Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Türkiye'de 35 yıl boyunca yüksek ve dalgalı bir enflasyon dönemi yaşandığını hatırlatarak, ''Bu dönemde ülke, gereğinden fazla bir enflasyon risk primi ödediği için, reel faizler haddinden fazla yüksek seviyelerde oluştu, reel ücretler üzerinde haddinden fazla bir aşağı yönlü baskı oluştu. Türkiye'nin potansiyel büyüme hızını en az 1 puan, bu yüksek enflasyon döneminin aşağıya çektiğini tahmin etmek ve söylemek mümkün görünüyor. Yıllık ortalama 1 puanlık bir potansiyel büyüme kaybı, orta ve uzun vadede 35 yıllık dönemde çok büyük bir üretim kaybına ve kaynak kaybına denk geliyor'' dedi.
Başçı, Türkiye Kalkınma Bankası'nın evsahipliğini üstlendiği Asya ve Pasifik bölgesinde yer alan kalkınma ve yatırım bankalarının oluşturduğu Association of Development Financing Institutions in Asia and the Pacific'ın (ADFIAP) 35. yıllık olağan toplantısında konuştu.
Fiyat istikrarı olan bir ekonomide, Merkez Bankası'nın bir nedenle karşılıksız para basarsa, son derece geçici, saman alevi gibi bir büyüme ve bununla birlikte geçici bir istihdam artışı gözlenebileceğine işaret eden Başçı, ''Ancak bunu sadece 1 veya iki sefer yapabilirsiniz. Bunu yapmaya devam ettiğiniz sürece enflasyon beklenmeye başlanır ve sürekli bir fiyat artışı zinciri bunu takip eder. Dolayısıyla kendi kendini besleyen enflasyonist bir sürece ekonomi girmiş olur'' dedi.
Başçı, bunun büyüme, kalkınma ve milli gelir üzerindeki etkisine değinirken, şunları söyledi:
''Türkiye bunun çok güzel bir örneğidir. Türkiye'de 35 yıl boyunca yüksek ve dalgalı bir enflasyon dönemi yaşadık. Bu dönemde ülke, gereğinden fazla bir enflasyon risk primi ödediği için, reel faizler haddinden fazla yüksek seviyelerde oluştu, reel ücretler üzerinde haddinden fazla bir aşağı yönlü baskı oluştu. Dolayısıyla Türkiye'de kaynak dağılımı bozuldu. Bu konuda çeşitli tahminler yapılabilir ancak Türkiye'nin potansiyel büyüme hızını en az 1 puan, bu yüksek enflasyon döneminin aşağıya çektiğini tahmin etmek ve söylemek mümkün görünüyor. Yıllık ortalama 1 puanlık bir potansiyel büyüme kaybı, orta ve uzun vadede 35 yıllık dönemde çok büyük bir üretim kaybına ve kaynak kaybına denk geliyor. Buradaki maliyetler anlık ve yıkıcı bir şekilde ortaya çıkmıyor, zaman içerisinde yavaş yavaş kendisini gösteriyor. Dolayısıyla daha az hissedilir oluyor. O yüzden de fiyat istikrarının önemini merkez bankacılarının sık sık hatırlatması, kamuoyunu bu konuda aydınlatması ihtiyacı oluyor.''
Finansal istikrarda temel sürükleyicinin, kredi kalitesindeki bozulma olduğunu dile getiren Başçı, kredi verilmemesi gereken kişi ve kesimlere sistemin kredi vermeye başlaması, sürdürülebilir olmayan iş modellerini desteklemeye başlaması halinde, bu durumun ilk yıllarda sorun olarak görülmediğini, hatta iyi bir durum olarak düşünüldüğünü söyledi.
Başçı, kredi kalitesindeki gizli bozulma ortaya çıktığı anda, ekonomilerin çok büyük ve çok derin resesyonla karşı karşıya kalabildiğine değinerek, mali resesyonların daha derin ve daha uzun süreli etkileri olduğunun tespit edilebildiğini vurgulayarak, 2008 yılındaki küresel ekonomik krizinde bunun örneğinin yaşandığını ve etkilerinin yaşanmaya devam ettiğini belirtti.
Buradaki maliyetin aslında seyrek bir şekilde, zaman zaman ortaya çıktığını kaydeden Başçı, ''Burada farkındalık çok daha önemli ve bu farkındalığa yol açacak kurumsal düzenlemelerin mutlaka mevcut olması gerekiyor. Nasıl merkez bankaları enflasyonla mücadele açısından bağımsız bir kurum olarak kurulmuş teorisiyle pratiğiyle hayata geçmiş; buna benzer bir şekilde finansal istikrardan da sorumlu mutlaka kurumların olması gerekiyor. İyi zamanlarda, herkesin son derece iyimser olduğu zamanlarda risklerden bahsedecek ve gerekli kriz önleyici tedbirleri gereken zamanlarda devreye sokacak kurumlara ihtiyaç var'' diye konuştu.
''Fiyat istikrarına karşı bir tehdit geldiğinde... ''
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, çevresel duyarlılığı da göz önüne alan bir ekonomik modelin gerek maliyet anlamında sunduğu avantajlar, gerekse kendi içerisindeki sürdürülebilir dinamikleri ile daha sağlıklı bir büyüme perspektifi sunabileceğini bildirdi.
