Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Son padişahın son sadrazamı

Aslında kötü biri değildi. Sadece ezberi bozulmuş son dönem Osmanlı paşalarındandı... Saray'ın karşısına alternatif güç, iktidar çıkabileceğini bile aklının ucundan geçiremeyen, Garp (Batı) matbuatının yayınlarından esinlenerek böyle bir olasılığı dillendirmeye kalkanları "Tövbe, tövbe... Nizam-ı mübareke rakip koşmak ne küstahlık" diye tersleyen bir kurulu düzen muhafızıydı. Ve de Saray'ın her sıkıştığında başvurduğu bir avuç devlet adamından biriydi. Dönemin klişesiyle söylememiz gerekirse, "Devlet ricalinin mümtaz şahsiyetlerinden..." Evet, üç haftalık moladan sonra (anlayışla karşıladığınızı umuyorum) ilk portremiz Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı 6. Mehmet Vahdettin'in (aslında adı Vahideddin) son sadrazamı, "Kırımlı" diye bilinen Ahmet Tevfik Paşa. (Osmanlı'da sadrazamlığa yükselenlere paşa unvanı veriliyordu.) Tevfik Paşa'nın bir özelliği daha var; zaten Pazar Portresi yapmamızın nedeni de o: 40 yıl boyunca sol denizlerde kulaç atan ya da attığını söyleyen, üstelik de milyonlarca kişiyi yine 40 yıl boyunca buna inandıran, eski Başbakan Bülent Ecevit'in "akrabası" olması. Ve Ecevit'in "Vahdettin hain değildi" çıkışıyla başlayan tartışmalarla yeniden gündeme getirilmesi. Ahmet Tevfik Paşa öldüğünde 93 yaşındaydı. Cumhuriyet döneminde Okday soyadını almıştı. Son nefesini vermeden iki yıl önce, Atatürk bugün bile daha ilk cümlesiyle damarlarımızdaki kanı harekete geçiren 10'uncu Yıl söylevini vermişti: "Ey Türk gençliği..." Ve fonda bugün bile on milyonların duygularını kamçılayan marş çalıyordu: "Çıktık açık alınla..." Farkında mıydı Tevfik Paşa o müthiş değişimin? Bilmiyoruz. Tıpkı bugün Ecevit'in ağzından çıkanı kulağının duyması konusunda emin olamadığımız gibi... Ecevit'in Ahmet Tevfik Paşa ile akrabalık bağları, hele hele onun üstünden Vahdettin'le de akraba sayılabileceğine ilişkin imaları, bize en sevdiğimiz şair olan Turgut Uyar'ın "Salihat- ı Nisvandan Saffet Hanımefendiye" şiirini anımsattı. Yazının sonuna kadar giderseniz, tümünü okuyacaksınız. Ecevit soyağacının -gizliden gizliye gururlandığı anlaşılan- Tevfik Paşa ve onun nesebi üstünden Vahdettin'e uzanan dalını şöyle anlatıyor: "Vahdettin'in damadı Sadrazam Tevfik Paşa annemin teyzesinin kayınpederiydi." Öncelikle, Vahdettin ile Tevfik Paşa arasında kayınpeder-damat değil, dünür ilişkisi bulunduğunu belirterek ya da düzelterek bu akrabalığı açalım: Sadrazam Tevfik Paşa'nın oğlu İsmail Hakkı Okday ilk evliliğini Sultan Vahdettin'in kızı Prenses Ulviye ile yaptı. (O evlilikten dünyaya gelen Hümeyra Özbaş, çok sonra Türkiye'nin ilk beş yıldızlı turistik tesislerinden Kuşadası'ndaki Kısmet Oteli'nin sahibi olarak sadece sosyetede değil, kamuoyunda da hak edilmiş bir üne kavuşacaktı) Sonra ondan ayrılıp Bülent Ecevit'in annesi Nazlı Ecevit'in büyük teyzesi Ferhande Hanım ile hayatını birleştirdi. Hepsi bu. Vahdettin'e kadar nasıl gidiyor bu akrabalık; anlayamadık. Ecevit biraz da çocukluğunun gamsız günlerine dönme özlemiyle, Tevfik Paşa'yı tanıdığı dönemi iç çekerek şöyle anlatıyor: "4-5 yaşlarındaydım. Eniştem İsmail Hakkı Bey, babası ile görüşmeye gittiği zaman beni de götürürdü. Tevfik Paşa benimle ilgilenir, kıvançlandırırdı. Onu ilgiyle izlerdim."

