah oksijeni önemli. Yurt dışında da bisiklet sürmek için Alpler'e gidiyorum, orada dağ bisikletine biniyorum. Orada downhill sürme diye bir kültür var. Teleferikle 3 bin metreye çıkıyoruz, sonra aşağıya doğru tehlikeli bir sürüş gerçekleştiriyoruz. Bisiklet ve trekking hem zinde olmak, hem de tabiat kokusunu almak bana iyi geliyor. TERCÜMAN SİNSİ VE ALÇAK BİR OYUN TEZGAHLAMIŞ 'Dombra' ilk çıktığında haklarıyla ilgili iddialar gündeme getirilmişti... 'Dombra'nın her türlü resmi müsaadesini aldık. Arslanbek Sultanbekov ile dostluğumuz devam ediyor. Fakat kendisi o dönem bir TV kanalındaki yayına katılmıştı. Onun yanında oturan bir tercüman vardı, o şu anda FETÖ'den ya içeri alındı ya da Türkiye'ye giremeyenlerden biri. Sonradan çeviri yaparken Arslanbek'in söylemediği şeyleri söylediğini anladık. Çok alçak ve sinsice bir oyun tezgahlamışlar. Sultanbekov'un ne Cumhurbaşkanımız'a düşmanlığı, ne de bize bir tavrı var. Her şey açıklığa kavuştu. Tayyip Bey, Arslanbek'i Yenikapı'da sahneye çıkardı. Hamdolsun bu yola çıktığımdan beri bir hak ihlalim olmadı. Abdestimden şüphem yok ki namazımdan olsun! Bırakın hak ihlalini; ben bir adama hakaret dahi etmedim bugüne kadar. Fiillerle alakalı konuşmuşumdur ama faillerle alakalı konuşmam. Mesela sanat ve siyaset dünyasında fikrine saygı duymadığım birçok insan var ama birini dahi gündeme taşımadım. Bu kadar ilkeli olduğumu bilenler hak ve hukuk hususunda da hassasiyetimi tahmin edebilirler. Kendimi savunmaya ihtiyacım yok. KLİPTE TÜRKLER'İN SAVAŞÇI RUHUNU ANLATTIK 'Dombra'nın klip çekimleri nasıl geçti? Çekimler beş gün sürdü. Savaş sahneleri çektik. Çekimler, Demirciköy ve Kilyos taraflarında yapıldı. Aslında sanki bir sinema filmi çekiliyormuş gibi oldu. Çekimlerde ve montajlarda OFS Sinema Okulu ve Armağan Büyükkarakaş ile birlikteydik. Benim de ilk defa bu tarz bir klibim oldu. Savaşlar, dört nala atlar, kahramanlar ve bin yıllık bir hikaye... Türkler'in savaşçı ruhunu, kadına verdiği değeri ve hünerlerini anlattık. Oyuncu Cemal Hünal da klipte bizimleydi. Cemal, olağanüstü hünerleri olan biri. Türk filmleri arasında beni en çok etkileyen filmlerden biri de Hünal'ın oynadığı 'Issız Adam'. Kendisi rol almasaydı, o film yarım kalırdı belki de. Sanki gerçek hayattan alınmış gibiydi her şey. Oradan bir aşinalık vardı Cemal'e. Bu çekimde sağ olsun bize kendi at çiftliğinin kapılarını açtı. Orada kendisinin yetiştirmiş olduğu cirit atan, at koşturan çocuklar da klipte oynadı. Kendisi de çok iyi bir okçu ve binici; at üstünde muazzam ok atıyor. Klibimizde de görsel bir şov yaptı. SİYASET DEĞİL, SANAT ALBÜMÜ YAPTIM 'Aklıma Düşünce... (Dombra)'da, 'Dombra'yı Nogay Türkçe'si ile okuma fikri nasıl oluştu? Madem 'Dombra' ile bu kadar bütünleştik, bu son albüme bu eseri de koyalım dedik. Bu bir siyaset albümü değil, sanat albümü. O yüzden 'Dombra'yı uyarladığım versiyonuyla değil de orijinal haliyle, Nogay Türkçe'si ile koyduk. Aslında 'Dombra'yı koymayacaktım ama kardeşim Murat Işılak, 'Muhakkak koyalım, klip de çekelim' dedi. Benim ilkeli olduğum konular vardır; bir mekanda çıkmam, düğünde, nişanda sahne almam. Bu ilkelerim konusunda kimse bana müdahale edemez çünkü taviz vermem ama fikirler ve zevkler konusunda uysalımdır, her fikre açığım. Ve şiddetle tavsiye ediliyorsa dinlerim. 'Dombra'da da öyle oldu. Albümde altı eser yer alıyor; beşi bana ait. Bu albümden sonra sekiz eserlik bir türkü albümü de çıkaracağım.