Türkiye ekonomisi hakkında kulaktan dolma bilgileri olan birilerini getirip faizlerin düşük olduğu söylettiriliyor son zamanlarda. Hatta düşük faize paralel olarak konut sektörüne de değiniliyor ve "Konut fiyatlarında balon var" gibi tutarsız söylemler geliştiriliyor. "Hangi konutların fiyatında balon var" diye kimse de sormuyor. Bu iler tutar yanı olmayan söylemle, fakirlere ayda yüz lira taksitle depreme dayanıklı sağlıklı konut yapan TOKİ suçlanıyor.
Aslında bu tür konuşmaları bazı müteahhitler yaptırıyorlar ve fakirlere konut üretimini engellemeye çalışıyorlar. Anlayacağınız birbiriyle paralel giden bu konut ve faiz söylemiyle faizlerin indirilmesini de önlüyorlar. Hatta artırılmasını istiyorlar. Halbuki mevcut koşullarda Türkiye'de faizlerin düşürülmesi ve kredi hacminin genişletilmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye'nin düşük gelir gruplarına daha çok konut yapması şart.
Durgunluk riski var!
Ama yürütülen yüksek faiz kampanyasıyla bu sürecin önü kesiliyor. Öyle ki bu yılın
ilk yedi ayında Türkiye'de toplam krediler 689 milyar liradan 741 milyar liraya yükselerek yüzde 8 arttı. Oysa 2011'de bir yılda krediler 530 milyar liradan 689 milyar liraya yükselerek yüzde 30 artmıştı. Bu veriler bize, kredi daralmasının, olması gerekenden fazla olduğunu gösteriyor. Ülkede toplam talebi daraltacağım derken öyle aşırıya kaçıldı ki,
krediler daralınca para arzı da artmadığı için ekonomi yakında durgunluğa sürüklenebilir. Çünkü ekonomide para arzını artıran banka kredileridir. Bankalar kredi verir, krediyi alan bankaya yatırır, bu mevduat tekrar kredi olarak verilir ve böylece piyasada para arzı yükselir. Bu süreç ekonomiyi canlandırır. Şimdi durum böyle gelişmiyor. Daralma aşırıya kaçıyor. Niye? Çünkü
özel krediler azalırken devlet borçlanması da azaldığı için, şu anda ekonomiye hareket getirecek bir araç kalmadı ortada. Bu yıl ilk yedi ayda devlet tahvili borçları 372 milyar liradan 376 milyar liraya yükseldi. Yani yüzde 1 çoğaldı. Oysa milli gelir yılın ilk üç ayında yüzde 3.2 arttı. Demek ki devlet borçlanması göreli olarak azalıyor.
1- Lobinin atağından korkma!
Peki bu daralan ekonomik ortamdan nasıl çıkılacak? Merkez Bankası faizler azalınca döviz kurlarını kontrol edemeyeceğini düşünüyor. Oysa bu korku yersiz. Zaten döviz rezervleri, altın hariç 87.7 milyar, altın dahil 103 milyar dolar oldu. Merkez yıl başında faiz lobisinin oyunuyla azalan dövizini tekrar geri topladı. Bu nedenle eli güçlendi. Dolayısıyla sonbaharda lobi atak yapmakta zorlanacak. İşte bu nedenle
faizlerin indirilmesinde sakınca yok. Önemli olan büyümeye odaklanmak. Bir de artık şunu kabul edelim. Avrupa krizi diye bahsedilen kriz hep olacak artık. Zaten dört yıldır Avrupa krizde ve Türkiye ekonomisine etkisi dört yıldır yaşanıyor. Türkiye'nin Avrupa'ya ihracatı azalırken diğer ülkelere ihracatı artıyor. Avrupa'nın toplam ihracatımızdaki payı yüzde 47'den yüzde 37'ye geriledi ama toplam ihracat arttı. Bunun nedeni de rekabetçi kur politikası oldu. Şimdi tekrar yüksek faizde diretilirse ihracat azalma eğilimine girecek. O halde
faiz lobisinin yüksek faiz talebinden ve döviz kuruna yapacağı ataklardan korkmayıp rekabetçi kur politikasında ısrar edilmeli.
2- Faiz inmezse ekonomi küçülür
Anlayacağınız rekabetçi faizden, rekabetçi döviz kuruna geçmekten korkulmamalı. "Hem iç talebi daralt hem de dış talebi düşük kurla azalt" olmaz. Bu politika ekonomiyi küçültür.
Yurtdışından getirilip birileri adına konuşturulan iktisatçılara kulak asmayalım. Konut sektöründe orta ve düşük gelir gruplarına yapılan konutlarda fiyat balonu yok. Aksine
düşük gelir gruplarına yapılan konut sayısı hızla daha da artırılmalı ve bunun için faizler azaltılmalı. Bunlar yapılmazsa iyi giden ekonomi bozulur. Büyüyen Türkiye ekonomisi küçülür, daralır, insanlar işsiz kalır. Bu yanlış politikanın bedelini önce vatandaş öder, sonra da seçimlerde hükümet öder.