DİPLOMASİDE HIZLA YÜKSELDİ
Ecevit 1930'ların başından söz ediyor. Tevfik Paşa'nın 90'lı yaşlara geldiği yıllardan. İzninizle önce bu yazımızın kahramanı Ahmet Tevfik Paşa'nın uzun ömrünü birkaç satırla özetlemeye çalışalım: 1843'te İstanbul'da doğdu. Genç yaşta devlet hizmetine girdi, diplomasiyi seçti, zamanla epeyce hızlı yükseldi. Büyükelçiliğe kadar. Sonra Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) oldu. Ondan sonrası zaten yazımızın konusu: Sadrazamlık. Hem de dört kez oturdu o koltuğa: İlki 14 Nisan 1909-5 Mayıs 1909 arası, ikincisi 11 Kasım 1918-13 Ocak 1919 arası, sonra aynı kabineyle Mart 1919'a kadar, sonuncusu ise 21 Ekim 1920'den 4 Kasım 1922'ye kadar. 4 sadaretin toplam süresi 2 yıl 4 ay 29 gün! 70 yıl sonra "akrabası" Bülent Ecevit'in performansı onun bir basamak yukarısı oldu: Toplam kez başbakanlık. Tevfik Paşa sadece Vahdettin'in değil, II. Abdülhamit'in de son sadrazamıydı. Bir başka deyişle, onun ilk sadareti II. Abdülhamit'in son günlerine rastladı. II. Abdülhamit döneminde Yıldız Sarayı'nda mabeyn katibi olarak göreve başlayan, daha sonra 8 yıl boyunca 5'inci Mehmet Reşat ile 6'ncı Mehmet Vahdettin'in başkatibi olan (günümüzde cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği gibi bir makam) Ali Fuad Türkgeldi (O da cumhuriyet rejimini gördü, Tevfik Paşa'dan bir yıl önce vefat etti), o yıllardaki gözlemlerini ve tuttuğu notları "Görüp İşittiklerim" adıyla yayınladı. İnanılmaz ağdalı Osmanlıca ile kaleme alınan bu anıların sararmış sayfalarında bir yolculuğa ne dersiniz? Tabii elimizden geldiğince günümüz Türkçe'sine uyarlayarak... Tevfik Paşa sadrazamlığa 31 Mart olaylarının (Günümüz takvimiyle nisan ortasına doğru) en civcivli zamanında atandı. Ordudan temizlenecekleri söylentisi üstüne ayaklanan "Alaylılar"ın İstanbul'da terör estirdikleri Rumi takvimle- 1908 Mart'ının son günlerinde. Gerisini Türkgeldi'den aktaralım:

ATEŞLER ARASINDAN GEÇTİ
"Hüseyin Hilmi Paşa onca ısrara rağmen istifasını geri almayınca, sadrazamlık mühürü eski Dışişleri Bakanı Tevfik Paşa'ya verildi. O gün akşama kadar Babıali'de yeni Sadrazam'ı bekledik ama gelen giden olmadı. Ertesi gün yeni Sadrazam gelerek arz odasında hatt-ı hümayun (padişahın atama kararnamesi) okunacağı için, bazı Babıali görevlileriyle birlikte Sadaret dairesinde bekliyorduk. Ellerinde silahlarıyla başıboş dolaşan askerlerin sürekli çevreye ateş açmaları hepimizi dehşete düşürüyordu. O sırada teşrifatçı (protokol görevlisi) yanıma gelip, Sadrazam'ı karşılayacak resmi heyette benim de olacağımı bildirdi ve üniformamla Sirkeci iskelesinde bulunmamı istedi. Her taraftan silah atılırken üniformamı giyip heyete yetişmek üzere koşmak hem hayatım için tehlikeli, hem de halka karşı gülünç olacağı için reddettim. Bir odada, Sadrazam ve heyetini beklerken, Babıali evrak müdürü elime bir telgraf tutuşturdu: Adana'da İslam ve Hıristiyan (Ermeni) halk arasında kanlı çatışmalar oluyordu. Sadrazam Tevfik Paşa, Şeyhülislam eşliğinde, başının üstünden vızır vızır kurşunlar geçtiği halde hiç telaşlanmadan at üstünde Babıali'ye geldi." Tevfik Paşa kabinesinin tek görevi vardı: 31 Mart ayaklanmasıyla başlayan kaos ortamına son vermek. Bu amaçla isyanın elebaşlarının yakalanacağını, sıkıyönetim mahkemeleri kurulacağını, ikinci ve üçüncü ordularda gözlenen öfke selinin yatıştırılacağını, Selanik ve Edirne'den yola çıkmak üzere olan Hareket Ordusu'nun İstanbul'a yürümesine gerek bırakmayacağını ilan etti. Ancak Hareket Ordusu dinlemedi, Rumi takvimle 1325 yılının 10'uncu cuma günü (23 Nisan 1909) akşama doğru İstanbul'a girdi. Ertesi sabah İstanbullular uyandıklarında Galata Köprüsü'nde ilk darağaçları kurulduğunu ve yağlı kementlerin ucunda ilk cesetlerin sallanmakta olduğunu gördüler.