Türkiye Kalkınma Bankası'nın ev sahipliğini üstlendiği Asya ve Pasifik bölgesinde yer alan kalkınma ve yatırım bankalarının oluşturduğu ADFIAP (Association of Development Financing Institutions in Asia and Pacific) 35. yıllık olağan toplantısında Başçı, sürdürülebilir büyüme için fiyat istikrarı ve finansal istikrarın yanı sıra ekolojik dengedeki istikrarın da göz ardı edilmemesi gereken bir unsur olduğunu kaydetti.
Başçı, sanayi devrimi ile hızlanan karbon bazlı yakıtların kullanımının hızlı nüfus artışı ve bunun getirdiği artan enerji tüketiminin, zararlı tarımsal uygulamaların ve ormanlık alanların kullanıma açılması gibi unsurların sera etkisi yoluyla ekolojik dengeyi ve toplumların geleceğini tehdit ettiğini anlattı.
Son 50 yıl içinde ülkelerin hızla artan karbondioksit emisyon oranları ile atmosferdeki karbondioksit oranlarının son yılların en yüksek seviyesine ulaştığının görüldüğüne işaret eden Başçı, karbondioksit emisyon oranlarının yaygın olarak ölçülmeye başlandığı yıllarda, 1990 yılında, tüm dünya ülkelerinin üretiminin 22 milyar metreküp iken, bu oranın 2008 yılı itibari ile 30 milyar metreküpü bulduğunu kaydetti.
Başçı, gelişmekte olan ülkelerin bu orandaki payının başlangıçta yüzde 40'larda iken, şimdilerde yüzde 50'yi aştığına değinerek, emisyon oranlarındaki artışın etkisi ile atmosferdeki karbondioksit oranının 1960'dan 2012'ye yüzde 24 arttığının gözlemlendiğini belirtti.
Son 50 yılda sayılabilen, kuraklık, sel, kasırga ve aşırı sıcaklıklarda yadsınamaz bir yükseliş gözlemlendiğini dile getiren Başçı, atmosferdeki karbondioksit miktarının artmasının bu tür olayların sıklığına yol açtığını söyledi.
Başçı, yıllık ortalama rapor edilen felaket sayısının 1960-1970 arasında 23 iken bu rakamın 2000-2010 yılları arasında 214'e yükseldiğini dile getirdi.
Düşük karbon tüketimine dayalı kaynakların daha verimli kullanıldığı ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaştığı bir ekonomik modelinin bir çok ülke için gelecek vaat eden bir ekonomik ve sosyal gelişme imkanı sunduğunu ifade eden Başçı, burada yeni teknolojilerin maliyetinin çok fazla abartılmaması gerektiğini kaydetti.
''Çevresel duyarlılığı göz önüne alan ekonomik model...''
Erdem Başçı, eğer yatırımların çevresel ve ekolojik açıdan doğru yere yapılırsa, bu yapılan yatırımların ekonomik ve maliyet faydalarının da gözlemlenebileceğini dile getirerek, bunun sadece kaynak dağılımı ile ilgili toplumsal bir tercih sorunu ile karşı karşıya olunduğunu gösterdiğini, aslında ekonomik maliyetlerin abartıldığı kadar büyük olmadığının öne sürülebileceğini, nitekim bugünlerde elektrikli otomobilin yeni tasarımlarının hızla çıktığını, bir noktada bu otomobillerin maliyetlerinin şu an kullandığımız otomobillere göre daha düşük seviyelere bile geleceğinin ileride görüleceğini anlattı.
''Çevresel duyarlılığı da göz önüne alan bir ekonomik model gerek maliyet anlamında sunduğu avantajlar, gerekse kendi içerisindeki sürdürülebilir dinamikleri ile daha sağlıklı bir büyüme perspektifi sunabilecektir'' diyen Başçı, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Sürdürülebilir kalkınma için önem taşıyan üç unsuru bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bu defa bu üç unsuru politika kararlarının sıklığı açısından sıralamaya tabi tutabiliriz. Maliyet etkisi sıralaması ile aynı sıralama söz konusu. Bu çok şaşırtıcı değil. Fiyat istikrarına karşı bir tehdit geldiğinde Merkez Bankasının hemen aylık kararlarla, hatta bugünlerde daha sık, belki günlük kararlarla tepki vermesi ve durumu kontrol altında tutması gerekmektedir. Finansal istikrar içinse alınan kararların daha düşük frekansta olması gerekiyor.
Risklerin 5-10 yıl boyunca gecikmesine izin vermeyecek kararlı bir politika çerçevesinin belki yıllar boyunca katı kurallar altında sürdürülmesi söz konusu olmalı. Ekolojik sürdürülebilirlik konusuna geldiğimizde ise burada çok daha önemli reforma ihtiyaç var. Küresel düzeyde bu konudaki farkındalığın ülkeler arası bir işbirliği içerisinde hayata geçirilmesi gerekiyor. Buradaki frekans, karar alma sıklığı çok daha düşük. Çok daha seyrek ama çok daha etkili kararlı bir politika duruşu mutlaka gerekiyor.''