YENİ PADİŞAH TAHTA OTURDU
Salı günü II. Abdülhamit "hal" edildi, yani tahttan indirildi. Türkgeldi o heyecanlı günü de şöyle aktarıyor: "Alaturka saatle 20 sıralarında yeni Padişah'ı (5'inci Sultan Mehmet Reşat) getirmekte olan istimbot Tophane önlerine varınca toplar atılmaya başlandı. Padişah'ın Sirkeci iskelesine ulaştığını haber verdiklerinde, salon penceresinden alayı seyrettim. Padişah bir çift yağız at koşulu arabasıyla ilerliyordu, karşısında da Ahmet Muhtar Paşa oturuyordu. Yeni Padişah, Sirkeci, Babıali ve Divanyolu'nu geçip Harbiye Nezareti'ne ulaştı. Orada üst katta bulunan hünkar dairesinde resmi biat yapıldı ve "Mehmed-i Hamis" unvanıyla tahta oturtuldu." Peki o heyecanlı saatler boyunca Tevfik Paşa nerede? Sözü ona verelim: "Biat, yani bağlılık yemininden sonra Padişah benimle ve bakanlarımla sohbet ederken, 'Sadrazam Tevfik Paşa nerede?' diyesordu. Yanındakiler de, 'Karşınızda görüştüğünüz zat' cevabını verdiler. 'Şimdiye kadar kendilerini hiç görmemiştim' dedi. Usulen kabinenin istifasını sunduğumda, 'Biraderime 14 sene hizmet ettiniz, bana da bir sene olsun hizmet eyleyemez misiniz?' dedi ve kabineyi görevde bıraktı." Ancak gücü ve kendine güveni iyice artmış olan Meclis-i Mebusan, Padişah'ın kararını onaylamadı. Tevfik Paşa çekilmek zorunda kaldı. Yerini Hüseyin Hilmi Paşa'ya bıraktı. 68 yıl sonra, 1977'de "akrabası" Ecevit'in azınlık hükümetinin güvenoyu alamaması gibi bir son. Tevfik Paşa'nın son sadrazamlığı ise Sevr sonrası döneme denk geldi. İstanbul'un işgal edildiği, imparatorluğun tarihe karışmak üzere olduğu 1920-1922 arasına... O dönemin acıları resmi ya da gayrıresmi tarihe başvurmaya gerek kalmayacak kadar taze, toplumsal belleğin en derin kıvrımlarında kayıtlı: Atatürk ile Tevfik Paşa arasındaki telgraf yazışmaları, Sadrazam'ın Anadolu başkaldırısına destek için Ankara'da iki temsilcisini görevlendirmesi, işgal güçlerini oyalayarak İstanbul'dan Anadolu'ya silah sevkiyatı yaptırması, Londra Konferansı'nda Anadolu adına tek yetkilinin Mustafa Kemal ve arkadaşları olduğunu açıklaması, ancak Padişah Vahdettin'i terk etmeyi "ihanet" gördüğü için son güne kadar görevde kalması... Gelin onun son sadaretinin son günleriyle noktalayalım: Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırınca, Tevfik Paşa hükümetini topladı, "Ne yapmamız gerekiyor arkadaşlar" diye sordu. Bakanlar o saatten sonra her türlü tartışmanın anlamsız olacağını söylediler ve peş peşe istifalarını verdiler.

YÖNETİME EL KOYULDU
Tevfik Paşa'nın bu gelişmeyi Dolmabahçe Sarayı'ndaki Padişah Vahdettin'e aktarması gerekiyordu. Yapmadı. Dosdoğru Ayaspaşa'daki konağına gitti. Vahdettin'e "Grip oldum" haberini gönderdi, üç gün sonra da istifasını. Böylece son Osmanlı hükümeti tarihe karışıyordu. O gün, yani 4 Kasım 1922'de Osmanlı'nın resmi gazetesi Takvim-i Vekayi son kez yayınlandı, İsmet Paşa da İtilaf Devletleri'ne saltanatın kaldırıldığını iletti. Ertesi gün Ankara Hükümeti'nin İstanbul'daki temsilcisi Refet Paşa tüm nezaretlere "Çalışmaları kesin, hepiniz evinize gidin" emrini verdi. Ardından da Saray'ın artık olmayan hükümetine, "İstanbul'un yönetimine el koyduk" kararı tebliğ edildi. Tevfik Paşa ise 17 gün boyunca konağa kapandı. Ne kimseyle görüştü, ne ziyaretçi kabul etti. 17 Kasım sabahı çıktığında, Vahdettin bir İngiliz zırhlısıyla saatler önce İstanbul'dan ayrılmıştı. Sadrazam değil, sıradan vatandaş olarak halkın arasına karıştı. Ömrünün kalan yıllarını (6 Ekim 1936'da vefat etti) Erenköy'deki konağında anılarıyla baş başa geçirdi. Bir de küçük Bülent'in saçlarını okşayarak Atatürk, Kurtuluş Savaşı'na zarar vermekten kaçındığını, tam tersine bağımsızlık yolunun açılmasına yardım ettiğini bildiği Tevfik Paşa'yı unutmadı; cenaze törenine bir selam kıtası yolladı.

GEÇMİŞE ÖZLEM KASİDESİ
23 Şubat 1921'deki Londra Konferansı'na Bekir Sami Bey yerine İsmet Paşa'yı gönderen Ecevit'e gelince... Hiçbir şey demeyelim. Sadece en sevdiğimiz şair olan Turgut Uyar'ın müthiş şiirini, ömrünün son demlerinde yer, zaman ve mekan kavramlarını yitirmiş bir Osmanlı saray kadınının gidip-gelen belleğiyle geçmişe özlemini anlatan, "Salihatı nisvandan Saffet hanımefendiye" kasidesini aktaralım:

Hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum / iri atlarınız macardı dantelleriniz alman / ne göksuda bülbül dinlemek ne abdülhak şinasi bey / ıpılık bir sevgi geçerdi içimden o zaman / Siz ne zaman öldünüz allahaşkına yani ne zaman / kirli karlar bile erimemişti haber yoktu nisandan / rüştü paşaydı deli rüştüye çıkmıştı adı osmanlı ordusunda / o zaman hamitti padişah kocamın bıyıkları kocaman / o günlerde her şey akıp giderdi biz de yaşardık / hürriyet meşrutiyet otuzbir mart falan filan / gemiler de öyle boğazdan aşağı boğazdan yukarı / bıyıklarını burardı umursamazdı paşa kocam o zaman / rüştü paşaydı sakallıydı belki sadece sakallıydı / ki sakallar geçmişinde herhalde bir orman / bir oğul bir kız iki gelin bir damat isviçre lozan / nasıl ağlarım ben bilirim bir yangının ardından / uykularım bölünüyor artık şu konağı bekliyorum / söyle ey muhabbet kuşunun tüyü söyle ölüm ne zaman / hep bir şeylere baktım bir şeyleri korudum kızdım / kızgındı haremi vardı sakallıydı rüştü paşa o zaman / hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum / iri atlarınız macardı dantelleriniz alman / bahriye nazırı tevfik paşa mütarekeler filan / dünya nasıl çekilirdi ayaklarımın altından / annemin sonsuz giysileri bir telaşı bileyen tramvay / ben ne güzel çocuktum yalnızlıkların ardından / yeniköyde bir yalı fatihte evler ayışıklı bir zaman / rüştü paşaydı adı yıldızda ve dömekede kahraman / herkes ne zaman ölür elbet gülünün solduğu akşam / aldı anlayamadım öldüm anlayamadım almadığım akşam / daha önce hiç ölmedim temmuzum ve incilerimle / göksuyu ışıklarla teşrif ettiğimiz akşam / ne zaman gülüm solar ne zaman deniz ne zaman akşam / ne zaman gemilerdi ne zamandı paşa kocam / artık başucum dinlendirir bir şamdanın süsünü / söyle ey göksu akşamı hafız burhan ölüm ne zaman / mevlût okunur dalgalar kalır bir geminin ardından / öldüm ben saffet hanımefendi salihat-ı nisvandan.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA